Türkiye'nin en iyi haber sitesi
TULU GÜMÜŞTEKİN

İngiltere seçimleri

6 Mayıs'ta Birleşik Krallık parlamento seçimlerine gidecek ve önümüzdeki dönemde Majestelerinin hükümeti ile muhalefetinin kimler olacağını seçmen belirleyecek. Birleşik Krallık'ın son derece köklü ve büyük bir istikrar üreterek sistemin sağlıklı yürümesini sağlayan demokratik geleneği, seçim sonuçlarının gergin beklentilere ve sürtüşmelere yol açmasını engellemeyi başarıyor. Neden olduğunu kimsenin anlamadığı bir Irak savaşına silahlı kuvvetlerin gönderilmiş olması bile, iktidarda onüçüncü yılını doldurmakta olan İşçi Partisi'nin tüm şansını kaybettiği anlamına gelmiyor.
İngiltere'de var olan demokratik siyasi işleyiş, başarılı seçim zaferleri üzerinde yükselen iki önemli liderin, yani Margaret Thatcher ve Tony Blair'in, parti içi demokrasinin işlemesi sayesinde seçim kaybetmeden istifa etmelerine yol açan bir sistem olarak hayretimizi celbetmeyi sürdürüyor. Sadece bir genel seçimi kazanamamış olmanın dahi parti başkanlığından çekilmek için yeterli sayılması bu hayretimizi daha da pekiştiriyor.
Yeni seçimler, on yıllardır süren Muhafazakârlar/ İşçi Partisi ikilemine ciddi bir darbe vurabilecek gibi gözüküyor. İşçi Partisi'nin en radikal silahsızlanma döneminde, partiden ayrılıp Sosyal Demokrat Parti'yi kuran, sonra da İngiltere'nin en eski partilerinden biri olan Liberal Parti ile birleşen merkez solcular, bu kez Nick Clegg liderliğinde çok ciddi bir ivme kazanmış gibi görünüyorlar. Üç başbakan adayının, İngiltere siyasi tarihinde ilk kez televizyona çıkıp tartıştıkları geceden sonra, gerek Başbakan Gordon Brown, gerek Muhafazakâr lider David Cameron'u gölgede bırakan Clegg, seçimlerde alınacak sonucun tümüyle belirsiz hale gelmesinde çok önemli rol oynamış bulunuyor.
Liberal Demokrat Parti, diğer iki büyük partinin aksine, AB'ye İngiliz standartlarına göre çok da soğuk bakmayan bir yaklaşımı oluşturuyor. Özellikle de Muhafazakâr Parti'nin dış ilişkiler doktrinlerini çağdışı olarak niteleyen Liberal Demokratlar, seçimi kazanırlarsa AB içinde İngiltere'nin daha yapıcı bir rol oynaması beklenebilir mi?
Euro alanının son dönemde başına gelenler ortadayken, hiçbir İngiliz siyasetçisi Euro'ya katılımı savunmak gibi bir aymazlıkta bulunmayacaktır. Ancak gerek Afganistan, gerek silah satışları konusunda etik tutum, gerek AB içindeki işbirliği konularında Liberal Demokrat Parti'nin yeni bir söylem benimseyeceği ya da en azından seçim vaatleri çerçevesinde bir tutum sergileyeceği beklenebilir. Türkiye'nin üyeliği açısından, Liberal Demokrat Parti'nin çok belirgin ve iyi tanımlanmış bir tutumu yok gibi gözükse de, bu üyeliğin getireceği avantajları iyi tahlil edebilen ve bunun arkasında ciddi biçimde duracak bir siyasete imza atacak gibi görünüyor.
Liberal Demokrat Parti, NATO, BM ve diğer uluslararası platformlardaki çalışmalara diğer partilere nazaran daha fazla önem atfettiğini her vesilede ortaya koyuyor. Bu açıdan bakıldığında, Avrupa'nın en iyi dışişlerine sahip bir ülkede iktidara gelirse, Lib-Dem, Türkiye ile olan ilişkileri daha da geliştirmeye gayret edecektir.
Büyük Britanya'da seçmen tavırları, son haftaya kadar ciddi değişiklik gösterebiliyor. 1992'de Neil Kinnock ve İşçi Partisi, seçim zaferinden emin olarak ve tüm kamuoyu yoklamalarında önde bulunarak son haftaya girmişlerdi, ancak John Major'un ters çevirdiği bir sabun kasası üzerine çıkarak yaptığı konuşmalar ve son derece aktif seçim kampanyası, ona seçimi nerede ise bitiş çizgisinde kazandırdı. Nick Clegg için kamuoyu yoklamaları, yüzde otuzların üstünde, çoğu yoklamada da birinci parti haline gelmiş bulunuyor. Dar bölge sistemi yürürlükte olduğu için kimin ne kadar sandalye kazanacağını kestirmek mümkün değil, en fazla oy alan partinin en yüksek sayıda sandalye kazanması da garanti değil. Bütün bu aykırılıklara ve geleneksel sisteme rağmen, koalisyon ya da azınlık hükümeti seçeneği İngilizleri korkutmuyor. Nick Clegg'in son derece güvenilir ve Avrupa'da yetişmiş, kozmopolit görünümü ve dünya görüşü, endişeleri uzaklaştırır mahiyette görünüyor.
6 Mayıs sonrasında Büyük Britanya seçimlerini, oradaki seçim sistemini, anlaşılması zor bir seçim sisteminden istikrar üretilip üretilemeyeceğini tartışacak bol vaktimiz olacak gibi görünüyor. Ne var ki, Türkiye açısından, saydığımız üç siyasi partiden hangisi seçimi kazanırsa kazansın ya da hangi partiler koalisyon kuracaklar ise kursunlar, genel ve tutarlı bir şekilde Türkiye'nin AB üyeliğini savunacaklarına şimdiden kesin gözüyle bakabiliriz.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA