İşte Tobias Linderoth'un o röportajı...
"İstanbul'a uçuyorum, yanında menajerim Roger Ljung var. Yolculuğun yarısı tamamlanmış gibi. İnince ne olacağını sordum, bana cevap vermedi. Sadece yüzünde hafif haylaz bir gülümseme belirdi. İçimde, daha önce hiç görmediğim, hayalini bile kuramayacağım bir şeyle karşılaşacağım hissi oluştu.
Havaalanında büyük kalabalığı gördüm, arkamı döndüm, ünlü biri mi var diye baktım. Ancak sonra şunu duydum: 'Linderoooth, Linderooooth...' Sonrası kaos. Bana doğru gelip, öptüler, havalara attılar. Çok rahat bir durumda değildim.
Şok olmuştum. Hem böyle harika karşılandığım için, hem de bu kadar fiziksel bir durum oluştuğu için. Bıyıklı amcalar vardı ve bana doğru gelip öpüyorlardı. Ailendeki en yakın insana bile böyle sevgi göstermeyebilirsin. Alışık olduğum bir şey değildi, çok özeldi. Dünya Kupası'nda oynadım, Premier Lig'de oynadım ama böylesini ilk kez gördüm.
Yeni maceram için çok heyecanlıydım, güneye gitmek istiyordum. Babam Marsilya'da oynamıştı, Fransa'nın güneyindeydik. Barcelona'da Laudrup'u izlemiştim, Guardiola benim favori oyuncumdu. İdolümdü. Bu yüzden, Avrupa'nın güneyine gitmek istedim. Bu yüzden Galatasaray ve İstanbul bana çekici geldi.
Ali Sami Yen'de, Türkiye'yi 2002 Dünya Kupası elemesinde yenmiştik ve biraz tadını almıştım. Maçın hissettirdikleri güzeldi, bunu tekrar deneyimlemek istedim. Bu tutkuyu yakından görmek istedim.
Alman hocamız Karl-Heinz Feldkamp beni istemişti, bunu biliyordum. Kaiserslautern'de birlikte oynadığı Ronnie Hellström'e beni, nasıl bir karakterde olduğumu sormuştu. İmza attığımda beni ofisine çağırdı. Eski tip bir hocaydı, sadece Almanca biliyordu. Hollanda'da yaşadığım için birkaç kelime anladım ancak söylediklerinin çoğu bana dokunmadı. Bana çok inandığını ve orta sahada defansif rolü bana vermek istediğini söyledi gibi hissettim. Tam olarak ne dedi, bilmiyorum.
Sezon öncesi çok zorluydu. Sahada çok fazla bire bir vardı, dışarıda da disiplin. Almanya, İsviçre, Avustralya'daki Türklere ulaşmak için sürekli yolculuktaydık. Statlar doluydu, hep çok fazla Galatasaray taraftarı vardı. Galatasaray'a geldiğimde, kulübün ve taraftarların neler istediğini biliyordum. Sadece şampiyonluk yetmezdi. Kopenhag'da da aynıydı, 3 yıl bunu yaşadım. Böyle talepleri olan kulüpleri seviyordum.
"LINCOLN BÜYÜK BİR YILDIZDI"
İlk 7 maçın 6'sını kazandık, 1'inde berabere kaldık. Beşiktaş'ı yendik ve bir şeyler yolunda gibi hissettim. Galatasaray kadroyu yeniliyordu ve akıllıca transferler yapmıştı. Schalke'den Lincoln gelmişti, büyük bir yıldızdı. Biz sahada çalışan oyunculardık, o da yaratıcı oyuncuydu. Dengeli, güvenilir oyunculardan kurulu bir kadroydu.
Kendimizi göstermek için motive olmuş durumdaydık. Genç, aç oyuncular da vardı. Mehmet Topal iyiydi, Arda Turan çok yetenekliydi. Arda, hem çok mücadele ediyor, hem de yaratıcılığını sahaya yansıtabiliyordu. Daha 20 yaşında, taraftarın en sevdiği oyuncuydu. Gerçekten büyük bir şeyler olacağını hissediyordum.
Sezonun ilk yumruğu beklenmedik şekilde geldi. İsviçre'de Sion ile UEFA Kupası maçına çıktık ve yarım saat sonunda 3-0 gerideydik. Neden oldu, bilmiyorum. Belki Avrupa'daki maçların basit olduğunu düşünüyorduk, ciddiye almıyorduk. Belki de en büyük hedefimiz, Türkiye'de şampiyon olmaktı, o yüzden öyle oluyordu ancak 'Bu takımın adını bile duymadık, kolayca kazanırız' anlayışıydı, benim de işimi zorlaştırdı.
Sonra UEFA'da Helsingborg ile oynadık, Sion'u elemiştik ve bu daha da güven vermişti; 'Bu takım sorunu çözer' diye düşündük. İnsanlar çok fazla mücadele etmeden kazanabileceğimizi düşünüyordu ancak fiziksel olarak güçlü, organize bir takımdı. 3-2 kaybettik, çok sinir bozucuydu. İstanbul'a geldiklerinde, gerçekten onları elemek istemiştim.
"AĞRILARIM ARTMAYA BAŞLADI"
Bu sıralarda, benim sakatlık problemlerim artık başa çıkılamaz hale gelmişti. 28 yaşındaydım ve çok genç yaştan beri elit futboldaydım. Bir sezon önce de çok fazla oynamıştım. Yeni kulübümde de kendimi göstermek için maksimum performansımı sergilemeye çalıştım. Neredeyse her maç, ağrı kesicilerle oynadım ve bir süre sonra bu benim performansımı etkilemeye başladı.
Helsingborg maçında, yüzde yüz olmadığımı hissettim, milli takım davetini de reddettim ve Panionos maçında tekrar test edebilirdim ama vazgeçtim. Operasyon öncesi son maçın Helsingborg oldu. Kalçamdaki bu ağrıyı çözmem gerektiğini hissettim. Benim için bir 'stop' anıydı ancak bu kadar kötü olabileceğini düşünmemiştim.
"ZAMANA KARŞI YARIŞIYORDUM"
1 hafta dinlendim ancak yeniden denediğimde, aynı acı geri geldi. Çok sinirlendim. Sonra Colorado'da bir doktora gittim, kalçamda sakatlık olduğu ortaya çıktı. Bir kemikte çok baskı olduğu için deformasyon vardı. Doktor o bölgeyi düzeltmeli ve üstündeki kıkırdağı da ayarlamalıydı. Aklımdaki tek şey, sezon sonuna yetişmek, Avrupa Şampiyonası'nda oynamaktı. Zamana karşı yarışıyordum.
Birkaç ay sonra, bacağımdan destek alamıyordum. Tekrar koşmaya uğraştım ancak başka sorunlar çıktı. O bölgede enfeksiyon oldu, başka sakatlıklar ortaya çıktı ve bunlar beni yavaşlattı. Ben geri dönmek için uğraşırken, Galatasaray kupa için savaşıyordu. Orada olmamak çok zordu. Kulüp ve takım arkadaşlarım için çok mutluydum. En azından kupanın kazanıldığı maçta oradaydım ve harikaydı. Her şeye rağmen, madalyamı aldım.
"MİLLİ TAKIMA GİTMEM HATAYDI"
Sonra Avrupa Şampiyonasına gittim, 20-25 dakika oynayabileceğimi düşünüyordum. Avrupa Şampiyonasında zorlamak, benim büyük hatamdı. Evimde oturup, dinlenmeliydim, vücudumu dinlemeliydim. Ardından Galatasaray ile ilk lig maçında 90 dakika oynadım, milli takım ile Arnavutluk'a gittim. Birkaç saniye sonra bir müdahale geldi ayağıma, o kadar kötü düştüm ki, bir bilek sakatlığı geçirdim, yine birkaç ay oynayamayacak durumdaydım.
Bileğim düzeldikten sonra, menisküs sakatlığı geçirdim ve yine ameliyat olmak zorundaydım, 1 ay daha uzak kaldım. Ne kadar yanlış gidebilecek şey varsa, yanlış gitti. Kendi vücuduma karşı bir savaş açmış gibiydim. Yavaş yavaş motivasyonumu kaybettim. Diğer oyuncularla çalışmak yerine, kendi başıma çalışmak zorunda da kalmıştım.
2 yıl sakatlık problemleri ile geçtikten sonra, Galatasaray'da yöneticilerle konuşmam gerektiği söylendi. Yabancı sınırı vardı ve benim yerine Shabani Nonda'yı kaydettirmek istiyorlardı. Benim için kabul edilebilirdi, bu kararı tamamen anlamıştım. Eşyalarımı topladım, kapıyı açtım ve bitti.
Bugün Galatasaray'dan hiçbir oyuncuyla iletişimim yok. İstanbul'u çok seviyorum, harika bir şehir. Oradaki insanları çok seviyorum. İstanbul, bana 'evim' gibi hissettiriyor. 3 kez tatilde oraya geri döndüm. Beni tanıyanlar, gelip öpenler oluyor. O yıllarda öğrendim ki, Galatasaray çok büyük, Türk kulüpleri çok büyük. Avrupa'da nereye giderlerse gitsinler, çok fazla taraftarları var. Tüm sorunlarıma rağmen, Galatasaray'ı düşününce pozitif düşüncelerle doluyorum." (Sporx)