Zarafet diye bir kavram hala var. Eski dönemlerde olduğu kadar güçlü olmasa da var. Dergilere bakarak, televizyondan görerek, birilerinden esinlenerek varılabilecek bir 'hal' de değil bu üstelik; kişinin kendini ne kadar yetiştirdiği, bilmeye ne kadar aç olduğuyla ilintili, içten gelen, ruhu yontarak elde edilen bir ustalık hali. Eğer ne demek istediğimi gözünüzün önünde tam olarak canlandıramadıysanız, Mine Tugay'a bakın, anlayacaksınız.
15 yıldır onu reklamlarda, dizilerde, tiyatro oyunlarında ve sinema filmlerinde görüyor olmamıza rağmen; ününün artık yok sayamayacağı raddeye gelmesi canlandırdığı Ender Serez rolüyle oldu. Ender'in ince ruhu, gücü ve asaleti Mine'ye çok uydu. Güzel bir projeydi ama geride kaldı, şimdi onu Defne adlı başka bir anne karakterinde, apayrı bir hayat mücadelesinin tam ortasında, trajikomik hallerde izleyeceğiz. Yeni sezonda atv'de yayınlanacak 'Kalp Hırsızı'ndaki Defne, çocuğuna babasının uzaklarda bir yerde yaşadığına dair masallar uydurmuş, onu yalnız başına büyütmeyi göze almış; ama hayat köşeye sıkıştırınca daha fazla da yalan söyleyemeyerek eve tabloları çalmak üzere giren hırsızı spontane biçimde çocuğuna babası olarak tanıtmak zorunda kalmış bir kadın. Şimdilik biz de bu kadarını biliyoruz. Devamını izledikçe öğreneceğiz.
Çok yoğun geçen bir sezonun ardından ("Ben çalışmaya doyamayan bir işkoliğim ve bunu da pek sağlıklı bulmam. Ama ilk defa üzerimdeki onulmaz yorgunluğu atmak için büyük bir tatil özlemiyle başladım bu yaza" diyor) bir yenisine başlamadan önce tatil yapmış. "2014 yazını yıllardır gitmek istediğim İskoçya ve İrlanda'ya nihayet gidebilmemle, doğayla, yeşille ve aldığım derin nefeslerle hatırlayacağım. Moher kayalıklarına vuruldum, İskoçya'ya zaten toptan aşık oldum, Loch Ness'in huzuru o kadar iyi geldi ki; yeni planım ev kiralayıp orada iki hafta daha geçirebilmek" diyor. Sislerin, pusların ardından Türkiye'ye dönüp tatilini Bodrum ve Göcek'te bitirmiş. Gelen sonbaharı da mutlulukla karşılıyor. "Eylül ve Ekim, bana hep yazdan daha umutlu gelmiştir. Benim için yaz depresiftir, sonbahar ise pozitif. Çünkü sinema, tiyatro, şehir ve ev daha fazla anlam kazanır, her şey bana daha gerçek gelir" diye anlatıyor.
Mine, İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuvarı Oyunculuk bölümü mezunu. Oyunculuk üzerine bir de yüksek lisans derecesi var. Yaklaşık 15 dizi, 12 tiyatro oyunu ve beş sinema filminde rol alan oyuncuya, kariyerindeki dönüm noktasını sorduğunuzda, hiç düşünmeden ona 2009 Lions ve Afife Tiyatro Ödülleri'nde En İyi Kadın Oyuncu ödüllerini getiren, DOT tiyatrosunun oyunu Karatavuk'ta rol almış olması olduğunu söylüyor. "Cüneyt Türel gibi büyük bir ustayla karşılıklı oynadım. Onun gibi gerçek insanları çok özlüyorum" diyor. Kalp Hırsızı'na dönersek: "Hikaye başta tuhaf görünse de sıcak bir aile dizisi. Çocuğunun mutlu ve sağlıklı yetişmesi için ona babasıyla ilgili fantastik hikayeler anlatan bir anne, Defne. Ve işin tatlı yanı, sonunda kendisi de anlattığı hikayelerdeki gibi fantastik bir durumun ortasına düşüyor ve oğlu Bora için her şeyi göze alıyor."
Kabul etmek lazım: Mine Tugay çok güzel bir kadın. Hakkında bunun sürekli yinelenmesi çok normal ama ilgimi çeken şey, çoğu kişinin onu 'aşık olunası bir kadın' olarak tarif etmesi oldu. Belli ki bununla sadece dış güzelliği değil; bir duruşu, bir duyguyu da kastediyorlar. Ona göre aşık olunası kadın, nasıl bir kadın olurdu ki? "Beni böyle tarif etmeleri ne kadar tatlıymış! Tam olarak bilemem ama soyut konuşacak olursam kendine güveni tam, ne istediğini bilen, uyumlu davranan ama karakterinden de ödün vermeyen, neşeli, sevgi dolu bir kadın aşık olunacak biri olabilir."
Onun ilgi alanlarını ve yaşamdaki hassasiyetlerini kavramanız için ille de onunla röportaj yapmanız gerekmiyor. Sosyal medya hesaplarına, özellikle Instagram'ına baktığınızda boş vakitlerini nelerle doldurmayı sevdiğini anlamak zor değil. Resim, edebiyat ve tiyatro. Kısaca, sanat. "Caravaggio, Egon Schiele, Van Gogh, Kazimir Malevich ressamlarım; Oğuz Atay, Marcel Proust, Oliver Sacks ve Jean-Paul Sartre, yazarlarım; Rilke, Baudelaire ve Metin Altıok da şairlerimdir" diyor. Ona, "Bugüne kadar hangi roman kahramanlarıyla sanki tanışıyormuşsunuz gibi bir bağ kurdunuz? Aynı soruyu sinema için de merak ediyorum" diye soruyorum. Tam beklediğim sağlamlıkta bir yanıt geliyor. "Turgenyev'in Babalar ve Oğullar romanındaki Bazarov, çok yaşayan bir kişi benim gözümde.
İçindeki alaca kargalarla barışamamış, duygusal ama aynı zamanda anarşist, hayal algısı ilginç bir karakter. Oğuz Atay'ın Tehlikeli Oyunlar romanındaki Hikmet Benol da beni çok sarsmıştır. Kafasının içindeki sorularla oyunlar oynar, ruhu karanlıktır, varoluş sıkıntıları içinde boğulmuştur. Bir kadın karakter söylemem gerekirse, o da Irvin Yalom'un Nietzsche Ağladığında adlı başyapıtının kadın kahramanı Lou Salome olacak. Özgürlükçü ruhuyla beni darmadağın etmişti. Sinemada ise gençlik yıllarımdan beri beni etkileyen, Jane Campion'un Piano adlı filmindeki Ada'yı söyleyeceğim."
Sohbet derinleşip güzelleşiyor. Öyleyse devam etmeli. Mine'ye bu sefer de şunu sormayı deniyorum: "Hiçbir sanatçı ruhlu insan, kolay insan değildir. Hiçbir sanatçıyla yaşamak, süt liman bir denize benzemez. Ama size göre, dostları, sevgilileri onları yine de niye bu kadar çok sever de vazgeçemez? Bu iniş çıkışlı insanlar, diğerlerinin hayatına neler katar?" Anlatıyor: "Yüzlerce karakter yaratan, insanlardır oyuncular. Onların cephesinden değerlendirirsek; tek boyutlu insanlar olmalarını bekleyemeyiz. Bu hiç doğru olmaz. Tam da bu nedenle renkli, heyecanlı insanlardır."
Mine, üretmek için diğerlerinin aksine huzura ihtiyaç duyuyormuş. Genelde sanatçılar duygusal rollercoaster'lardan beslenirlerdi ya hani. Kaosun olmadığı yerde toprak filiz verebiliyor mu ki? "Kendi içimde yaşadığım kaosları ayrı tutuyorum. Kastettiğim yalnızca üretim aşamasında biraz yalnız ve sakin kalmaya ihtiyacım olduğuydu" yanıtını veriyor.
Rus kültürüne ayrı bir yakınlık duyuyor, o nedenle nostaljik Trans Sibirya ekspresiyle bir tren yolculuğu yapma hayali var. Oyuncu olmasaymış rallici olurmuş; öyle diyor. Hızlı araba kullanıyor. Adrenaline bayılıyor. Son yıllarda kitesurf'e merak salması bu yüzden. Altı yıldır haftada iki saat pilates yapıyor, bir de modern dans hocası Burcu Yüce'den dans dersleri alıyor. Stratejilerle ve hesaplarla arasına mesafe koymuş bir kadın olarak, hayatın onu daha fazla incittiğini kabul ediyor; "Ama bir oyuncunun en önemli malzemeleri aklı, iradesi ve duyguları. Biri eksilirse motor bozulur. O yüzden incinmeme rağmen duygularımdan fedakarlık etmiyorum" diye durumu açıklıyor.
Erkeklerin netliği, olayları dallandırıp budaklandırmadan ele alabilme yeteneklerinin, biz kadınlarda da olabilmesini istediğini söylüyor ve onu bir erkeğin yanında durmaya ikna eden en önemli şeyin, güven duygusu olduğunu anlatıyor. "Beni sahiplendiğini hissedersem, yanında güvende olduğumdan eminsem kolayca gitmem" diyor. Son soru olarak şunu seçiyorum: "Bir röportajınızda 'büyümeyen bir kadın' olduğunuzu söylemişsiniz. Büyümeyen kadın nasıl biridir; bir insan ille de büyümeli midir?' Yine ondan beklediğim zarafette bir yanıt geliyor: "Bu soruya Oğuz Atay'dan bir alıntıyla cevap vermek isterim: "Çocuk kalmak iyiymiş, biz de iyi kaldık albayım, medeniyet bizi bozmadı."