İstimalet nedir? İstimalet politikası hakkında...

Sözlük anlamı "meylettirme, cezbetme, gönül alma" olan istimâlet, Osmanlı kroniklerinde "halkı ve özellikle gayri müslim tebaayı gözetme, onlara karşı hoşgörülü davranma, raiyyetperverlik" mânasında kullanılmıştır. Fethedilen yerlerin halkına iyi davranma, onları himaye etme, dış düşmanlara karşı can ve mal güvenliğini sağlama, dinî konularda serbestiyet verme, vergi hususunda kolaylık gösterme Osmanlı istimâletinin başlıca unsurlarıdır. Aslında Kur'an'da (et-Tevbe 9/60) "müellefe-i kulûb" şeklinde ifade edilen istimâlet siyaseti Osmanlı fetihlerini kolaylaştıran önemli bir ilke olarak benimsenmiştir. Osmanlı Beyliği'nin Selçuklular'dan devraldığı bu siyaset Bitinya bölgesindeki Bizans tekfurlarıyla iyi geçinme, yerli halkın kalbini kazanma şeklinde daha kuruluş yıllarında uygulanmış ve Mihaloğulları gibi, Osmanlı askerî tarihinde önemli rol oynayan bir akıncı ailesinin kazanılması örneğinde görüldüğü üzere olumlu sonuçlar vermiştir.

Osmanlı istimâlet siyasetinin asıl dikkat çekici neticeleri Trakya ve Balkan fetihlerinde ortaya çıkar. Edirne'nin alınmasından sonra gelişen Balkan fütuhatının sadece kılıçla değil yerli hıristiyan halkın himayesi, haklarının iadesi, kendilerine dinî serbestiyet verilmesi, vergi muafiyeti tanınması gibi ısındırıcı bir politika sonucunda gerçekleştiği bilinmektedir. Bu yumuşak siyaset istimâlet hükmü, istimâletnâme (Selânikî, II, 586, 769) veya istimâlet kâğıdı (Defterdar Sarı Mehmed Paşa, s. 289, 317) gibi resmî yazılarla da belgelenir, böylece devletin tebaasına taahhüdü resmiyet kazanmış olurdu. Bu taahhüdün başında hıristiyan reâyâyı düşman saldırılarına, din ve mezhep farklılıklarından doğan türlü baskılara karşı korumak gelirdi. Eskisine oranla daha güvenli bir hayata ve koruma altına alınmış haklara sahip olan gayri müslim tebaa ile uzun yıllar boyunca çok büyük problemler ortaya çıkmamış, Osmanlılar'ın asırlarca Balkanlar'da ve Orta Avrupa'da tutunabilme sebeplerinden biri de bu uygulamadır. Özellikle eski feodal rejimin baskısından ve ağır yüklerinden kurtulan Balkan köylülerinin Osmanlılar'ı kurtarıcı gibi gördükleri, Balkanlar'da İslâmiyet'in yayılmasında da bu siyasetin nisbî bir rolü olduğu ifade edilir. Ayrıca öteden beri hıristiyan gençlerin Osmanlı ordusunda istihdamı, timarlı sipahiler veya voynukların Osmanlı askerî düzeni içinde yer alması, gayri müslim tebaanın Osmanlı idaresine katılmasına ve onun bir parçası olmasına yol açtığı hususu üzerinde de durulur.

Kalıcı Osmanlı fetihleri muayyen safhalardan geçerek gerçekleşmekteydi. Halil İnalcık'a göre önce haraçgüzârlık devri başlar, bunu alışma dönemi takip eder, daha sonra halkın memnun olmadığı yerli hânedanın barışçı yollarla bertaraf edilmesine sıra gelirdi. Ancak eski idarî uygulamalar bütünüyle ve âni bir şekilde kaldırılmayıp Osmanlı sistemiyle intibak ettirilir, angarya niteliğindeki ağır mükellefiyetler kaldırılırdı. Dinî kurumlar ve hiyerarşiler, sınıfların statüleri, idarî taksimat ve gelenekler korunur, timar rejimine pek yabancı olmayan askerî zümreler Osmanlı timar sistemine dahil edilirdi. Böylece öteden beri Katolik baskısından, yerli beylerin ve voyvodaların tahakkümünden bıkan halk bu uygulamalar sayesinde Osmanlı tebaasıyla uyum sağlar ve Osmanlılık kavramı etrafında birleşirdi.

Osmanlılar'ın bu uygulamalarını hoşgörü kavramı ile açıklayan bazı yabancı tarihçiler, Balkanlar'daki Türk fetihleri sonucunda Arnavutlar'ın Bizans ve Sırp baskısından kurtulduğuna, asimilasyonun engellendiğine, Sırp kilisesinin üstünlüğünün kırıldığına işaret etmişlerdir. Bu konudaki çarpıcı örneklerden birine, Selânik'in 833 (1430) yılındaki fethine şahit olan rahip Johannis Anagnostis'in eserinde rastlanmaktadır. Burada, Venedik işgali altındaki Selânik halkının Latin baskısından dolayı çektiği ıstırap anlatıldıktan sonra halkın Türkler'i bir kurtarıcı gibi karşıladığı belirtilmektedir. Anagnostis ayrıca, Selânik'in fethinin ardından II. Murad'ın şehrin ileri gelenlerinden esir düşenlerin fidyelerini bizzat ödediğini, insanî düşüncelerle şehrin imarı için teşebbüse geçtiğini, halka din konusunda tam bir serbestiyet tanıdığını, evlerin sahiplerine iadesi için emir verdiğini, daha önce Latin zulmünden kaçanları Selânik'e çağırdığını da ilâve etmektedir (Anagnostis, s. 23 vd.).

Osmanlılar, istimâlet siyasetini sadece fetihler sırasında değil yeni idarî yapı kurulduktan sonra da devam ettirmişlerdir. Macar tarihçisi Lajos Fekete, Türk idaresindeki Macaristan'da iktisadî hayatı anlatırken Osmanlı idarecilerinin herkese iş ve kazanç serbestliği tanıdığını, din ve dil farkı gözetmeden halkın iyi muamele ve himaye gördüğünü belirtmiştir. Türkler'in Macaristan'a gelmesiyle çarşı ve pazarlarda mal bolluğunun başladığına da işaret eden Fekete, gıda maddesi üretenlerle giyim ve ev eşyası hazırlayan zanaatkârların arttığını bildirmektedir. Ayrıca domuz eti satan hıristiyan kasapla koyun ve sığır eti satan Türk kasabının, meyhâne ile boza ve şıra satılan dükkânların yan yana olduğuna dikkat çekmektedir. Türkler'in yerli halkı müslüman olmaya zorlamadıklarını, o devirde başka hiçbir devlette görülemeyecek derecede yüksek bir anlayış ile başka dinden olanları aralarında görmeye ses çıkarmadıklarını, birlikte yaşamayı hoş gördüklerini de ilâve etmektedir (TTK Belleten, XIII/52 [1949], s. 699 vd.).

Bu hususta resmî uygulamayı gösteren birçok belgenin bulunduğu bilinmektedir. Zaman zaman tüccardan fazla gümrük vergisi alındığına dair şikâyetler veya cizye tahsili hakkındaki arzlar üzerine çıkan fermanlar bu konuda dikkat çekici birer örnektir. Devlet bu şikâyetler üzerine müfettişler tayin ederek takibat başlatır, varsa zulmü önlerdi. XIX. yüzyılda Doğu Anadolu'dan Rusya'ya göç ettirilen Ermeniler'le Bulgaristan'dan zorla Rusya'ya göçürülen Bulgarlar'ın perişan durumları üzerine II. Mahmud'un istimâletnâme yayımlaması son dönemlere ait dikkat çekici bir örnektir.

Kaynak: Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi

BİZE ULAŞIN
SON DAKİKA