Sayın Kılıçdaroğlu bu mesajında allem etmiş kallem etmiş gene cumhurbaşkanına yüklenmiş (Yenikapı ne yana düşer usta, Çatladıkapı ne yana?) Sonra da kendi kavlince cumhuriyetin niteliklerini özetlemiş. Diyor ki: '... cumhuriyetimizin temeline bizzat Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk'ün yerleştirdiği demokratik, laik ve sosyal hukuk devleti...' Acaba doğru mu söylüyor? Atatürk'ün kurduğu devlet elbette bir hukuk devletidir. Mesela Serbest Fırka'yı kendi kendini feshetmeye zorlayacak, Nâzım Hikmet ve Kemal Tahir'e haksız yere yirmi sekiz yıl yapıştıracak kadar... Ama 'demokratik ve sosyal' bir devlet değildir. Hatta, başlangıcında 'laik' bile değildi. Bu kavram cumhuriyete 'sonradan giydirilmiş' bir gömlektir. Bütün Atatürk devrimleri gibi. 1923 yılında daha 'hilafet' bile kaldırılmamıştı! 'Demokratik ve sosyal devlet' söylemi de bize altmışlı yılların hediyesidir. 27 Mayıs darbesinden ve 1961 Anayasası'ndan önce böyle bir laf yoktu ortalıkta. Demokratik olduğu ileri sürülen devleti kuranlar önce birbirlerine düşmüşler, bir kanat öbür kanadı tasfiye etmiş, devletin kuruluşundan hemen iki yıl sonra da her türlü muhalefet ortadan kaldırılmıştır, o düzen yirmi yıl sürmek üzere... Madem kurulacak olan devlet demokratik bir devletti, 1923 seçimlerine ilk meclisteki 'muhalif grubun' girmesine niçin engel olundu? Daha sonra, Atatürk'ün Büyük Nutuk'unda en ağır ifadelerle yerin dibine batırdığı silah arkadaşları 1925'te niçin tasfiye edildiler? Ak Parti'de FETÖ tasfiyesinin ne kadar yavaş olduğu üzerine en fazla kalem oynatan yazarlardan biriyim.. Çoğu kimsenin bildiği halde çekindiği pek çok kişiyi ve olayı bu sütunda cesurca yazdım... Ne gazetenin yönetiminden ne de patronajından bir defa olsun, 'Amman o isim hakkında öyle demeyelim' türü bir şey de gelmedi.. O bakımdan çok rahatım. Dolayısıyla bugün ortaya koyacağım davranış biçiminin, öznel korumacılık olmadığını, sadık okurlarım bilecektir.. Şimdi ilan ediyorum.. Ak Parti içindeki FETÖ bağlantılı tesirli kişiler hakkındaki muhalefetimi erteledim.. Evet erteledim.. - Kabinede bir revizyon yapılana dek.. - Parti MYK'sında bir temizlik yapılana dek.. - Belediye başkanları hakkında merkezden bir karar alınana dek.. Erteledim.. Neden? Bakın değerli dostlar.. Bu iç temizlik konusunda Ak Parti'nin ve Ak Parti medyasının ortaya koyduğu özgüvenli tavır karşısında, CHP medyasının ve özellikle de FETÖ'nün bunu tepe tepe kullandığını gördüm.. Ne zaman Ak parti içine sirayet etmiş bir FETÖ kırıntısı ile ilgili tek satır yazı yazılsa, ihanet medyasında bu kocaman manşet oluyor.. Misal bir müptezel.. Hakkında yakalama kararı çıkmış bir terör örgütü üyesi.. Saklandığı inden Ak Partili isimleri darbenin siyasi ayağı olarak ilan ediyor.. Böylece, kendi nohut kadar zekasınca darbe girişiminin Ak Parti içindeki bir güç mücadelesi olduğuna kamuoyunu ikna etmeye çalışıyor.. Oysa hepimiz biliyoruz ki, 15 Temmuz bir FETÖ'cü işgal girişimidir.. ve Ak Parti tam kadro bu işgal girişiminin karşısında durmuştur.. Bireysel anlamda işbirliği yapmış olan varsa.. Yahut ödlek tavuk gibi sabaha kadar saklanmış olan Ak Partililer varsa da bu artık iyot gibi açığa çıkmış durumdadır.. Gereken de yapılacaktır.. Amma 30 Mart'tan başlamak üzere, bugüne kadar FETÖ, Ak Parti'yle mi hareket etti yoksa CHP'yle mi?.. Bizim şimdi yüksek sesle bunu hatırlatmamız lazım.. Nasıl oluyor da Ak Parti medyası da CHP medyası da, FETÖ'cüler de aynı anda Ak Parti'ye yükleniyor?.. Ben bunda da bir FETÖ tertibi ararım o zaman.. Kurban bayramlarının o alışıldık görüntülerine bir süredir rastlamıyoruz. Artık trafikte koşturan boğalar, kan gölüne dönmüş sokaklar yok. Demek ki, yerel yönetimler gerekli tedbirleri alıp organize olarak vatandaşa kurban kesimi için 'hizmet' verince 'oluyormuş.' Mevzu birilerinin yıllardır tekrar edip durduğu gibi halkın ya da İslam'ın 'vahşiliği' değil, tesissizliğimizmiş... Gelin gürün ki gelinen aşama, varoluşu, aşağılık kompleksine, yaşadığı toplumu, onun inançlarını, değerlerini, geleneklerini 'aşağılamaya' dayanan self oryantalistleri tatmin etmiyor. Dün de Cumhuriyet gibi mecralar, 20 milyona dayanan İstanbul'dan içlerini rahatlatacak kimi enstantaneler yakalamayı başarmışlardı. Kapasitesini aşınca patlayan birkaç giderden denize, dereye karışan kan görüntüleri vs. Ha 'rahatladılar mı peki' derseniz... Hiç sanmıyorum. İçlerindeki nefreti o kadarcık kanla doyurmaları imkânsız. Kayyum atanan belediyelerdeki Kürtçe tabelaların indirilmesine ilk tepki bizzat İçişleri Bakanı Süleyman Soylu'dan geldi. İçişleri Bakanı Soylu, 'Meselemiz terör, Kürtçe bizim dilimiz' dedikten sonra sökülen veya silinen Kürtçe tabelaların yeniden eskisi haline getirileceği mesajını verdi. Buna rağmen 'kayyum kararı'nı Kürtlere, Kürt seçmene, Kürtçeye yapılan bir hareket olarak değerlendirenlerin sayısı az değil. Oysa Süleyman Soylu'nun da vurguladığı gibi Kürtçe'bizim dilimiz'; PKK'nın, HDP'nin veya PYD'nin kullandığı dil ise terör dilidir. PKK için Kürtçe, terörü gizlemek için kullanılan tabeladan öte bir öneme sahip değil. PKK ve HDP'nin astığı Kürtçe tabelalar, bugüne kadar sadece terörü gizleme işlevi gördü. Zaten HDP'li belediyeler 'tabela belediyeler' haline getirilmiş durumda; bu belediyeler millete değil, teröre hizmet ediyor. PKK sadece Kürtçeyi değil, Kürtçe konuşanları da eline silah vermek suretiyle bir teröriste dönüştürdü, üstelik teröre direnen Kürtleri 'hain' ilan ederek öldürdü. PKK 40 yıldır kan akıtıyor, insan öldürüyor ve öldürtüyor. Bu kanlı döngüyü ise 'Kürtler' ve 'Kürtçe' ile perdelemeye çalışıyor. Bu silahın, örgütün elinden alınması gerekiyor. PKK ve onun uzantısı belediyelere müdahale edilmesi elbette doğrudur; sadece belediyelere de değil teröre bulaşan HDP'lilere de bunun hesabı hukuk dairesi içinde sorulmalı. Eğer terör ve terör bağlantılı unsurlarla etkin mücadele yerine, kafalar daha ilk dakikada Kürtçe tabelalara takılırsa büyük hatalara düşülür. PKK'nın misyonu zaten Kürtleri, Kürtçeyi kendi tekeline alma ve onu sınırsızca kullanmadır. Örgüt, Kürtçeyi terör dili haline getirerek devleti bir dile, bir halka düşman etmeye çalıştı. Devletin dille, dillerle meselesi olamaz; terörle, teröristle, terörün uzantısı haline gelenlerle meselesi olabilir. Cumhurbaşkanı, kamudaki tasfiyelerin büyük çoğunluğunda böyle bir yanlış yapıldığını düşünse, o noktaya işaret ederdi. Halbuki 'özellikle yazılı ve görsel medyada' diyerek, kamuoyunu yanlış yönlendiren zatların çoğunluğundan bahsediyor. Kamudaki tasfiyeler noktasında da, yetkilileri uyarmaktan geri durmuyor elbette. Örneğin en son, valilere yönelik yaptığı konuşmada şöyle demişti: 'Zaman zaman titiz davranılmadığı serzenişleri geliyor. İşin başında hepsini söyledik; intikam duygusuyla değil adaletle çalışacağız. Benim tavsiyem şu, sizlerden memurları açığa alma noktasında bir yarışa girmenizi istemiyorum sadece adil davranmanızı istiyorum. Çünkü bizim değerlerimizde zulüm yoktur, adil davranalım, zulmedenleri yerinden alalım.' Bu uyarıların da, tespitlerin de yerinde olduğunu düşünmekle birlikte, Cumhurbaşkanı'nın sözünden aldığı güçle, mevzuyu tam tersi yöne çekenler de var. Neymiş, ihtiyaçtan Bank Asya'dan kredi almış; neymiş, baskıyla tivitleri ikiye katlamış; neymiş, çocuğunu öğretmeninden ayırmak istememiş de okulundan aldıramamış... At izini, it izinden ayırma hassasiyetimizi, it izini at izi gibi göstermeye kalkışarak suiistimaleden bir cüret bu. Bir de araya kırkı çıkmamış bebek, su verilmeyen tutuklu, ismini bile vermediği baskı altındaki hâkim gibi ağlak anekdotlar serpiştirerek, en az 257 kişinin katili olan, Cumhurbaşkanı'nın da canına kast etmiş örgüt mensuplarına acındırmaya kalkışılıyor! Bundan bir yıl önce, 'Paralel yapıyla mücadelede çok merhametli gidiliyor' dediğim için linç edilirken, linççi güruhun yardımına koşan tam da bu tür acındırma çabalarıydı. Acıdık,nerdeyse acınacak hale geliyorduk ve şimdi aynı isimler yine aynı taktiklerle FETÖ mensuplarının aklanmasını isteyebiliyorlar. Bir daha asla! En az 257 aile bayrama yas içinde girdi. Tam iki aydır, hiç dönmeyecek analarının, babalarının yolunu gözleyen evlâtlar var. Kolunu, bacağını, sağlığını yitirmiş gazilerimiz var. Ağlayacaksanız, oturun bunlara ağlayın... Medyada, Kurban Bayramı günlerinde Kurban'ın gerçek anlamı üzerinde durulsa ve Kur'an-ı Kerim ve Hadislerdeki Kurban'la ilgili emirlerin hikmetleri üzerine kafa yorulsa daha iyi olur şüphesiz. Kurban kesmeyi mümkünse kişinin kendisinin yapmasının, hayvan kesilirken belirli yaşlarda bulunan çocukların da orada bulunmasını temin etmenin... mutlaka ama mutlaka hikmetli tarafları olması gerek çünkü. Kurban ibadetini önlemenin mümkün olmadığı anlaşıldığında devreye sokulan 'kurban kesiminin çoluk-çocuğa kesinlikle izlettirilmemesi' şeklindeki söylem, söz konusu ibadetten beklenen faydalardan bazılarını iptal etme manasına geliyor olabilir pekala. Usulüne uygun olarak hazırlanıp, 'Bismillahi Allahü Ekber' zikriyle mümkün olduğu kadar acı verilmeden kesilen hayvanların bundan sonraki durumlarının, izleyen insanlarda ne türden duygulara sebebiyet verdiği ve verebileceği, üzerinde ciddiyetle durulması gereken bir konu. Hayatlarının sonraki aşamalarında herhangi bir şekilde kanla karşılaşacak kişiler, ilk kan görme deneyimlerini kurbanla yaşadıklarını için, belki de daha dayanıklı olabilirler mesela. Kurban kesilmesine şahit olmanın, bazı insanların içlerinde var olduğu düşünülebilecek vahşet duygusunun körelmesinde rol oynayıp oynamayacağı, uzmanlarının bilebileceği bir şey. Ancak kurban edilen hayvanın can çekişmesini seyreden birisinin, hayatının ileriki aşamalarında bir başkasının hayatına son vermeye kalkışmasının son derece olduğu söylenebilir. İçimizden birileri emir ve yasakları ile kavga etmeye çalışmak yerine, bu ülkedeki insanların kahir ekseriyetinin mensup olduğu İslam'ın değerlerini anlamaya çalışsalar keşke..... 28 belediyeye kayyum atandı diye bazıları kıyameti koparıyor. Vay efendim, 'Kayyum atanmış da, belediye işçileri memnunolmayıp eylem yapınca sokaklar çöplük olmuş... Çöpler toplanmadığı için halk sağlığı ciddi risk altındaymış... Belediyede işler durmuş, il özel idaresi ve karayolları olmasa yollar temizlenemiyormuş...' Hadi oradan... Siz kimi kandırıyorsunuz? Sosyal medyada bunlara çanak tutanlarda da basında bu işi kaşıyanlarda da suç var. Herkesi balık hafızalı sanıyorlar. Hatırlayın, çok değil daha birkaç ay öncesine kadar HDP'li belediyelerin birçoğu hendek kazıp, çöp toplama ve belediyeye ait bazı araçları yol kapatmak için kullanmıyor muydu? O zaman asli görevlerini yapıyorlar mıydı? Güneydoğu'daki birçok il ve ilçede çöp yığınları oluşmamış mıydı? Çevreye saçılan çöpler hastalıklara davetiye çıkarmıyor muydu? Mahalleli tepkili değil miydi? Halktan para toplayıp halka hizmet mi ediyorlardı? Herkes açıp Belediye Kanunu'nu okusun lütfen... Bir belediyenin öncelikli görevi imar, su, kanalizasyon, ulaşım gibi kentsel altyapı; çevre ve temizlik; zabıta, itfaiye, acil yardım; şehir içi trafik; defin ve mezarlıklar; ağaçlandırma, park ve yeşil alanlar; konut; kültür ve sanat, turizm ve spor; sosyal hizmet, evlendirme, meslek kazandırma; ekonomi ve ticaretin geliştirilmesi hizmetlerini yapmak değil midir? Gelelim bugüne. Ahmet Taşgetiren yazdı.. Kendisine gelen bir mailden aktarıyor: 'Hamile bir hakim sorguya alınır,'Su alabilir miyim?' deyince 'Köpüklü kahve de ister misin?' cevabıyla karşılaşır.' Hemen cevaplayayım.. Olay salt bu şekilde yaşandı ise.. Kimse perde gerisinden konuşmasın.. Kimse o bayan, ismi ve soyadı ile açıklansın.. 'Köpüklü kahve de ister misin?' diyen ve gerçekten vermedi ise, 'su'yu çok gören kamu görevlisinin işine de, OHAL kapsamında son verilsin! Bir gecede 250'ye yakın şehid verilen Türkiye'de, kimsenin, hamile hanıma su vermeyerek, gündemi buraya yönlendirmeye hakkı yoktur.. Ama böyle bir olay yaşanmadı ise.. Kusura bakmayın.. Kimse bu tür algı operasyonlarına alet olmasın.. Taşgetiren'in aktardığı aynı maildeki bir başka şikayet ise.. Beni daha fazla şüphelendirdi.. Maildeki ikinci şikayet, bir hakime hanımın, bir bayan hakim tarafından tutuklanması sonrasında yaşandığı ileri sürülen bir olay: 'Tutuklama kararını veren hakime hanım, bayan meslektaşının boynuna sarılarak güvenlik kameraları karşısında hıçkıra hıçkıra ağlar, 'Ne olur beni affet bunu yapmaya mecburum. Kurban sen misin ben miyim hakkını helal et'der.' Önce itirazımı yapayım: Güvenlik kamerası önünde tutukladığı sanığa sarılacak kadar cesur bir hakim, o tutuklama kararını vermezdi.. Şahsen ben hakim olsam.. Ne talimat gelirse gelsin, vicdanım elvermiyor ise, tutuklama kararı vermem.. Ama.. Tutukladığım veya tahliye ettiğim bir sanık dahi olsa.. Hiçbir sanığa, en yakınım dahi olsa, adliye içinde sarılamam.. Sarılmam.. Dolayısı ile, bu anlatım da, FETÖ'cülerin 'algı operasyonu'na benziyor.. Ama devlete de.. Böylesi 'algı operasyonları'na izin vermemek görevi düşüyor.. Ben hem 'Algı operasyonu olabilir' şeklindeki iddia sahibi olarak kendime hodri meydan diyorum.. Hem de iddia sahiplerine.. Çıkartalım bu hakime hanımları isimleri ile, soyadları ile ortaya.. Çıkartalım o güvenlik kameralarının kayıtlarını ortaya.. Böyle bir olay yaşanmış mıdır, yaşanmamış mıdır, kesin olarak vuzuha kavuşturalım.. Şimdi yeni bir kayyum atama süreci yaşanıyor. Bu kez 28 HDP'li belediyeye kayyum atandı. Devletin yürüttüğü terörle mücadele stratejisinin bir parçası olarak gündeme gelen bir süreçten bahsediyoruz. PKK, dışarıda Suriye'nin kuzeyinde elde ettiği imkânları, içeride de HDP'nin 7 Haziran seçimlerinde aldığı 6 milyon oyu kendisine kalkan yaparak yeni bir terör dalgası başlattı. HDP PKK'yla arasına mesafe koymak bir yana, onun önünü açmak için elinden geleni yaptı. PKK'nın Türkiye'nin güneydoğusunda yürüttüğü sözüm ona 'özerklik' ve 'kantonlaşma' stratejisine destek verdi. HDP'li belediyeler bu süreçte her türlü imkânını seferber etti. Bölge halkını perişan eden 'çukur siyaseti'nin önünü açtı. Bütün bunların yanında HDP'li belediyeler PKK (KCK) tarafından yönetilen paralel bir kamu otoritesi alanı inşa etti. Belediyenin imkânları kullanılarak terör örgütü PKK finanse edildi. HDP'li belediyelere kayyum atanmasıyla birlikte bir yandan bu kaynağın kurutulması yönünde bir adım atılmış oldu. Fakat bunun da ötesinde karşımızdaki terör örgütünün iç mekanizmasının bütün yönleriyle deşifre edilmesine katkı sunulacak. Ama ne var biliyor musunuz? Nasıl ki FETÖ'nün kurumlarına kayyum atandığında onun lideri çıkıp da tehdit savurduysa PKK elebaşları da tehditler savuruyor. Dahası bu süreçte dezenformasyon görevi üstlenen bazı PKK sempatizanları 'kayyum' yerine 'kayyım' kelimesini kullanıyorlar. Bir yıl önceki tavsiyeye mi uyuyorlar, yoksa başka bir şey mi oluyor? CHP'lilerin yaptığına da diyecek bir şey bulamıyorum. Genel başkan yardımcıları Zeynep Altıok ve Veli Ağbaba, grup başkanvekili Özgür Özel ve milletvekili Sezgin Tanrıkulu Diyarbakır'da bir açıklama yapmışlar. 'Meclis'in iradesine karşı sarayda yapılan toplantıyla doğrudan darbe yapıldığı'nı iddia etmişler. HDP'nin FETÖ şirketlerine kayyum atanması sürecinde soyunduğu role şimdi CHP soyunmuşa benziyor. Ne diyelim, millet sizi izliyor. Etyen Bey bir profesörün yazısını 'yılın yazısı' ilan etmiş. Bence kendisine haksızlık ediyor. Zira bu tarz yazılardan son birkaç ayda, benim bildiğim, en az bir düzine yazmıştır. Son yazısı bile bu kategorinin mümtaz örneklerinden sayılabilir. Bir de, 'Etyen Bey'in profesörünün' söz konusu yazısında Emin Çölaşan başta olmak üzre Sözcü yazarlarından çok fazla 'intihal' var. Bir farkla ki... Çölaşan'ın bile aklına, Erdoğan'ın tee 1996'da yaptığı 'demokrasi - tramvay' benzetmesinden hareketle, 15 Temmuz'da savaş uçakları ve tanklarla halkımızı katleden FETÖ'nün zihniyet dünyasını eşitleme gayretkeşliği gelmedi. Ne ki, Etyen Bey'in profesörünün geliyor. Bu bakımdan çok orijinal bir profesör. Bir de pek sevimli; 'yılın yazısı' tesmiye olunan yazısında birçok ironi denemesi de var; aman nazarlar değmesin. İyisi mi siz gelin Etyen Bey'in profesörünün Karar'da yayımlanan söz konusu yazısından şu satırları birlikte okuyalım: 'Fransız Başbakanı, 'Bizim ordumuz, Fransız ordusu değil, Aziz Pol'ün ordusudur, bizim askerlerimiz için Fransız, İngiliz, Alman, Arap fark etmez. Onların kalbi sadece Hristiyanlıkla doludur' dedi. Sizi gidi inanmazlar sizi! Hatırlamıyor musunuz bizim Başbakanımızın 'Bu ordu İbrahimî Milletin ordusudur, onun için Türk, Kürt, Arap, Çerkez fark etmez.' dediğini? Siz böyle söyler başbakanı olduğunuz devletin kuruluş temellerini yıkmağa kalkarsanız, bir gün birisi de çıkar ve 'Bu ordu İbrahim'in ordusu değil FETÖ'nün ordusudur. İbrahim eskide kaldı, FETÖ diridir ve iridir' deyip tepenize biner...' Nasıl buldunuz yılın yazısını? Gülmeyin, ne gülüyorsunuz! Etyen Bey galiba Bekir Coşkun'un profesör halini seviyor; hayır yani, sevemez mi? Hele dönemin sol içi tartışmalarını okuduğum zaman güleyim mi, ağlayayım mı bilemiyorum. Solun entelektüel hegemonyasına karşı ezik vaziyette kalan sağın zaten kendi gündemi yok o yıllarda, bu sol içi tartışmaların zavallılığının yansıması olarak sağ kanat daha da zavallı halde... Yani ortada 12 Eylül yüzünden bitmiş çok değerli bir entelektüel ortam falan yok! Sosyal ve siyasal meseleler üzerinde ciddi anlamda düşünmek isteyen bir beyini iğdiş edebilecek bir kültürel atmosfer hâkim Türkiye'nin o 20 yılına... Öte yandan David Shankland'ın '80 öncesi Türkiye'de sağ- sol çatışması diye adlandırılan şey esasen kamufle edilmiş bir Alevi- Sünni iç savaşıdır' tespiti üzerinde de düşünmek lazım... Türkiye'nin hakiki toplumsal meselelerinin üstünü örttü o yıllar... Alevi meselesi, Kürt meselesi ve İslami kesim meselesi bu kadar geç tartışılır hale gelmemeliydi. Alevilik, sosyalist hareket içinde, dindarlık ülkücü hareket içinde ikame edilebilir insan depolarıyaratan zeminler olarak değil, başlı başına bir olgu olarak görülmeliydi... Slavoj Zizek'in Sovyetler'in Prag işgali için söylediği bir şey vardır. 'Prag Baharı'nın başarısızlığını kamufle etti o işgal' der Zizek. 12 Eylül darbesi ile o yılların anadamar Türk solu için de aynı analoji kurulabilir... 12 Eylül darbesi, sol hareketin sahte dünyasının sorgulanmasını geciktirdi. 80 öncesi o içi boş sol mitleşerek kamufle oldu. O sol anlayışın dönüşmesi şarttı, normal bir akış olsaydı da kendi kendine dönüşecekti. İşte o içi boş Türk sol zihniyetinin muhafazasını sağladı 12 Eylül... Bu sol mitleştikçe de içi boşluğunu korumaya devam etti bugüne kadar hâlâ da 12Eylül artığı bu salak zihniyet devam ediyor... HDP'liler şimdi bağırıyorlar... Figen Yüksekdağ, 'demokratik, sivil itaatsizlik' çağrıları yapıyor. Ne demokrasisi, hangi demokrasi? Vatandaşın kapısının önüne hendek kazmak mı demokratik hak? Yoksa belediye imkanlarını kan dökenlerin, can alanların hizmetine sunmak mı? Selahattin Demirtaş da 'Kayyumları tanımayın, emirlerini yerine getirmeyin' diye feryat ediyor. O belediyelerin beslediği bombacı teröristlerin cenazelerine saygı duruşunda bulunan bir insandan başka türlü bir tavır içine girmesi beklenmez elbette! Hep birlikte el ele verip, 'toplumsal çatışma ve iç savaş' çığlıkları atıyorlar... İşte o belediyelere de zaten bu yüzden kayyumlar gönderildi. Çünkü toplumsal çatışmayı tahrik ettiler. Hendeklerle anılan bir kalkışma hareketinin en büyük destekçisi oldular. Bu ülkede iç savaş çıkarma hayalleri peşinde koşan terör örgütüne destek verdiler. Kan döktüler bunlar, kan! Bu böyle devam edemezdi ve etmedi de... Nihayet gereken yapıldı. Bunlar, toplumsal çatışmayı körükleyen en önemli kalelerini kaybettiler. Bağırıp çağırmaları, feryat figan ortalığı ayağa kaldırmaya çalışmaları da o yüzden. Seçim öncesi halkı nasıl kandırdılarsa, bugün de öyle yapıyorlar. 'Evrensel hukuk, temel insan hakları' gibi söylemlerin arkasına gizlenmeye çalışıyorlar... Oysa, zaten bu kavramlar o belediyelere kayyum atamayı gerektirdi. Bir terör örgütlenmesine karşı, hukukun gereği yerine getirildi. En temel insan hakkı olan 'yaşama hakkına' yönelik bir tehdit savuşturuldu. Biliyor musunuz?.. Kayyum atanan o yerlerde yaşayan pek çok mazlum vatandaş için de bir bayram hediyesi oldu bu karar. Artık belediye imkânları terör ve teröriste akmayacak, kendilerine yönelecek. Yıllardır hasret kaldıkları hizmetle buluşacaklar. Üzerlerindeki terör tehdidi de büyük ölçüde kalkacak. Ölüm kusan belediyecilik faaliyetleri, hizmet veren bir belediyecilik anlayışına dönüşecek. Gelinen noktada kimlerin bağırdığına iyi bakmak gerekir. Onların çıkardıkları gürültü bile atılan adımın ne kadar isabetli olduğunun göstergesi! Hangi ABD Büyükelçisi, bulunduğu ülkenin ana muhalefet lideriyle bu sıklıkla görüşür? Dahası, hangi ülkenin ana muhalefet lideri bir ABD Büyükelçisi'nin bu yakın tarassudunu içine sindirir ve bunda bir problem görmez? Bana sorarsanız, bu 'çat kapı ziyaretleri' biraz sorunlu. En azından, biçimsiz... Hadi yumuşatarak söyleyelim: Gereksiz. Dost ülke... Stratejik ortak... NATO'dan müttefikimiz... Bizi süt tozu gerçekliğiyle tanıştıran yardımsever ülke... Hepsine eyvallah da, ülkeler arasındaki ilişkileri her zaman 'dostluk' belirlemiyor. Dolayısıyla, Bass'la görüştüğünüzde, sadece bir dostla görüşmüş olmuyorsunuz. Aynı zamanda, terör örgütlerine silah desteği sağlayan rakip (ve bazen çıkarlarınızın çatıştığı) bir ülkenin Büyükelçisiyle görüşmüş oluyorsunuz. Yani, ülkeler arasındaki ilişkileri bazen 'rekabet' de belirleyebiliyor. Kemal Bey, Bass'la görüşmelerinde, 'Niçin terör örgütlerini destekliyorsunuz, niçin Fetullah Gülen'i himaye ediyorsunuz?' diye nota vermediğine göre, niçin sık sık bir araya geliyorlar, hangi bilgileri paylaşıyorlar? 'Bass'tan akıl alıyor' diyeceğim ama bunu demek ağırıma gidiyor. Ben Kemal Bey kadar, dışarıdaki muhalif odaklarla görüşmeye bu kadar meraklı ikinci bir siyasetçi tanımadım. Bir dönem Sadrazamlık da yapmış bulunan Nedim Paşa'dan sonra bir ilk... Nedim Paşa Rus Büyükelçiliği'nden çıkmazdı. Sait Paşa'sı, şusu busu da sürekli İngilizlerle temas halindeydi. Bu temasların sonucunu biliyorsunuz. Azıcık tarih karıştırmış olanlar, ne demek istediğimi anlayacaktır. Kemal Bey'in merakı Bass'la sınırlı değil elbette. Başka odaklarla da görüşüyor. Mesela, Mavi Marmara krizinden sonra İngilizler üzerinden İsraillilere haber salmıştı. 'Bizim iktidara gelmemize destek verirseniz, iki ülke arasındaki ilişkileri düzeltiriz' diye... Amerika'dayken de 'Fetullahçılar'la görüşmüştü. Bu görüşmenin hasılası olarak, son üç yılını tape okuyarak, illegal yollarla elde edilmiş ses kayıtlarını faş ederek geçirdi. Bass'la görüşmelerinin de bir hasılası olacaktı. Oldu. Fabrika ayarlarına döndü. Hem de ne dönüş... Artık rahatlıkla 'kaçak saray' diyebiliyor, içinde 'AK Parti darbesi ve diktatörlük' geçen özlü cümleler kurabiliyor, 'Atatürkçüler tasfiye ediliyor' bahanesinin arkasına sığınarak FETÖ'ye kol kanat gerebiliyor, 'laiklik müjdeleri' verebiliyor. Dün yeni bir müjdeyle geldi: 'KHK'ların iptali için Anayasa Mahkemesi'ne başvuruyoruz. Bu böyle gitmez.' Öyle ya, 'hendekteki arkadaşlara' lojistik destek sağlayan belediyelere kayyım atandı. Bu böyle gitmez. Bu zamana kadar beklediği hataydı. Bence de beklemesin, bir an önce Anayasa Mahkemesi'ne gitsin. Mutlaka Bass da sevinecektir, 'görüşmelerimiz semeresini verdi' diyecektir.