ERMAN TOROĞLU: Dolar dolu zarf ve mafya!
Tarih 18 Ağustos 1993. Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupası'nda Dinamo Tiflis'in, İrlanda temsilcisi Linfield'ı ağırlayacağı maçı yönetmek üzere yardımcılarımla beraber o zaman daha bağımsızlığını yeni ilan eden Gürcistan'a hareket ediyoruz. Maç günü iki kulüp yöneticileriyle birlikte yemek yiyoruz. Yemeğin ardından Tiflis kulübünden bir yetkili ben ve üç yardımcımı arabayla otele bırakıyor. Otele gelip arabadan inmek üzereyken yetkili elimize birer zarf tutuşturuyor. Ama bana uzattığı zarfı farklı bir yerden çıkarıyor. Bunu biz inmeden hemen önce yapıyor ki tepki vermeye fırsatımız olmasın. Sonra da uzaklaşıp gidiyor. Araçtan inince açıp bakıyoruz zarfların içi dolar dolu. Yalnız benimki diğerlerine göre biraz daha şişkin. O zaman Gürcistan'da doktorların maaşı 50 dolar. Benim zarfta 3 bin dolar var! Maçın gözlemcisi de bizimle aynı otelde kalıyor. Hemen yanına gidip zarfları gözlemciye veriyoruz. Paraları görünce adamın nutku tutuluyor ve "Bunlar bende kalsın" diyor. Sonra karar değiştirip bize geri veriyor ve "UEFA bunları sizden isteyecektir" diyor. Bana "Ne düşünüyorsun?" diye soruyor, "Bu olayı şimdi açıklarsak belki de buradan çıkamayız" yanıtını veriyorum. Bunlar saat 3 gibi yaşananlar ve akşam maç var. Gürcistan Devlet Başkanı Eduard Şevardnadze de akşam maça gelecek. Maça çıkıyoruz ve Şota ile Arçil'in de oynadığı Tiflis rakibini 2-1 yeniyor. Gözlemci maçın ardından ülkeyi terk ediyor. Bizse sonraki gün Türkiye'ye dönüyoruz. Sonra UEFA Zürih'de oturum usulü yaptığı bir toplantıyla Dinamo Tiflis'e bu olay nedeniyle iki sene men cezası veriyor. Orada da çok enteresan diyaloglar yaşandı. Toplantının ardından Tiflis kulübünün yetkilileri otelde üzerime yürüyerek beni tehdit ettiler. Türkiye'ye döndükten sonra Gürcü mafyası peşime düştü. İşte o günden beri silah taşıyorum. Kullandın mı derseniz bir gün bile ateş etmedim. Sonra DYP'den milletvekili adayı olduğum için Süleyman Demirel'i çok seven Gürcüler "Bu Demirel'in adamı" diye düşünüp peşimi bıraktılar. Aslında Demirel ile alakam yoktu. Beni siyasete sokan Cavit Çağlar'dı. Bu olaydan sonra dünyaca ünlü France Football dergisi beni kapağına taşıyarak, "Dünyada böyle hakemler de varmış" manşetini attı. Bu olay dünyada ses getirdi ama Türkiye'de pek getirmedi. Çünkü o dönem maç satışı bizim hakemler arasında çok popülerdi. 1993 yılında işin içinde spor, siyaset, mafya, tabanca, tüfek olan böyle bir olay yaşadım.
Metin Tekin: Golleri ben attım ağabey!
Kendi yaşadığım bir anıyı anlatayım… Beşiktaş'taki ilk maçımda Donanma Kupası'nda Galatasaray ile karşılaşıyorduk. Maç 2-2 bitti ve İnönü Stadı'ndan çıkıp Beşiktaş'a doğru yürürken bir taksi yanıma yaklaşıp durdu. Taksi şoförü kafasını camdan çıkartıp bana "Birader, Beşiktaş- Galatasaray maçı kaç kaç?" diye sordu. Cevabım 2-2 oldu. "Beşiktaş'ın gollerini kim attı?" diye soruya devam etti. Ben de "Ben attım abi" dedim. Bunu duyunca çok şaşıran taksici "Sana adam gibi soru soruyoruz kardeşim, neden dalga geçiyorsun?" dedi ve camı kapatıp gitti. O taksicinin koskoca İstanbul'da benim oynadığım ve gollerini attığım maçı gelip bana sorması gerçekten çok enteresandı.
Levent Tüzemen: I am UEFA! (Ben UEFA'yım)
Tarih: 13 Mart 2002 Yer: Roma Olimpiyat Stadı. Mircea Lucescu yönetimindeki Galatasaray, Şampiyonlar Ligi maçında Roma ile deplasmanda karşılaşıyor. Maçın hakemi ünlü İsveçli Anders Frisk. Mondragon, Fleurquin, Victoria ve Perez'in kiralık oynadığı G.Saray, Roma önünde ilk yarı Ümit Karan'ın golüyle 1-0 öne geçiyor. Savunma ustası Lucescu bir kez hata yapıyor. Brezilya Milli Takımı'nın kaptanı ve ünlü sağ bek Cafu aşırtma bir vuruşla Mondragon'u avlıyor ve skoru 1-1'e getiriyor. Hakem Frisk maç boyu Romalı oyuncuların provokasyonlarına prim vermiyor, adam gibi maç yönetiyor ve G.Saray Roma'da Capello'nun oyuncularına futbol dersi vererek puanla İstanbul'a dönüyor. Ancak maç bitiminde beraberliği içlerine sindiremeyen Romalılar ve güya güvenliği sağlayacak olan Roma taraftarı polisler G.Antepspor'da da oynayan Romalı Lima'nın provokasyonuyla G.Saraylı oyuncuları tartaklıyorlar. Bu arada Capello Lucescu'nun saçını çekiyor. Bunların hepsini tribünden net olarak gördüm.
Maç sonu otele dönmek için arabada Can Bartu ile bekliyorduk ama kimse soyunma odasından çıkmıyordu. Üzerimde amblemi olan lacivert bir ceketim vardı ve bu ceket o gün UEFA temsilcilerinin giydiği ceketi andırıyordu. Gecikmeyi ve içeride yaşananları merak ediyordum. Oyuncuların çıktığı kapıya gidip içeri girmeyi denedim. Görevliler "Giremezsiniz" dediler. Ben de İngilizce "I am UEFA" deyip kapıdan daldım. Gördüğüm manzara dehşet vericiydi. Capone'nin sırtında cop izleri vardı ve Brezilyalı ağlıyordu. Emre Aşık'ın yediği yumruktan elmacık kemiği şişmişti. Yönetici Fatih Altaylı futbolcuları nezarete götürmeye çalışan polislere karşı şiddetle direniyordu. G.Saray soyunma odasının kapısı bir anda futbolcuları polise vermemek adına kilitlendi. O arada rahmetli Dış İşleri Bakanı İsmail Cem arandı. Cem devreye girdikten sonra olaylar yatıştı. Pasaportlar verilmedi. Sahadaki ve soyunma odasındaki en güzel görüntüleri rahmetli Süleyman Gültekin çekmişti ve olaylar SABAH gazetesinin birinci sayfasında manşetten verildi.
Gürcan bilgiç: Ağlatan veda, bölüm 2!
Fenerbahçe Mustafa Denizli ile şampiyonluk virajındaydı. Samsun deplasmanında kazandıkları anda Galatasaray'ın dört yıllık tahakkümünü bitireceklerdi. Aziz Yıldırım, 2000 Avrupa Şampiyonası'nda çeyrek final oynayan Milli Takım'ın teknik direktörü Mustafa Denizli'yi takımın başına getirmiş ve 70 milyon dolarlık bir transfer harcaması ile çok önemli oyuncuları kadroya katmıştı. Bunun semeresini almak üzerelerdi. Ancak Aziz Yıldırım, aradan geçen yıllarda yıpranmıştı. Son haftaya girilirken Mustafa Denizli ile dertleşip ağlayarak şampiyonluk sonrasında başkanlığa devam etmeyeceğini söylemişti. Kader birliği yapan ikilinin, son maç öncesindeki sırrı buydu. Ama üçüncü şahıslara bu olay gitti. Oradan da bizim kulağımıza geldi. Fenerbahçe ertesi gün şampiyonluk maçına çıkacaktı. Dönemin SABAH Spor Müdürü İbrahim Seten ile haberi tartıştık. Maç günü yayınlayıp yayınlamamak konusunda çok düşündük. Sonrasında bu noktaya kadar gelen bir ekibin, böyle bir haberden etkilenmeyeceğini düşündük. Daha büyük zorlukları aşmışlardı. Maç günü, "Ağlatan veda" başlığı ile Aziz Yıldırım'ın ayrılacağını duyurduk. Ortalık karıştı elbette. Başta haberi atlayan tecrübeli gazeteci ağabeylerimiz, çevresindeki yöneticilere "gaz" veriyorlardı. Aziz Yıldırım, Büyük Samsun Oteli'ndeki odamın kapısında belirdi. Şaşırdım elbette. Bu haberin maç gününde yayınlanmasına sinirlenmişti. Cömert Aslan ile birlikte dinledik kendisini. O güne dair dedikodularda bağırıp, çağırdığı, hatta darp ettiği söylendi. Ama "lan" bile demedi. Kendisini sakinleştirip, niye yazdığımızı anlatmaya çalıştık. Maç 3-1 bitti. Fenerbahçe şampiyon oldu. Yine de haberin yankıları devam ediyordu. Habere tepki vardı ama yalanlama yapamadılar. Üç gün sonra Şansal Büyüka ile Show TV'de programa çıktı Aziz Yıldırım. Seneyi anlattıktan sonra "ağlayarak" başkanlığı bırakacağını açıkladı. Daha sonra müdürlüğümüzü de yapacak olan Emrah Kayalıoğlu, gecenin 12'sinde ekibi toplayıp, gazeteye geldi ve sayfayı yeniden yaptı. Başlık; "Ağlatan veda 2" idi.
Ömer Üründül: Kendimi stüdyoda buldum!
Üçüncü olduğumuz Dünya Kupası'nda yorumladığım Türkiye-Senegal milli maçında İlhan Mansız'ın golünden sonra kendimi kaybettim. Karşılaşmanın ardından stüdyoda canlı yayına katılacaktım ve yayın yaptığımız yerle arasında mesafe vardı. Ben 10 dakika boyunca hiçbir şey hatırlamıyordum. Gözlerimi açtığımda arkadaşlar beni stüdyoya getirmiş ve yayına hazır halde koltuğa oturtmuştu. Benim için unutulmaz bir andı.
Bülent Timurlenk: Zola Fenerbahçe'de(!)
2000 yılında Fenerbahçe'nin İtalyan forvet Zola'ya talip olduğu dedikodusu vardı. Zola'ya ulaşmamız lazım. Menajerine ulaşabilmek için İtalyan gazetecilerden yardım istedik. Elbette Zola haberini paylaşarak. Menajerin numarası karşılığında Zola-Fenerbahçe haberini koparan gazeteci, "Fenerbahçe'nin o kadar parası var mı?" diye sordu. "Ne demek o kadar parası var mı? Aziz Yıldırım isterse Zola ile Di Matteo ve Poyet'i de alır" dedik, kapattık telefonu. Ertesi gün La Gazzetta dello Sport haberi verdi. İki gün sonra bir spor gazetesinin birinci sayfasında tek bir haber ve üç futbolcunun poster gibi fotoğrafları vardı. Manşette: "Zola, Di Matteo ve Poyet Fenerbahçe'de" yazıyordu. Kaynakları sağlamdı: İtalyan medyası! Hiçbiri İstanbul'a gelmedi ama F.Bahçe'nin parası vardı, biz doğruyu söylemiştik, İtalyan işine geleni yazmıştı.
Murat Özbostan: Sabah devrimdir
TAM 18 yıldır gururla hizmet ettiğim SABAH gazetesinin 30. yılında da bulunmak benim için ayrı bir mutluluk ve şereftir. Benim için SABAH bir devrimdir... Bir isyandır, bir sestir, bir haykırıştır... 30 yıldır Türk basınına değer katan bir markadır.. Hızlı, doğru ve dürüst bilgiye ulaşmanın kalbidir. Etik değerlere bağlı kalan ender gazetelerden biridir... Nice yıllara SABAH...