Avrupa Birliği (AB) Komisyonu Başkanı Jean-Claude Juncker'in Avrupa'nın küresel sahnede güç kaybettiğine ilişkin açıklamaları, kıta genelinde yankılanmaya devam ediyor.
Juncker'in bir Hollanda gazetesine verdiği bir röportajda "Avrupa küresel sahnede güç kaybediyor. Dünyanın patronu olduğumuzu düşünüyoruz ama aslında kainatın küçük ve zayıf bir parçası olduğumuzu unutuyoruz." ifadelerini içeren açıklaması kıta genelinde yankı uyandırdı.
AB'nin başarısız olduğu alanları birlik içi dinamikler ile uluslararası sahnede kaydedilen başarısızlıklar olarak ikiye ayırmak mümkün.
Birlik içinde bir yandan en güçlü üyelerinden biri olan İngiltere'yle yollarını ayırmak izin zorlu müzakereler yürüten AB, diğer yandan da "doğu ile batıdaki" üyeleri arasında ayrışmanın derinleşmesiyle uğraşıyor.
Uluslararası alanda da AB'nin "başarı hikayesi" olarak nitelelendirdiği İran nükleer anlaşmasına ilişkin ciddi görüş ayrılıkları bulunduğu, birliğin Suriye ve Filistin için girişimlerinin uygulamaya geçmediği görülüyor.
AB ilk defa üye kaybediyor
Kurulduğundan bu yana dayanışma ve entegrasyon politikalarıyla övünen AB'nin yakın dönemde karşılaştığı en büyük başarısızlıklardan biri İngiltere'nin birlikten ayrılma kararıyla ortaya çıktı.
İlk defa üye kaybeden AB, büyük bir itibar kaybı yaşamasının yanı sıra, diğer üye ülkelerin benzer ayrılma isteklerine kapılmaması için yoğun çaba sarf etmeye başladı. Bazı üye ülkelerde aşırı sağcı ve popülist partilerin güç kazanmasıyla AB karşıtı sesler de yükselmeye başladı.
Doğu-Batı ayrımı derinleşiyor
Sığınmacı krizi nedeniyle birliğin doğu ve batıdaki üyeleri arasındaki ayrım derinleşiyor. Zorunlu kota sistemi uyarınca taahhütlerini yerine getirmeyen ve sığınmacı kabul etmeyen Vişegrad Grubu olarak da tanınan Macaristan, Polonya, Çekya ve Slovakya ile AB yetkilileri arasındaki gerginlik başka alanlarda da ortaya çıkıyor.
Polonya'yı yargı alanında gerçekleştirdiği reformlarla hukukun üstünlüğünü ihlal etmekle suçlayan AB, Macaristan'ın ise sivil toplum örgütlerini hedef aldığını iddia ediyor. Polonya'nın AB Konseyinde oy hakkını elinden alabilecek 7'inci maddeyi işleten AB'de benzer bir sürecin "demokratik prensiplerden" uzaklaştığı savunulan Macaristan için de işletilmesi tartışılıyor.
Diğer yandan, derinleşen ayrımın AB bütçesine yansıtılması gerektiği da yaygın görüş arasında yer alıyor. AB'nin uyum fonları kapsamında yüksek miktarda yardım alan Doğu Avrupa ülkelerine 2020 sonrasında fonların "hukukun üstünlüğü" ilkesini yerine getirmeyle doğru orantılı olarak verilmesi öneriliyor.
Sığınmacı krizi
2015 yılında patlak veren sığınmacı kriziyle ciddi tehdit altına giren AB'nin temel başarısı Türkiye'yle vardığı 18 Mart mutabakatı olarak ön plana çıkıyor. AB'nin mutabakat sayesinde yasadışı sığınmacı akınının kontrol altına alınmasıyla büyük bir krizden kurtulduğu görülüyor.
Ancak genel anlamda mülteci sorunu, zorunlu kota sistemiyle 160 bin sığınmacıyı dahi yerleştiremeyen AB ülkelerinin en büyük başarısızlıklarından biri olarak gösteriliyor.
Türkiye'yle vardığı mutabakata benzer bir anlaşmayı Libya'yla sağlayamayan AB, merkez Akdeniz rotasından gelen sığınmacı akınına halen çare bulabilmiş değil.
Ekonomik ve demografik veriler
2008'de boy gösteren ekonomik krizin ardından toparlanmakta oldukça yavaş kalan AB'nin bu yıl büyüme oranının yüzde 2 seviyesinde gerçekleşmesi bekleniyor. Küresel ekonominin toplam yüzde 4 civarında büyümesinin öngörüldüğü düşünülürse, bu büyümeyle AB'nin ekonomik olarak öncü rolünün daha fazla zayıflaması bekleniyor.
Öte yandan, kıta genelinde işsizlikte gerileme olsa da halen kriz öncesi rakamlara ulaşılamaması ve genç nüfus arasında işsizliğin yüksek seyretmesi büyük sorunlar olarak ön plana çıkıyor.
Demografik anlamda ise düşük doğum oranları ve giderek yaşlanan nüfusu nedeniyle AB nüfusunda artış çok düşük oranlarda seyrediyor. 2016-2017 arasında 28 üyeli birliğin nüfusunun sadece 1,5 milyon arttığı görülüyor.
Juncker, 20'nci yüzyılın başında dünya nüfusunun yüzde 25'ini oluşturan Avrupalıların, demografik gerileme nedeniyle bu yüzyılın sonunda dünya nüfusunun sadece yüzde 4'ünü oluşturacağını belirtiyor.
AB'nin nüfus sorununu çözebilmesi için tek seçeneğin mülteci kabülü olduğu sıklıkla dile getiriliyor.
AB küresel güç olmayı başaramıyor
Yumuşak gücü ve geliştirmeye çalıştığı ortak savunma kabiliyetiyle uluslararası sahnede söz sahibi olmaya çalışan AB'nin çok fazla başarıya imza atamadığı görülüyor.
Yakın coğrafyasındaki Ukrayna'da 2013 yılındaki krizin patlak vermesinde rol oynayan AB, krizin çözümüne de hiçbir katkı sağlayamadı. AB, Kırım'ı ilhak eden ve Ukrayna'nın doğusunda faaliyet gösteren Rusya'yı kınamak ve bazı yaptırımlar uygulamaktan öte bir adım atamadı.
ABD'nin Kudüs'ü İsrail'in başkenti olarak tanıma kararı, AB'nin İsrail-Filistin sorununda daha belirgin bir rol oynama beklentisini de beraberinde getirdi. AB yetkilileri, kararın ardından kısa süre içinde Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas ve İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu'yu ayrı ayrı Brüksel'de ağırladı.
Ancak, AB'nin bu konuda ABD'nin rolünü sorgulamasına rağmen Washington yönetiminin gölgesinde kaldığı görüldü. İsrail-Filistin sorununda daha aktif bir rol üstlenmek isteyen AB, ABD'nin bu konuda kredibilitesini yitirdiğini göremeyerek barış sürecinde ABD'nin dışlanmaması gerektiğini vurgulamayı sürdürdü.
Yakın tarihin en büyük insani trajedisi haline dönüşen Suriye savaşında da durum farklı olmadı. Sık sık bölgesel aktörlerle görüşmeler yürüten , "taraflara itidal" çağrısında bulunan açıklamalar yapan ve "kınama" mesajları yayımlayan AB, Suriye savaşının seyrini değiştirecek bir hamlede bulunamadı.
Geçen hafta Birleşmiş Milletler ile düzenlediği ikinci Suriye konferansı da büyük tanıtım ve reklama rağmen beklenen yardımı toplamaktan geri kaldı.
AB'nin "başarı hikayesi" olarak öncülüğünü yürüttüğü İran nükleer anlaşmasının ise tehdit altında olduğu açık. ABD yönetimi anlaşmayı feshetmeye hazırlanırken, AB üyeleri arasından da nükleer anlaşmaya yönelik farklı açıklamalar gelmeye başladı.
AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Federica Mogherini, İran nükleer anlaşması konusunda tüm üyelerin birlik içinde hemfikir olduğunu savunmaya devam etse de art arda ABD'ye ziyaret düzenleyen Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron ve Almanya Başbakanı Angela Merkel'den farklı açıklamalar geldi. Macron ile Merkel anlaşmada eksiklikler olduğuna işaret ederek tekrar düzenlenmesine sıcak baktıklarına işaret etti.