Bu hafta 'internette temizlik'le ilgili haberler gözüme takıldı. Hakkında çıkan aşk haberlerini sildirmek isteyen ünlü şarkıcının 3 bin dolarlık temizlik harekatı manşetlerdeydi. Ben de bunun üzerine Rubbit Türkiye'den Emre Teker'i aradım. İlk önce merakımı gidereyim; 'Bir baksana bana, nedir internet dünyasındaki durumum?' diyorum. Emre, "Online itibarın oldukça iyi" diyor.
Online itibar mı? Benim offline'daki itibarımdan haberim yokken, bir de bunun online'ı mı çıktı yahu! "Aynen öyle" diyor. Rubbit; merkezi Amerika'da bulunan ve tamamen hukuk çerçevesinde internetten içerik kaldıran bir şirket. Dünyada Colin Farrell'la, Kanye West ve Mila Kunis ile nam salmış. Bizde de meraklısı çok; "Bir fiyat al bakalım" deyip menajerine Rubbit'i aratan ünlü sayısı da çok!
İnternetten genelde negatif içerikleri kaldırıyorlar, yani mesela Mert Vidinli ismini Google'dan tamamen sildirmek imkansız! Ben "Beni yok et, hiçbir yerde adım sanım geçmesin" diyorum. Emre, "Yok işte, o olmaz" diyor. Ancak hakkında iftira ya da yanlış bilgiler, hakaret içeren söylemler varsa, bir de arkadaşın olan biriyle 'sevgili' diye yazılıyorsan bunları sildirebiliyorsun.
Bunlar popüler kültüre ait örnekler tabii. Kısacası; ticari itibarınız açısından para kaybetmenize yol açacak haberleri sildirebilirisiniz.
Bir de Facebook, Twitter, Instagram gibi mecralarda adınıza açılmış sahte hesaplar varsa onları kaldırtabiliyorsunuz. Kişisel itibarınızı zedeleyecek fotoğraf ve videolar da silinip çöpe atılıyor.
Ben kendi adımı araştırmalarını istediğimde; karşıma beş tane sahte Mert çıktı. "Hadi bunları kaldıralım" dersem, bunun bana maliyeti içerik başına 400-700 lira. Böylece sahte 'ben'lerden kurtuluyorum. İşte size temizlik harekatı!
Asena'ya wi-fi ile bağlanın!
Geçtiğimiz hafta Twitter'dan gelen direkt mesaj ile Asena Erkin'in doğum günü partisine davet edildim. Partiye gidecekken şehir beni yuttu adeta! Önce Tamer Yılmaz'ın Eataly'deki ağız sulandıran fotoğraf sergisinde pilates kıyafetimle paralize oldum. Eğlendim mi; hem de çok! Arada mozarellaları mideye indirmeseydim iyiydi tabii... Sonra bir de baktım; Tolga Sezgin'in Pop'unda soluğu almışım. Mekanın barında takılırken, benim bataryam da bitti. "Asena'nın doğum gününe sonra giderim" dedim. Aa bir de baktım; sabah olmuş, ben parti kıyafetlerimle salondaki L koltuğumda uyuyakalmışım. "Kesin Asena kırıldı bana" deyip telefona sarıldım: 'Aradığınız numara servis dışı olmuştur.' Peki ben bu kıza nasıl ulaşacağım şimdi? İnstagram'dan direkt mesaj attım: 'Neredesin yahu? Beni arasana.' Asena'dan cevap: "Numaram yok ki! Hat almadım, buradan yazışıyorum. Caner'in alması gerekiyor, o da kampta." Kısacası Asena'ya artık Instagram'dan ulaşıyoruz. Wi-fi alanında arkadaşız yani! Doğum günün kutlu olsun Asena...
Yılbaşı süsüm nerede?
Bir Nişantaşılı olarak isyan bayrağı çekiyorum; nerede benim yılbaşı süsüm? Nerede benim gözümü alan ihtişamlı Abdi İpekçi'm, Teşvikiye'm... Yok, bu sene bizim buralara yeni yıl heyecanı uğramayacak anlaşılan. Dört yıldır farklı konseptlerde yeni yıl dekoru yapan A46, bu sene neredesiniz? Ah be Tuvana Büyükçınar, el atsana bizim Abdi İpekçi'mize, Teşvikiye'mize... Belediyemiz, neredesin huu? Mahalleli dedikoduyu seviyor, ee kötü haber de tez yayılıyor. Bu sene yeni yıl coşkusunun ihalesi, Aralık ayının ilk haftası yapılıyormuş. Geçtiğimiz yıllarda Ekim-Kasım ayları gibi sonuçlanıp dekor üretimi için firmaların uzun bir süresi olurmuş; süsler tam zamanında da hazır kıta olurmuş. Ee kolay değil tabii; konseptin oluşturulması en az bir ay alır. İşte o yüzden ihale de, üretim süreci de gecikmiş. Çevredeki esnaf da şikayetçi; yeni yıl döneminde yani Aralık ayı boyunca en az 1.5-2 milyon kişi sadece buradaki coşkuyu görmeye gelirdi. Kafe-restoranlar cirosunu ikiye katlardı. Hafta sonu düzenlenen partiler, şehir ve ülke dışından birçok kişinin akınına uğrardı. Hatta hiç unutmam; bir keresinde CNN International, Nişantaşı'ndan canlı yayın yapmıştı. 'Batman'in 'Gotham' şehri gibi karanlık ve gotik artık buralar. Halbuki ben isterdim ki; Londra'nın Oxford ve Regent'ı, Paris'in St. Honore'si ile yarışalım. Bir Nişantaşı'mız var; onu da yaşatalım. Ben de ne yapıyorum; içimdeki coşkuyu eve taşıyorum. Bir yılbaşı ağacı yerleştirdim eve; altına da açılmayı bekleyen hediyeler, paketler koydum. İçimdeki heyecanın ölmesine izin vermeyeceğim.
Nasıl zayıfladım?
Bana soruyorsunuz ya; "Mert, nasıl kısa sürede bu kadar zayıfladın?" diye... Cevabımı Andy Warhol'un sözleri ile vermek istiyorum: "Bende sosyal hastalık var! Bu yüzden her gece dışarı çıkmalıyım. Eğer bir gece bile evde kalırsam, köpeklerimle dedikodu yapmaya başlarım!" Ben de bu söze şöyle bir ilave yapayım: Evde kalırsam buzdolabının önünde yaşarım; kesmezse internetten peş peşe yemek siparişi veririm. İşte o zaman şişip yuvarlanırım. Sosyal hastalık yani sosyalleşme isteği, günde birkaç kez aynaya bakmanıza sebep oluyor. 'Ne giysem de fit görünsem, ne yesem midem şişmez, ne yaparsam ağırlık çökmeden dans edebilirim?' soruları kafanızda dolaşıyor. Bir kulübe gitmek, dans etmek, gün içinde yaktığınız kaloriyi ikiye katlamanız anlamına geliyor. Gece dışarıdaysanız, TV başında reklam aralarında buzdolabına gitmekten de kurtuluyorsunuz. Kısacası her gece, yeşil çay ve su içerek hem barda dans edip, hem de ayaküstü sohbet edebilirsiniz. Hiç zor değil, deneyin.