Tarihler 9 Aralık 2002. SABAH gazetesinin manşetine bir dünya güzeli oturmuş... Başlık; Pazenli Kraliçe...
Azra Akın Türkiye'ye gurur yaşatan isimlerden biriydi. 8 Aralık 2002 gecesi, Nijerya'daki recm olayları nedeniyle 'yarışmadan çekil' baskısına boyun eğmedi ve 21 yaşında, dünya güzeli olan üçüncü Türk unvanını aldı. SABAH gazetesi üç gün boyunca Azra Akın'ın hayatını, yarışmaya kadar yaşadıklarını yazı dizisi haline getirdi. Biz bugün SABAH'ın 30. yaşını kutlarken, hayatımıza güzellİk katan, görgü, bilgi ve eğitimiyle dünyaya Türk kadınını tanıtan temsilcimiz Azra Akın'la biraraya geldik. Hayatının 30 yılını masaya yatırdık... Eski günleri yâd ettik...
- Biraz geçmişe gidip, anneniz ve babanız diyerek konuya başlasam... Sizi şekillendiren, bugünlere getiren bu iki insanı nasıl anlatırsınız bize?
Hollanda'da doğdum. Annem ilkokul öğretmeni, babam inşaat mühendisi... Çocuklarına özen gösteren, ne istediğini, ne düşündüğünü merak eden, nasıl bir ruh olduğunu anlamaya çalışan bir ailem var. Bizim evde saklı gizli yoktur, her şey konuşulur... Babam bir yandan babam, bir yandan arkadaşım olmaya çalışmıştır. Annem çocuklarını ezmeden, aşağılamadan, yücelterek, güven vererek yaklaşan bir kadın. Böyle büyütülen bir çocuk benlikle yakın olur. Maske takmaya ihtiyaç duymaz.
- Peri masalı gibi bir çocukluk geçirdiğinizi mi söylüyorsunuz?
Bu dünyada kimse doğduğu saflıkla yaşamıyor. Bir şekilde derslerimiz oluyor. Benim de oldu. Bazı anılarım vardır acıdır. Kimse dokunulmaz değil! Ve acılarımız bizi şekillendiriyor. Önemli olan bunların bize engel olmaması.
- Türkiye kökenli bir ailenin çocuğu olarak Hollanda'da doğup büyümek sizi arada bıraktı mı?
Hem bizim bayramlarımızı kutlardık, hem de yaşadığımız ülke vatandaşlarının. Midye dolma, elma şekeri yiyerek büyüdük... Domatesi suları aka aka ısırmayı bilirdik... Ama Paskalya yumurtası da boyadık. Arada kalmadık, iki ülke kültürüyle zenginleştik.
- Çok özel bir okulda eğitim görmüşsünüz. Sanırım bu okulun da katkısı oldu kişiliğinizde...
Rudolf Steiner'in dünyanın dört bir yanında kurduğu Waldorf Okulları vardır. Onlardan birinde okudum. Kesinlikle bu da beni şekillendiren unsurlardan. Ailem, ruhuma uygun bir okul olduğunu düşünmüş ve tek Türk olarak orada okumaya başlamıştım... Bu okulda zihin, vücut, ruh bir bütün olarak düşünülüyor. Bir düzen ve disiplin içinde ama oyunsal biçimde eğitim veriliyor. Hayal gücüne çok önem verilen bir okuldu. Yeteneklerimin üzerine gittiler. Bildiğimiz standart derslerin yanı sıra, sanatla ilgili geniş bir yelpaze kurdular. Marangozluk yaptım, dikiş dikmeyi öğrendim. Hayata dair her detayı bu okulda öğrendim.
- Dans da ayrılmaz bir parçanız...
İki buçuk yaşımda anlamışlar ki, müzik ve dansa karşı bir hissim var. 16 yaşıma kadar bale yaptım...
- Güzelliğine övgü alan bir genç kız mıydınız?
Güzelliğimden ziyade yeteneklerimle övgü alan bir çocuktum. Bir sürü şey vardı bende, resim yaptım, sahneye çıktım, bale yaptım, flüt çaldım, koştum, düştüm... Güzellik bunların çok gerisindeydi... Büyüdüğümde de, "Kızımız çok güzel" diye övünen bir ailem yoktu. Hiçbir zaman o bilinçle büyümedim. Benliğim çok önemliydi onlar için. Ama bir prenses gibi özen de gösterirlerdi. Bize verdikleri ve hissettirdikleri değer çok özeldi. Aynaya baktığımda "Ne kadar güzelim" demiyordum. Aynada Azra'yı görüyordum. Ne kadar tuhaf geliyor değil mi, güzellik yarışmasına katılmam?
- Evet kesinlikle. Madem güzellik olgusu bu kadar geri planda hayatınızda. Nereden çıktı yarışmaya katılmak?
Aile dostumuz Cemal Bey'in fikriydi. Evimizdeydi. Elite Look diye bir yarışma için fotoğraf göndermemi istedi. İtiraz ettim. Babam da sıcak bakmıştı diye anımsıyorum. Onun benimle ilgili komik bir cümlesi vardır. Der ki; "Bir B.B var (Brigitte Bardot), bir M.M (Marilyn Monroe), bir de A.A yani sen..." Yarışmaya fotoğraflarım gönderildi. İki hafta sonra biri aradı, "İlla bekliyoruz yarışmaya Türkiye'ye" diye...
- Havalara uçmuşsunuzdur...
Hayır aslında... Annemin işi var, benim okulum var... 16 yaşımdayım ve tek başıma gitmem imkansız. Bu yarışmaya katılmama neden olan Cemal Bey, annem ve ben kalktık Türkiye'ye geldik bin bir macerayla. "Yarışmaya gireceğim birinci olmam gerek" diye bir duygu yok bende, jürinin önünde yürümek hayatım boyunca aldığım eğitim sayesinde çok doğal. Bir amaç için gitmedim. Kampa girdim... Orayı anlatmak için ayrı bir kitap yazmam gerekiyor. 16 yaşımdaydım ve disiplinliydim, ayrı bir disiplinden geliyordum. Oradaki ekip çok kısa bir süre içinde benim yaşımdaki çocuklarla, bir sürü insanın davet edildiği bir organizasyonu yapmaya çalışıyorlardı. Benim gibi bu işlere yaktın biri gidince kolaydı ama oradaki her kız için kolay değildi. Sesler yükseliyor, bağırılıyor, çağırılıyor, zaman zaman aşağılayıcı bir yaklaşım vardı. Vicdanım çok büyük bir sınavdan geçti orada. 16 yaşımda bunlarla karşılaşınca 'Haksızlık bu' diye isyan etmek istedim ama edemedim. Anne babamı da arayamıyordum, tek telefon hakkımız vardı. Güzel ve heyecanlıydı ama büyük mücadeleler yaşandı. Sonra kazandım.
- Mutlu oldunuz mu?
Acı bir andı benim için. Kimse inanmaz belki ama bu benim gerçeğim: İsmimi söylediler, öne doğru yürümem gerekiyor... Ruhen ekip, grup insanıyım. Tek başıma öne doğru yürüttüler ya beni, herkesi arkada bırakma hissi acı geldi. 16 yaşımdayım, öyle bir hırsım yok bir kere. Ama çok kırıldığım bir anı da yaşadım: Kampta biri vardır, diğer kızlara göre daha yakınlaşırsın. O arkadaşım birinci olduktan sonra yanıma gelmedi, bir yıkım, bir hayal kırıklığı... Bana ilk Tuba Ünsal sarıldı. O kadar iyi geldi ki o an. Sahnede gelip bana sarıldığı anı hiç unutmam. O gece "Bundan sonra başıma neler gelecek?" diye uyudum. Altı ay sonra Elite Look Fransa'ya katıldım. Bir sene böyle geçti. Liseyi bitirdim. Model olarak çalışmaya başladım. Bu yolla dünyayı gezebilecektim. Çünkü bu sıfatlarla ne yapacağımı bilemiyordum. Türkiye güzellik yarışmasına katılmam için telefon geldi. Kıbrıs'a gidebilmek için, tecrübe için "Olur" dedim. Kazanınca yeni bir yol açıldı: dünya güzellik yarışması... Afrika'ya gideceğim için çok mutluydum. Her ülkeden insan vardı. Yarışmaya hazırlık ortamını özlemiştim.
- Neden sizi dünya güzeli seçtiler sizce?
İnsan sevdiğim için ve insanlara yardım etmeyi sevdiğim için. Ruhum yüzünden dünya güzeli seçildim. Sonra bir yıl boyunca yardım elçisi olarak dünyanın en zor durumdaki insanlarıyla bir aradaydım. Yaşım 21. Dünya güzeli seçildikten sonra yaptıklarım daha önemliydi ama kimse ilgilenmedi. Esas mesele güzel olmak değildi aslında. Dünya güzellik yarışması yardım için kurulmuş bir organizasyon.
- Dünya güzeli seçilince yıllar ışık hızıyla geçti mi sonrasında...
Kesinlikle... Dünyayı dolaştım, bir filmde oynadım, sonra iki sene dizi çektim. Orada bir noktada hayatımın dönüm noktası olabilecek bir olay yaşadım: 2006 yılında Londra Lambda Akademi'de iki ay oyunculukla ilgili bir kursa gittim. Çünkü birinin bana "İyisin bu işte devam edebilirsin" demesine ihtiyacım vardı. Çevreme güvenemedim bu konuda. Okulda eğitim görmem için sınav fırsatı verdiler. Sınava girdim. Okula kabul edildim (gözleri doluyor). Çok istedim orada okumayı ama yapamadım. Çok yoğundum ve çalışma tempomu ayarlayamadım, verilen sözler vardı. İçimde kalan en önemli şey Londra'da Lambda Akademi'de okuyamamak.
- Dünya güzeli olmak nasıl bir sorumluluk yüklüyor insanın üzerine?
Sadece bu kavramla büyümediğim için, yeteneklerim ve düşüncelerimle değer görüldüğüm için, bir tek bu damgayı yemek biraz ağır oldu. Özellikle oyuncu olmaya karar verdikten sonra, "Hem güzel hem yetenekli olmaz, ikisi birden olmaz" diye düşündü insanlar. Güzelliğimin gölgesinde kalan yeteneğimi ispat etmek için özel çaba harcadım.
- 33 yıllık yaşamınızda, kariyer, güzellik, başarı grafik hiç inmeden çıkmış... Aşkta mutlu oldunuz mu peki?
Ne güzel sevebiliyormuşum. Karşıdaki kişi nasıl algılıyor bilemem ama kendimle ilgili keşfettiğim şey bu: ben çok güzel seven bir kadınım. Derin, yoğun bir şekilde aşkı yaşayabilen bir kadınım. Aşka hak ettiği değeri hatta fazlasını veren biriyim. Biraz fazla... Kendine değer vermeyi öğrenmek sonradan öğreniliyor, tecrübeyle. Arada tokatlamalarla geliyor.
- Siz bu anlamda değiştiniz mi?
İçimdeki saflığı koruduğumu düşünüyorum her zaman ama her kadının hayatında bir dönüm noktası oluyor. Genç bir kadın ve biraz acı yaşamış olgun bir kadının farkı nedir? Biraz olgunlaşmış ve acı yaşamış kadının kulakları, gözleri biraz daha açık olmaya başlar, biraz daha net görmeye başlar her şeyi. Genç bir kadının gözü kapalıdır. Ona güzel bir şey sunulur, o güzel şeye bakar ve der ki, "Ne kadar güzel" der hayran olur.
- En büyük çılgınlığınız bu muydu?
Hayır en büyük çılgınlığı duygusal olarak yaptım... Risk aldım sürekli... Pişman değilim. Bunlar benim seçimlerimdi, kurban değilim yani...
Saçımın rengini ilk kez değiştirdim
- Saçlarınız rengini değiştirdiniz bir marka için, iyi geldi mi?
Son iki senedir, ne hissediyorsam geliyor bana. Değişim istedim bu reklam kampanyası geldi. Renginden çok memnunum saçımdan. Loreal ekibini çok sevdim, belki ilerde başka değişimler de olur. Karakter yaratırken uçlara gitmek istiyorum. Doğal rengimi de çok seviyordum, hep uzundu saçlarım... Ama değiştirme zamanı geldi galiba... Değişim güzel hissettirdi bana.
- Nasıl koruyorsunuz formunuzu?
Devamlı spor alışkanlığı olan biri değilim. Bir şeye derin bir halde girerim. Sporum da böyle. Devamlılık daha önemli aslında. Onu öğrenmeye çalışıyorum, haftada dört gün yapmaya çalışıyorum. Cildimi yatmadan önce mutlaka temizlemem gerekiyor. Yağlar güzel geliyor. Nemlendirmeye özen gösteriyorum. Ruhum için kitap, film, dans, arkadaş, dost, seyahat etmek, doğaya gitmek, suya girmek çok iyi geliyor...