Türkiye'nin en iyi haber sitesi
ATİLLA DORSAY

İmdat! İstanbul elden gidiyor...

Doğa olarak hep iyimserimdir, karamsarlığı sevmem. Onulmaz bir İstanbul âşığıyımdır, bu kente adeta taparım. Ama kimileri gibi ona çivi çakılmasın, her şey olduğu gibi kalsın, köhneliği aynen korunsun diyenlerden de değilimdir. Makul ölçüler içinde yenilenmeye, akıllı restorasyona, eski yapıların yeni fonksiyonlar kazanmak üzere onarılmasına sıcak bakar ve yapılan iyi işleri desteklerim. Yanmış Çırağan sarayının, Atik Ali Paşa yalısının, eski Laleli Tayyare apartmanlarının veya Akaretler'deki sıraevlerin otel olarak yenilenmesine hayran kalır, kentsel dönüşüm projelerini ilke olarak benimserim. Kente akın eden büyük sermayeye de öcü gibi bakmam. Buna rağmen, ciddi bir endişe içindeyim. Bu güzelim kent elimizden kayıp gidiyor, tarihin ve atalarımızın alıp bizlere armağan ettiği ve bir anlamda bizi korumak için görevlendirdiği efsane İstanbul giderek yağmaya, bilgisizliğe, hırsa ve ranta teslim ediliyor duygusu içindeyim. Ve bu duygu bana büyük acı veriyor. Nasıl vermesin ki, koca kent sanki dağı-taşıyla bir büyük yağmaya açılmış gibi duruyor. Gün geçmiyor ki son nefes alma alanları da devlet eliyle özel mülkiyete satılmasın... Üstelik bu satışlar büyük bir başarı gibi duyruluyor, rakamlar havada uçuşuyor, milyon dolarlar kanat çırpıyor. Oysa filan veya falan şirketin, holdingin ve sermaye grubunun aldığı arazi, aslında kentin malı, kente ve onun halkına ait. Ve oralara kentin birazcık nefes alması, doğadan kalanın asgari ölçüde korunması, deprem vb. konularda halkın toplanabil-mesi gibi çok daha yararlı toplumsal işlevler yüklemek mümkün, hatta gerekli. Ama öyle olmuyor. Eski İETT garajı için o kadar yazdım, ama ne oldu? Cevahir AVM'si oldu. Kötü mü oldu? Evet. Kötü olan Cevahir değil. AVM'leri seviyorum aslında; sinema, müzik-DVD, yemek, alışveriş gibi kişisel tutkularıma mekân oluyorlar çünkü. Ama illa da AVM-yeşil alan zıtlaşması yaratmak şart mı? O zaman tercihim, elbette yeşil alandan yana. Cevahir'le birlikte Şişli'deki son yeşil alan umudu da gitti. Ve aynı dram sürekli tekrarlanıyor: Levent'deki eski Karayolu arazisinde dev bir inşaat yükseliyor. Dolmabahçe vadisi çoktan tükendi, son kalan yeşili de Kongre Vadisi'nin betonuna feda edildi. Fulya deresi imara açıldı, Küçüksu çayırı can çekişiyor, Ortaköy vadisi yeni 'trafik tüneli' için gün sayıyor. Yakın zamanda satılan Ali Sami Yen Stadı ise yanı başındaki Likör Fabrikası'yla birlikte dev rezidans ve otel gökdelenlerine açılıyor. Ve trafik ve bina cehennemi Mecidiyeköy'deki son yeşil alan da yok oluyor. Yazık değil mi? Öte yandan, Emek ve tüm o eski Beyoğlu salonları var. Yani AVM'lere teslim edilmeye başlanan kentin en durmuş-oturmuş sosyal merkezleri. Önce Nişantaşı, şimdi Beyoğlu, yarın belki Bebek ve Arnavutköy'den başlayarak tüm Boğaz kıyıları... Sahi ne oluyor, bu kent nasıl bir akıbete sürükleniyor? Ne onca İstanbul miletvekilinin umurunda, ne de belediye başkanlarından veya bir İstanbul âşığı olduğunu hep söyleyen başbakanımızdan bir ses geliyor. Basından da Melih Aşık, Yalçın Bayer, Güngör Uras (geçen günkü 'Kimin malı kime satılıyor, belli değil' başlıklı yazısı bir harikaydı), Korhan Gümüş, Oktay Ekinci, Eyüp Can gibi birkaç kişi dışında kimse yazmıyor. Güzelim İstanbul bitip tükendiğinde ve artık kurtaracak bir karış yeşili kalmadığında herkes, hepimiz çok üzüleceğiz. Ama biraz geç olacak!

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA