Mine Kalpakçıoğlu, cemiyet hayatının havalı ve dikkat çeken güzellerinden biri...Galatasaray'ın 1905 kurucu üyelerinden ve aynı zamanda Ali Sami Yen'den sonra 2'nci başkanı Cevdet Kalpakçıoğlu'nun torunu... STFA'nın veliahtı Sezai Taşkent'in eski eşi... Bugüne kadar magazin sayfalarında bol bol görmeye alıştığımız Mine Kalpakçıoğlu aslında reklamcı, hem de uluslararası arenada Türkiye'yi temsil eden önemli bir isim... Babası Dışişleri'nde çalıştığı için gençliği hep yurtdışında ve Fransız okullarında geçti. Özellikle Türkiye'nin o dönem problemli olduğu Belçika, Fransa ve Yunanistan'da bulunan Kalpakçıoğlu gençliğini; "Atina'da yaşadığımız dönemde her pazar pikniğe giderdik. Bir piknik dönüşü arkadaşlarımızı arıyoruz evlerinden, ses yok. Tam piknikten döndüklerinde arabayı park ederken gelip hepsini taramışlar. Bütün aile öldü. Hayatım boyunca böyle şeyler yaşadım" diye anlatıyor. 23 yıllık reklamcı Kalpakçıoğlu ile kimsenin bilmediği yönünü ve işlerini konuştum... İşte size iş kadını Mine Kalpakçıoğlu...
Reklamcılıkla nasıl tanıştınız? Reklamcılığa Nail Keçeli ve Cemal Noyan'la çalışarak başladım. Üniversite için Türkiye'ye geldiğimde İstanbul Üniversite'sinde Tıp Fakültesi'ne girdim. Yurtdışından geldiğimde sarışın punk, motosiklete binen biriydim. Üniversiteye böyle gidip geliyorum ve garip karşılanıyorum. Adapte olamadım. 2 sene okuyabildim. Daha sonra Cen Ajans'a girdim. Stajyer olarak başladım. Reklam filmi çekimlerine götürmeye başladılar. Hoşuma gitti. Okulu bıraktım ve bu işte çalışmaya başladım. Beni yurtdışındaki işlerin başına koydular.
Sonra? Sonra yurtdışından bir iş geldi. Ayrıldım ve 1.5 yıllığına gittim. Orada dikkatimi çekti, Türkiye'de her şey 35 mm negatif çekiliyor. Orada ise herkes video çekiyor. Yurtdışından dönünce bu işlere el atalım dedim. İşte bu şekilde İmaj Stüdyoları kurulmuş oldu. Onun başına da ben geçtim. Bir süre sonra da artık kendi işimi kurma vaktim geldi dedim.
İlk işiniz ne oldu? İsviçre'den ortak iş yaptığımız bir reklam ajansı aradı. "Muhtelif yerlere gidip çekim yapmamız lazım, bunlardan biri de Çin, ama bütçe az" dediler. Bende biz İstanbul'da yaparız dedim. Kazak Türklerin derneğini aradım. 300 kişiye figüranlık yaptırdım ve Tarlabaşı'nda iki arka sokağın dekorasyonu değiştirdim. Çin sokağı yarattım. Çin'e gideceklerine Swiss Telecom'un filmini burada çektiler. Herkes memnun kaldı, sonra da reklam filmi birçok ödül kazandı. Benim için iyi bir tanıtım oldu.
Başka hangi işleri yaptınız? Geçtiğimiz yaz Haydarpaşa limanında Citroen'e reklam filmi çektik. İstanbul'a geldiler ve 1.5 ay kaldılar. Ama bu filmi Fransa'ya yaptık. Onlar da Amerika'ya sattı. Reklam filmine animasyonu karıştıran ilk işi ben yaptım. Animasyonla mandalları dans ettirdim. THY'ların halka arz reklam reklam filmini de ben yaptım.
Kimlerle çalıştınız? Reklam ödülleri töreninde bir yönetmen hep dikkatimi çekiyordu. Adamın bütün reklam filmlerini ünlü oldu. Sonunda Cannes Reklam Festivali'nde tanışma fırsatı buldum. O kişi Tarsem Singh... Bir sene sonra beni aradı ve Jeniffer Lopez'in oynadığı Hücre (The Cell) filminden sonra ikinci filmine başlamış ve bir bölümünü de İstanbul'da çekmek istediklerini belirtti. "Ayasofya'da çekmek yapmak istiyoruz ve 10 gün içinde gelmek istiyoruz" dediler. Olur dedim. Ne kadar kontağım varsa herkesi arayıp, orayı açtırdım. Sabah 4'te girip sabah 8'de turistler gelmeden çıktılar. Çok etkilendiler. Güzel bir çalışma yaptık. Filmin ismi The Fall... Türkiye'de oynamadı ama DVD'si çıktı.