Türkiye'nin en iyi haber sitesi
HAMİT EMRAH BERİŞ

Vesayetle Mücadele ve Yeni Anayasa

Türkiye'nin son yirmi yıldaki en büyük başarılarından biri, bürokratik vesayetin önemli ölçüde geriletilmesi oldu. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, partisi iktidara gelir gelmez millî iradenin tam anlamıyla kullanılmasını engelleyen bürokratik oligarşiyle mücadeleye girişti. Özellikle AK Parti iktidarının ilk döneminde müesses nizamın hükümete açıktan cephe almaktan kaçınmadığı açık. Aynı dönemde sivil veya asker fark etmeksizin çok sayıda bürokrat da siyasî iktidarın karşısında pozisyon aldı. Bu sürecin en belirgin örneği, 27 Nisan 2007 gecesi Genelkurmay Başkanlığının internet sitesine konulan e-muhtıra oldu. Siyasî iktidarın "teslim olmamasıyla" bürokrasi istediği sonuca ulaşamasa da ara ara giriştiği güç testleriyle demokratik siyaseti yokladı. Tüm bu süreçlerde Erdoğan, kendi görev ve yetki alanı dışına çıkarak seçilmişlerden rol çalmaya çalışan bürokrasiye izin vermedi. Vesayet, kararlılıkla ama tedricen ortadan kaldırıldı. Erdoğan, her adımı kararlılıkla, ama dikkatli şekilde atarak toplumu, vesayetle mücadelesine destek vermeye ikna etti. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın ısrarla vesayet sisteminin Türkiye'ye pranga vurduğunu göstermesi ve tüm riskleri göze alarak mücadeleye girişmesi toplumda ciddi anlamda karşılık buldu. Atılan her adım bir diğerini izledi ve böylece önemli bir mesafe kat edildi.

Vesayet, aslında yürürlükteki kuralların verdiği yetkilerden kaynaklanır. Bu bakımdan demokratik hukuk devletinde kamu gücünü kullanacak kişilerle kurumların görev, yetki ve sorumluluk alanlarının doğru şekilde belirlenmesi gerekir. Karar alma süreçlerinde asıl yetki, doğrudan halktan yetki alan seçilmişlerde bulunur. Atanmışlar ise seçilmişler tarafından belirlenen temel politikaları uygulamakla görevlidir. Bu süreçte karar alıcı durumunda bulunan siyasetçiler, kendi görev alanlarıyla sınırlı kalmak üzere bürokratların uzmanlıklarından yararlanabilirler. Ancak kararı alan ve uygulama talimatını veren seçilmişlerdir. Vesayet, özellikle darbe dönemleri sonrasında yapılan düzenlemeler aracılığıyla bürokratların normal şartlarda sahip olmamaları gereken yetkiler edinmelerinden kaynaklanır. Türkiye'de tüm darbeciler, demokrasiye geçişten sonra da sistem üzerindeki kontrollerinin sürmesi için vesayet kurumları ve kurallarına başvurdular. 1982 Anayasası söz konusu vesayetçi anlayışın par excellence'sı, yani en mükemmel örneği.

12 Eylül cuntası, iktidarı sivillere bıraktıktan sonra bile muktedir kalmalarını sağlayacak bir anayasa amacıyla yola çıktı. Darbeciler, 1961 Anayasasından ve bu metinde 1971 ve 1973'te yaşanan tecrübelerden en geniş şekilde yararlandılar. Anayasa böyle bir mantık üzerine oturunca alt hukukî metinler de bu ruha uygun düştü. Kurumlar, sistemin gerçek sahiplerinin bürokratlar olmasını sağlayacak şekilde örgütlendirildi. 1983 sonrasında Özal'ın surda açmaya çalıştığı gediklere rağmen dönemin ruhu nedeniyle vesayet ortadan kaldırılamadı. 1990'larda yaşanan siyasî ve ekonomik sorunlar vesayetin iyice güçlenmesini beraberinde getirdi. Demokratik siyasetin yaşadığı istikrarsızlık ve kısa süreli koalisyon hükümetleri, oluşan otorite boşluğunu bürokrasinin doldurması sonucunu doğurdu. Atanmışların ülkenin kaderine hükmetmelerinin en somut örneği 28 Şubat Süreci oldu. Bu dönemde, yalnızca meşru yollarla iktidara gelen iş başından hükümet iktidardan uzaklaştırılmakla yetinilmedi, toplumun geniş bir kesiminin hayatlarına doğrudan müdahale edildi.

AK Parti iktidara geldiğinde 28 Şubat'ın izleri hâlâ canlıydı. Siyasî yasağı 3 Kasım seçimlerinin ardından sonlanan Erdoğan'ın, partisinin ve bizatihi kendisinin yaşadıkları nedeniyle bile ne tür bir zorlu iklimin içinde bulunduğu kolayca tahmin edilebilir. Erdoğan, bu süreçte, ülkenin ekonomik kalkınmasıyla demokratikleşmesini eşzamanlı süreçler olarak gördü. Geçmişteki iktidarların yalnızca siyasî değil ekonomik hamle girişimlerini de vesayet mekanizmalarının engellediğini gayet iyi fark etti. Bu nedenle, önüne çıkarılan tüm engellere rağmen tavizsiz bir şekilde vesayetin gücünü kırmak için çaba harcadı. Elbette bu süreç oldukça zorlu şekilde ilerledi. Farklı vesayet mekanizmaları, değişik dönemlerde Erdoğan'ın karşısına çıkarak bu sürece ket vurmaya çalıştılar.

15 Temmuz darbe girişimi, aslında vesayetin demokratik rejim için taşıdığı tehdidin en belirgin örneklerinden biri. FETÖ, devlet içinde bir darbe girişiminde bulunabilecek kadar cesamete kavuşurken vesayet mekanizmalarından yararlandı. Vesayeti tesis edenler, muhtemelen zaman içinde bu sistemin FETÖ benzeri bir yapılanmanın eline geçeceğini düşünmemişlerdi. Bu vesileyle vesayetçi sistemin gerçekte kime ne zaman ve ne şekilde döneceği bilinmeyen bir silah olduğu görüldü. Dolayısıyla darbe girişiminin ardından FETÖ'yle daha aktif bir mücadeleye girişilirken diğer taraftan da bu sürece sebebiyet veren vesayet de hedefe alındı. Darbe sonrasında hayata geçirilen düzenlemelerin büyük çoğunluğu vesayetin son izlerini silme amacını taşıyordu. 2018'de Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine geçildikten sonra da yine aynı doğrultuda düzenlemeler yapıldı ve sistemin kontrolünün tam olarak seçilmişlerin eline geçmesi amaçlandı. Ama tüm bu çabaların bir yere kadar olduğunun altının çizilmesi gerekiyor. Zira FETÖ eliyle hayata geçirilmeye çalışan darbe girişimi bile vesayet kurumlarının adeta uyuyan hücreler gibi olduğunu gösterdi. Bunlar, ilk fırsat buldukları dönemde içinde bulundukları organizmaya zarar vermek için harekete geçme potansiyeline sahipler. Bundan dolayı vesayet kurumlarının sistemi ifsat etmesinin önüne geçecek tedbirlerin vakit geçirilmeksizin alınması önemli.

Yeni anayasa, vesayetin tam anlamıyla ortadan kaldırılması açısından en önemli araçlardan biri. Çoğu AK Parti döneminde olmak üzere, zaman içinde çok sayıda değişiklikle anayasadan vesayetin izlerinin silinmesi için çeşitli adımlar atıldı. Anayasanın altındaki mevzuat da sıkı sıkıya taranarak yine aynı doğrultuda değişiklikler yapıldı. Ancak 1982 Anayasasının darbe dönemine ait ruhu kendini hâlâ hissettiriyor. Dolayısıyla Türkiye Yüzyılı'na doğru bir başlangıç için yeni bir anayasa da elzem. Çağın ihtiyaçlarına uygun, demokratik bir anayasa bugüne kadar elde edilen kazanımların kalıcı olmasını beraberinde getirecek. Diğer taraftan son dönemde siyasette yaşanan yumuşama yeni anayasa için umutların tazelenmesini sağladı. Burada, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın muhalefeti de sürecin içine katma yönündeki çabalarının altının çizilmesi gerekiyor. Erdoğan ile CHP Genel Başkanı Özel arasında diyalog kanallarının sürekli açık tutulması, anayasa için birlikte hareket edilebilme ihtimalini artırıyor. TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş da Mecliste temsil edilen partilerin her birinin bu sürecin parçası olması yönünde gayret ediyor. Yeni anayasasının parlamentodaki aritmetik hesapların dışında iktidar ve muhalefetin mutabakatıyla hazırlanması toplumsal meşruluk zeminini güçlendirecek. Bu nedenle duraksamadan ve hız kesmeden anayasa çalışmalarını sürdürmek ve toplumun onayına sunmanın yeni dönemin önceliği olması gerektiği açıkça görülüyor.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA