Türkiye, kadına yönelik şiddetle mücadeleye karşı farkındalık oluşturmak için aldığı önlemlerle dünyada örnek gösteriliyor. Kadın ve Demokrasi Derneği (KADEM), bu yıl "Yasaya tutun, o seni korur" ana temasıyla "ısrarlı takip" konusunu başlık olarak belirledi. KADEM Mütevelli Heyet Başkanı Sümeyye Erdoğan Bayraktar, SABAH'a özel açıklamalarda bulundu:
1-KADEM Mütevelli Heyeti Başkanı ve bir kadın olarak '25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Uluslararası Mücadele Günü' ile ilgili neler söylemek istersiniz?
Tabi keşke böyle bir gün hiç olmasaydı. Şiddet çok yıkıcı bir şey. Hele ki kadına şiddet, birinin kendinden zayıf olana, savunmasız olana güç gösterisi yapması, bu şekilde tahakküm kurmaya çalışması, kabul edilemez bir durum. Fakat tüm dünyada yaygın olarak görüyoruz. Pek çok kadın en güvende olması gerektiği yerde en yakını tarafından şiddete uğruyor, zulüm görüyor, acı çekiyor fakat sesini duyuramıyor ve bir kısmı cinayete kurban gidiyor. Böyle bir günün olması, bu acıların son bulması için farkındalık oluşturmak mücadeleyi güçlendirmek adına çok önemli.
2- 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Uluslararası Mücadele Günü kapsamında düzenlediğiniz kampanyalardan bahseder misiniz?
Her yıl 25 Kasım'da şiddetin çeşitli yönlerini ele aldığımız kampanyalar düzenliyoruz. Kamu spotları ve sosyal medya içerikleri hazırlıyoruz. Saha çalışmaları yapıyoruz. Bütün bu çalışmalarla öncelikle toplumsal farkındalık oluşturmayı hedefliyoruz. Ve vereceğimiz mesajları alanda yapılmış bilimsel çalışmalardan beslenerek seçiyoruz. Örneğin, "Sen Varsan Şiddete Yer Yok" kamu spotumuzla, şiddete karşı duyarlı olmanın insani bir sorumluluk olduğuna dikkat çektik. "Şiddete Göz Yumma" İnstagram filtre uygulamamızla, şiddete sessiz kalınmaması gerektiğine vurgu yaptık. Yine "Şiddete Hakkın Yok" sloganıyla başlattığımız kampanyamızda kadına yönelik şiddeti, insan hakları ihlali olarak işledik. 2021'de kampanyamızı "Şiddetin Bahanesi Olmaz" sloganıyla başlattık. Ve hazırladığımız kamu spotları ile özellikle şiddetin öncülleri olan söz ve davranışları işaret ettik. Bu yılki kampanyamızın temasını da "Israrlı Takip" olarak belirledik.
3- Neden ısrarlı takip konusunu seçtiniz?
Çünkü özellikle son yıllarda kadınların gerek fiziksel olarak gerekse telefon ve sosyal medya üzerinden ısrarlı takibe maruz kaldığını duyuyoruz, haberlerde görüyoruz. Birçok şiddet ve cinayet vakası da ısrarlı takip sonrasında gerçekleşiyor. Yani takip, şiddetin potansiyel bir öncülü diyebiliriz. Bu öncülün farkında olunması, sonunun nereye gidebileceğinin bilinmesi çok önemli.
Fakat ısrarlı takibe maruz kalan bir kadının kendisini ve haklarını nasıl koruyacağını tam olarak bilmediğini gördük. Keza faillerde de yaptıklarının hukuken suç olduğu algısı yerleşmiş değil. Hâlbuki yakın zamanda ısrarlı takip, 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda "şiddet suçu" kapsamına alındı. Bir kere bu, şiddetle mücadelede çok önemli bir gelişme. Biz de bu yıl kamu spotumuzla ve sosyal medya içeriklerimizle, ısrarlı takibin hak ihlali ve bir şiddet türü olduğuna dikkat çekmeyi hedefledik.
Bildiğiniz gibi ısrarlı takip suçu, fiziken takip etmek veya temas kurmaya çalışmak olarak iki şekilde gerçekleşiyor. Fiziken takip etmek, kadının okula, işyerine, alışverişe giderken ısrarlı bir şekilde takip edilmesi, yoluna çıkılması, korkutulması gibi durumları içeriyor. Yine failin, kadının evinin çevresine, sokağına giderek varlığını hissettirmesi, arabasının üstüne notlar bırakıp, sürekli çiçek veya hediyeler göndermesi de fiziki takip kapsamında.
Temas kurmaya çalışmak da ısrarlı takibin bir diğer yolu. Burada da fail genellikle haberleşme ve iletişim araçlarını kullanıyor. Israrlı bir şekilde mektup, mesaj, mail gönderiyor. Sürekli telefonla arıyor. Bir de fail kendini göstermeden, üçüncü kişileri kullanarak ısrarlı takip eylemi gerçekleştirilebiliyor. Örneğin, ısrarla üçüncü bir kişiye takip ettiği kişiyi telefonla arattıran veya üçüncü kişinin kullandığı sosyal medya hesapları üzerinden mesajlar gönderten biri, ısrarlı takip suçu işlemiş olur.
Kampanyamız boyunca ısrarlı takibi anlatacağız. Rahatsız, tedirgin veya huzursuz olduğunda, korktuğunda, kendini güvende hissetmediğinde "Yasaya tutun. O seni korur" diyeceğiz. "Israrlı Takip Bir Şiddet Türüdür ve Suçtur" sloganımızla, bu eylemi hafifletmenin, görmezden gelmenin veya sessiz kalmanın doğuracağı olumsuz sonuçların altını çizeceğiz.
4- KADEM'in kadına yönelik şiddetle mücadele noktasındaki çalışmaları hakkında bilgi verir misiniz?
Öncelikle hukuken bu işin mücadelesini veriyoruz. Hukuk komisyonumuz istismara uğramış ve şiddet görmüş kadınların davalarını takip ediyor.
53 temsilciliğimizle birlikte ülke çapında faillerin yargılanması, hak ettikleri biçimde cezalandırılmaları için pek çok davanın takipçisi ve müdahili olarak mağdur kadınların yanında oluyoruz.
Bununla birlikte Kadın Destek Merkezimizi kurduk. Alanında uzman arkadaşlarımızla her türlü ihtiyaçlı kadının hukuki, psikolojik, ekonomik iyi oluşu için destek veriyoruz.
Üçüncü olarak bu alanda tüm tarafların tecrübesini dinlemek, istişare etmek ve ortak akli yakalamak çok mühim. Bu amaçla 2021 Haziran ayında kadına yönelik şiddetin bir alt başlığı olan Cinsel Taciz alanında çalıştalar düzenledik. Bu organizasyonlardan birçok koruma, önleme ve müdahale eksenli proje fikirleri ortaya çıktı. KADEM olarak bu projeleri hayata geçirmek adına çalışmalarımızı sürdürüyoruz.
Bizim en önem verdiğimiz konu toplumsal bir zihniyet dönüşümü. Bu bağlamda kurulduğumuzdan beri her 25 Kasım'da, az önce bahsettiğim gibi gerek kamu spotlarıyla, gerek sosyal medya kampanyalarıyla farkındalık oluşturmaya çalışıyoruz.
Yine bu zihniyet dönüşümüne hizmet etmesi amacıyla rutin olarak düzenlediğimiz eğitimlerimiz var. Öncelikle Güven Toplumu İnşası: Şiddetin Anatomisi ve Çözüm Yolları adıyla bizzat şiddetle ilgili eğitimimiz. MEB ile yaptığımız protokolle birlikte bu eğitimimizi okullarda öğretmenlere veriyoruz. Bunun yanında iki insan adıyla, kadın ve erkeğe temelde, yaradılışta nasıl bakmamız gerektiğini, toplumsal rolleri farklılaşsa da insan olmakta eşitlendiklerini, alanında son derece yetkin İlahiyatçı hocaların bakış acısıyla anlatıldığı eğitimlerimiz. Ve bunun yanında da biri kadını ilgilendiren yasal hakları, diğeri ise devletin sunduğu sosyal hakları anlatan eğitimlerimiz var. Bunları ülke çapında şimdiye kadar binlerce kadına ve onlarca kuruma ulaştırdık.
Bunların yansıra kadına şiddetle ilgili temel duruşumuzu 8 Mart Dünya Kadınlar Günü'nde yayınladığımız Kadın Haklarına Dair İlkeler Bildirgemizde de açıkladık. Bildirgemizde kadının temel hak ve özgürlüklerini, dokunulmazlığına dair ilkeleri tek tek ifade ettik.
Her insan gibi, kadının akıl, ruh ve beden bütünlüğü dokunulmazdır ilkesiyle, dayak, taciz, tecavüz gibi fiziksel şiddet türlerini; tahkir etme, zayıf ve yetersiz görme, sürekli kontrol etme, küçük düşürme gibi psikolojik şiddet türlerini de anlattık.
5-Şiddet kültürü sizce nereden besleniyor ve neden kuşaktan kuşağa aktarılıyor?
Elbette şiddetin hiçbir bahanesi olamaz. Ama kişileri şiddete iten davranışların altında yatan psikolojik ve sosyolojik sebepleri iyi değerlendirmek gerekiyor. Küçük yaşlarda aile içinde veya yakın çevrede yaşanan şiddet ve örselenme, küçük düşürülme, değer görmeme gibi davranışlara maruz kalınması ne yazık ki şiddete yatkınlığı artırıyor.
Sosyolojik anlamda ise; toplumun erkeğin saldırgan davranışlarını desteklemesi ve erkeklere yüklediği egemen güç olma misyonu da kişiyi pişman olmaktan ve hatasını fark ederek geri dönmekten alıkoyuyor. Burada çok detaya giremeyeceğim ama kavvamlığın aile içi düzeni ilgilendiren bir sorumluluk alma ve yönetim meselesa olduğuna ve toplumun bir kısmı üzerinde baskı kurma iddiası ile aynı şey olmadığına dikkat çekmek isterim. Dindeki kavvamlık şiddet getirmez fakat baskı kurma egemen güç olma iddiası getirebilir. Kadınlara biçilen mağdur ve yardıma muhtaç rolleri de bu iddiaya ve şiddet sarmalının pekişmesine hizmet ediyor.
Daha birçok şey sayabiliriz; düşük gelir düzeyi ile beraber yaşanan stres, alkol kullanımı, bilgisayar oyunlarından dijital platformlardaki içeriklere ve dizilere kadar pek çok alanda şiddet unsurlarının özendirilmesi, dijitalleşme ve bireyselleşme ile birlikte vefa, sadakat gibi hasletlerin geri plana atılması ve aile içi sorumluluk duygularının zayıflaması… Şiddetle mücadele dediğimiz zaman da bunların hepsini ele almak durumundayız.
6- Türkiye'de kadına yönelik şiddeti önleme noktasında ne gibi uygulamalar var? Peki, bizler, toplumsal otokontrol noktasında neler yapmalıyız? Artık insanlar komşularını dahi tanımıyor. Bu konu ile ilgili sizin önerileriniz ne olur?
Güzel bir noktaya değindiniz. Ne yazık ki şiddet failleri evin mahremiyeti gibi kişisel ve değerli bir unsuru mağdurun aleyhine kullanıyorlar. Yaygın şekilde komşularıyla da fazla iletişimde olmadıklarına şahit oluyoruz. Bu iletişimsizlik çevredeki insanların müdahalesini de zorlaştırıyor. Hâlbuki birbiriyle hukuku olan komsular şiddetin öncüllerini fark edebilir, engelleyebilirler. Şiddet yaşandığı takdirde de ya bizzat ya da kolluk kuvvetlerini haberdar ederek mağdura yardım edebilirler.
Aslında Türkiye'de son yıllarda çok ciddi mevzuat çalışmaları yapıldı. 6284 Sayılı kanundaki tedbir ve koruma kararını da öngören düzenlemeler, şiddeti önlemede büyük rol alıyor. Pek çok kadının şiddet failinin evden uzaklaştırılması ile hayatta kaldığı artık inkâr edilemez bir gerçek. Fakat bazı durumlarda ne yazık ki bu tedbir kararının tek başına çare olmadığı anlaşılıyor. Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı, Belediyeler ve STK'lara bağlı çalışan kadın konukevleri de dâhil olmak üzere toplam 149 kadın konukevi 3624 kapasite ile hizmet veriyor. Şiddet gören kadınlara barınma ve rehabilitasyon hizmeti sağlanıyor.
Ayrıca İçişleri Bakanlığı tarafından yürütülmeye başlanan KADES Kadın Destek Uygulaması ile şiddete maruz kalan kadınlar tek bir çağrı ile emniyet güçlerine ulaşabiliyor.
Emniyet güçlerinden sağlık personeli ve yargı mensuplarına kadar bütün devlet birimleri şiddetle ilgili eğitimler alıyor ve ciddi bir farkındalık sürecinden geçiyor. Zaman zaman uygulamada bazı aksaklıklar yaşansa da bu alanda bir hassasiyet geliştiğini görüyoruz.
Burada Sivil toplum kuruluşlarını da zikretmek gerekir. Kadın çalışmaları yürüten çeşitli STK'lar kadına karşı şiddetle mücadele konusunda kamuoyu oluşturan faaliyetler yürütüyor. Bu hizmetler, sığınma evlerinden meslek edindirme atölyeleri ve hukuki danışmanlıklara kadar farklı alanlarda kadınlara sunuluyor.
Bizler devletin de hedeflediği gibi şiddete karşı sıfır tolerans anlayışı ile çalışmalarımızı sürdürüyoruz. Mevcut yasanın güçlendirilmesi ve iyileştirilmesi yine üstünde çalıştığımız konular arasında yer alıyor. Yasanın güçlendirilmesine ve uygulamadan kaynaklı aksaklıkların giderilmesine ilişkin çalışmalar yapıyoruz, raporlar hazırlıyoruz. Hazırladığımız raporları, önerilerimizi ve uygulamaya dair iyileştirme taleplerimizi ilgili mercilerle paylaşıyoruz. Bu bağlamda, "6284 Hakkında Tespit ve Önerilerimiz", "Şiddet Önleme ve İzleme Merkezleri (ŞÖNİM) Hakkında Tespit ve Önerilerimiz" ve "Uygulamaya İlişkin Tespit ve Öneriler" olmak üzere üç başlık altında, ilgili mercilere sunmak üzere, 6284 ile İlgili Politika Belgesi hazırladık. Hukuk komisyonumuz ve ilgili birimlerimiz bu konuda çalışmalarına devam ediyor.
8-Mahkemelerce verilen uzaklaştırma kararlarının erkeği daha asabileştirdiği, intikam alma duygusunu giderek artırdığı iddia ediliyor. Boşanma ve karı koca anlaşmazlıklarında devreye girebilecek etkili bir mekanizma olabilir mi? Mesela eskiden aile büyükleri vardı. Bu anlamda karı koca ihtilaflarının çözümünde, çocuğun velayeti ve mal paylaşımında yargı aşaması öncesinde neler yapılabilir? Bu konuda ne tür çözüm önerileriniz olur?
Burada genel olarak gözden kaçırılan temel bir nokta var. Uzaklaştırma kararı dediğimiz şey şiddet uygulandığında ve şiddet uygulanma ihtimali olan hallerde başvurulan, öldürme riskini bertaraf eden ve bu nedenle aslında her iki tarafı da koruyan akut ve geçici bir tedbirdir. Aleyhine uzaklaştırma kararı verilen erkeğin asabileşmesi bir risk ama şiddet gören kadının kurtarılması yanında bu ikincil, daha sonra ele alınması gereken bir sorundur. Asıl olan akut olarak hayati tehlike altında bulunan insanların can güvenliğini ve beden bütünlüğünü korumaktır. İdeal olan, aile büyükleri ve benzeri mekanizmaların, şiddet daha gerçekleşmeden, aile içindeki sorunları fark edip aracı ve destek olmaya çalışmasıdır. Zaten bu mekanizma çalışsa birçok potansiyel şiddet vakası gerçekleşmeden önlenmiş olur. Ama çok üzülerek soyluyorum, yaygın olarak gördüğümüz tablo şu; geniş aile ve yakın çevre aile içi sorunları ya tamamen görmezden geliyor, ya da ailenin içişlerine fazla müdahil olarak sorunları körüklüyor. Bilgece, hikmetli ve yapıcı aracılıkları ne yazık ki pek göremiyoruz. Şiddet gerçekleştikten sonra ise genelde çok geç kalınmış oluyor. Çünkü çoğunlukla şiddete bir kez başvuran bunu tekrarlıyor ve tamir edilemez acılar meydana gelebiliyor. Bu noktada da artık aslolan mağduru kurtarmaktır. Aracılık mekanizması genelde bu noktada merhem olmaktan çıkar. Fakat konu boşanma noktasına geldiyse dediğiniz gibi şiddet daha da artabiliyor. Malumunuz "ya benimsin ya kara toprağın" algısı hala yaygın toplumumuzda. Evde dayak attığı, zulmettiği kadınla evli kalmaya çalışanların durumu, toplumumuzun genelde açık açık da konuşulamayan büyük bir sorunu. Bu algı pek çok kadın cinayetinin sebebi olarak önümüzde duruyor. Bu noktada devletimizin sağladığı hizmetler arasında boşanmada ve anlaşmazlıklarda yalnızca mal paylaşımında arabuluculuk isteğe bağlı olarak sunuluyor. Hukuken de eğer şiddet söz konusu değilse dosyada hâkimler sulha davet edebiliyor.
9-Siz de çocuk yetiştiriyorsunuz. Çocuk yetiştirme ve ailenin önemi konusundaki tespit ve tavsiyelerinizden de istifade etmek isteriz. Sizce, Türk aile yapısı hangi risklerle karşı karşıya ve neler yapılması gerekiyor?
Şiddetin, öfke kontrolü sorunlarının tohumları çocukken atılıyor. Anne baba bir sorunla karşılaştığında şiddete başvuruyorsa çocuk şiddeti bir sorun çözme yöntemi olarak kodluyor. İlk basta anne ve babanın kendi aralarındaki ilişki, birbirlerine muameleleri çocuğa örnek oluyor.
Çocuk kendisi şiddete maruz kalıyorsa zaten büyük ihtimalle o da şiddete yatkın bir yetişkin oluyor. Ve buna psikolojik şiddet da dahil. Az önce de ifade ettiğim gibi bir çocuğa değerli olduğu hissettirilmiyorsa, hor görülüyor ve özgüveni zedeleniyorsa o çocuğun şiddete başvurma ihtimali artıyor.
Çocuğun aile içinde bu risklere maruz kalmaması ve özgüveninin beslenmesi için anne gibi babanın da çocuklarla yakından ilgilenmesi gerekiyor. Bir Afrika atasözü vardır ya, bir çocuğun yetişmesi için bir köy gerekir. Sağlıklı bir çocuğun yetişmesi için anne tek başına yeterli olamaz. Öncelikle babanın, sonra geniş ailenin ve sosyalleşme için de yakın çevrenin desteği çok önemlidir.