"Seni başkan yaptırmayacağız" diyerek çıkılan yol, evleri mühimmat deposuna dönüştürenlerle mücadele edenlere "Erdoğan'ın polisi, Erdoğan'ın askeri"demeye kadar vardı, Kürtler usta bir gözbağcılıkla "devlete değil ama Erdoğan'a isyan etmeye" çağrıldı.
Oysa devletin eli de armut toplamıyordu. 23 Temmuz'da geçici hükümete rağmen siyasi riski yüksek olan kararlar alındı. Millet 1 Kasım'da tehlikeyi bertaraf etti. Kürtler HDP'nin uyguladığı siyasetten kazançlı değil zararlı çıktılar. Bunu anladılar. İhanete alet olmamak adına sabrediyor, örgütün ayaklanma çağrılarını cevapsız bırakıyorlar. PKK'nın tek bir arzusu var şimdi: Klasik Marksist-Leninist hareket planına göre halkı ayaklanmaya teşvik için "çelişkileri belirginleştirmek". Bunun için devletin sivil öldürmesini sağlamaya çalışıyorlar. Bu yüzden çatışmayı evlerin içine kadar sokmaya gayret ediyorlar.
Bu gerçeği HDP içindeki siyasetçiler görüyor.
"Ne oldu şimdi?" diyenler var aralarında. "Sadece bir buçuk yıl önce Kürt siyasi hareketinin yeni aktörlerinin eli silahlı militanlar değil, Meclis'te siyaset yapacak vekiller olduğunu muştuluyor, kutluyorduk. Ne oldu böyle?" diyorlar. HDP'ye oy veren Kürtler her gün, HDP'de siyaset yapanlar ara sıra kapalı kapılar ardında nasıl bir oyuna geldiklerini konuşuyor.
Demirtaş ise haliyle rahatsız. Külahını önüne koyup düşüneceği yerde kendince strateji geliştiriyor. Şöyle diyor: "HDP'de Erdoğan sevdalısı bir damar her zaman vardı. Bunlar gizli Erdoğancılardı aslında. Bizden çok Erdoğan'ı sevip sayarak, AKP ile ilişki kurarak, AKP'ye neredeyse yalakalık yaparak sorunun çözüleceğine inanıyordu bu tipler."
"Bu coğrafyada Araplarla sorunluyuz, Türkmenlerle sorunluyuz, onu bırakın Barzani'nin Kürtleri ile bile sorunluyuz. Az efendi olsak bizi bağrına basacak Türklerle aramıza mayın döşediniz, özgürlük ve refah yolumuzu dinamitlediniz"demek Erdoğancılık.
Kim neyi doğru söylese Erdoğancı oluyor yani.
Nihal Bengisu/Habertürk