Birkaç yıl önceydi... Ahmet Ümit, bir önceki kitabı
İstanbul Hatırası üzerinde çalışıyordu. Henüz ne ortada
Fetih 1453 filmi vardı, ne de
Muhteşem Yüzyıl dizisi. Osmanlı konusunda da bu kadar 'çılgın' değildik. Bu esnada karşılaştığımız zaman Ümit "
İstanbul Hatırası'ndan sonra Fatih'le ilgili bir roman yazacağım," demişti. İşte o roman,
Sultanı Öldürmek adıyla geçen hafta Everest Yayınları'ndan çıktı. Bir tarihçinin ölümü üzerine gelişen olayları anlatan kitap, Fatih Sultan Mehmed'e odaklanıyor. Onun yaşamı, İstanbul'un fethi, lider özellikleri, saray entrikalarına karşı yaklaşımı bir bir anlatılıyor. Ama kitap, yıllar önce tartışılan ve bir sonuca bağlanamayan "Fatih öldürüldü mü?" sorusunu da gündeme getiriyor. İnsan kendine soruyor: "Sahi, tarih kitaplarında sıkışıp kalan bu iddiayı neden unuttuk?" Ümit'e göre bu sorunun cevabı, tarihe bakışımızla ilgiliydi. Zaten Ümit,
Sultanı Öldürmek kitabının temelinde de tarih nedir sorusunu soruyor: Tarih, hamaset midir, hakikat midir? Biz de
Sultanı Öldürmek'i bir solukta okuyup, Ümit'le kitabını, yazarlığını, genel olarak tarihe yaklaşımımızı konuştuk. Ezber bozan, ama düşününce hak da verdiğimiz sözler sarf etti Ümit.
- Kitabın odak noktalarından biri Fatih Sultan Mehmed. Sizin yolunuz ne zaman kesişti bu büyük liderle?
- Sultanı Öldürmek, romancılığımda zincirin bir halkası. Uzun zamandır cinayet ve tarih ekseninde gelişen kitaplar yazıyorum. Daha önce Hititleri, Selçuklu'yu, Roma'yı anlattım. Osmanlı'yı anlatmam kaçınılmazdı.
İstanbul Hatırası'nı yazarken, Fatih Sultan Mehmed ile ilgili kapsamlı bir araştırma yapmıştım. O araştırma sonucunda ilginç bir durumla karşılaştım.
- Neydi ilginç olan?
- 2. Mehmed'in, Fatih Sultan Mehmed olmasının tamamen rastlantı olduğunu gördüm. Birçoğu gibi ben de, 'Fatih Sultan Mehmed şehzade olarak doğdu, vakti gelince de padişah oldu,' diye düşünüyordum. Ama öyle değil. 2. Mehmed'in iki abisi var. Ahmet, hastalıktan ölüyor. Diğeri, Alaadin Ali ve onun iki çocuğu da öldürülüyor. Kim öldürdü bilinmiyor. Böylece üçüncü çocuk Mehmed tahta aday oluyor. Aslında şehzade olmak korkunç bir şey. Ya öldürüleceksin ya padişah olacaksın. Bu psikolojiyle yaşıyorsunuz.
- 2. Mehmed'in tahta çıkmasının ve otoritesini kurmasının da o kadar kolay olmadığı biliniyor.
- 12 yaşında padişah oluyor. Babası 2. Murad tahtı ona bırakıyor. Bu kararda, çok sevdiği oğlu Alaadin Ali'nin öldürülmesi ve Sofya yakınlarında Haçlılarla yaptığı savaş sonrası otoritesinin tartışmaya açılması etkili. Ama 2. Mehmed, padişah olmasından iki yıl sonra, Çandarlı Halil Paşa'nın saray entrikası ve Yeniçeri ayaklanmasıyla tahtan indiriliyor. Karşı çıksa, öldürülebilir. Çünkü daha önce Yıldırım Beyazıd, oğlu Savcı Bey'i öldürttü. Böyle vakalar var Osmanlı tarihinde.
- Osmanlı'da saray entrikalarının çok yaygın olduğu biliniyor. Bu entrika kültürü günümüze nasıl yansıyor?
- Siyasi partiler içerisindeki hizipleşmeler mesela çok benziyor. Bütün bir cumhuriyet dönemi boyunca derin devlet içindeki çatışmalar, saray entrikalarından farksızdır. 28 Şubat'ı düşünelim: Ordu, tıpkı Yeniçeriler gibi her şeyi belirledi. Erbakan başbakanlıktan indirildi. Yani darbe geleneği bize Osmanlı'dan miras. Ama Osmanlı da Roma'dan, Roma da muhtemel Hititlerden aldı bu saray entrikalarını. Çünkü Hititlerde prenslerin birbirini öldürmesi çok yaygın.
KARDEŞ KATLİ FERMANI, MALUMUN İLANI
- O zaman büyük imparatorluklarda iktidarın yolu kan dökmekten mi geçiyor? Çünkü Fatih Sultan Mehmed'in ünlü Kardeş Katli Fermanı da var.
- Aslında Fatih, o fermanla malumu ilan ediyor. Öncesinde iktidar için birçok cinayetler yaşanmış. 2. Murad, kardeşi Mustafa'yı öldürtmüştü. Yanlış hatırlamıyorsam 3. Mehmed, 18 kişiyi öldürtmüş. Çok acıdır.
- Sultanı Öldürmek, eski bir iddiayı da gündeme getiriyor: Fatih öldürüldü mü?
- Fatih'in ölümü şüpheli. Aslında bu iddia, Reşat Ekrem Koçu'nun kitaplarında var. Alman tarihçi Franz Babinger'in, hatta İlber Ortaylı'nın kitaplarında da bu şüpheli ölüm anlatılır. Araştırma yaparken, 1960'larda bu iddianın kamuoyu önünde tartışıldığını, Abdi İpekçi'nin moderatörlüğünde panel düzenlendiğini, mezarının açılıp test yapılması için dönemin müftüsünden onay alındığını gördüm. Ama mezar açılmamış, sonra da bu iddia unutulmuş.
- Tarihçileri şüpheye sevk eden ve iddiayı gündeme getiren nedir?
- Fatih sağlıklı olarak sefere çıkıyor. Seferin nereye yapıldığı bilinmiyor. Sonra seferin başında ölüyor. Ölümünün duyulmasıyla isyan çıkıyor. Köklü bir iktidar değişikliği yaşanıyor. Öldürülmemiş de olabilir. Ama bunu anlamak zor değil. Test yapmak gerek.
- Kitapta da Başkomser Nevzat, tarihçi Müştak'a, Fatih'in ölümüyle ilgili şüphelileri soruyor zaten.
- Memluklular, Cenevizler olabilir. Ayrıca Fatih'in 2. Beyazıd'la da arasının iyi olmadığı biliniyor. Sonuçta Yavuz Sultan Selim'in, 2. Beyazıd'ı öldürdüğünü Erhan Afyoncu yazdı. Ama benim romanı yazma nedenim, Fatih'in şüpheli ölümünü gündeme getirmek değil. Asıl derdim tarihle ilgili. Tarih, tarihçilerin anlattıkları mıdır, yoksa geçmişte yaşanan hakikatler midir? Bunu soruyorum ben.
FATİH, BİZANSLILARI KÜÇÜMSEMEDİ
- Fatih Sultan Mehmed söz konusu olunca, İstanbul'un fethi üzerine yoğunlaşılıyor. Bu başarı, hayatını, şüpheli ölümünü hep gölgeliyor.
- Çünkü tarih algımız problemli. Bizdeki tarih algısı, hamaset üzerinden yürüyor. Koskoca Osmanlı'dan geriye küçük bir ülke kalınca, tarih çok önemli oluyor. Bu tarihe de şöyle ya da böyle toz kondurmak istemiyoruz. Ama hal böyle olunca da, bize anlatılan tarih gerçek tarih olmuyor. Sonuçta tarih bir bilimdir. Soru sorarak ilerler. Sorulara da cevapların bulunması gerekiyor.
- Gerçekler bilinirse, o başarılı tarih algısının çökmesinden mi korkuyoruz?
- Gerçeği bilmek, herkesin hakkı. Tarihteki hakikatleri bilmek, geçmişimizi de lekelemez. Gerçeği hasıraltı etmek, benzer iddiaların da güçlenmesine neden olur. Fatih'in ruhu, bu gerçeğin ortaya çıkmamasından rahatsız değil mi?
- Bu yüzleşme için toplum hazır mı?
- Hazır olmayı beklemek zaman kaybı. Ordu ile hesaplaşmaya hazır mıydık? 30 yıl önce, ordu demokrasiye müdahale ettiğinde, 'Kenan Evren'in anayasası iyi değil,' deyince, beni hapse attılar. Ama şimdi bu anayasanın değiştirilmesi mecliste tartışılıyor.
- Kitapta İstanbul'un fethini de anlatıyorsunuz. 1453 filminin aksine, sizin Bizanslılara yaklaşımınız daha insani...
- İstanbul'un fethi, çok büyük bir savaş. Surların önünde 80-100 bin asker var. Surları da savunan 15 bin kişi. Çok büyük hazırlıklar yapılıyor savaş için. Bu savaşta Bizanslılar kahramanca savunma yapıyor, bizimkiler de kahramanca savaşıyor. Ama o savaştaki asıl olay strateji. O strateji dehası da Fatih. Şimdi, Bizanslıları küçük göstermek, ki bu yapılıyor, bizi daha büyütmez. Fatih bile Bizanslıları küçük görmedi.
TAKIM TUTAR GİBİ TARİHE BAKILMAZ
- Tarih ile ilgili farklı bir bakış açısı sunulduğu zaman, 'Ecdadımıza saygısızlık yapılıyor,' diye eleştiriliyor. Ecdadımıza gerçekten saygılı mıyız yoksa bu biraz lafta mı kalıyor?
- Lafta kalıyor tabii. Kitabı yazarken Edirne'ye gittim. Fatih'in İstanbul'u fethetmeyi tasarladığı, Cihan Nüma Kasrı viran halde; şarapçılar şarap içiyor orada. Bu mu ecdada saygı? Bunun için tarihe yaklaşırken ortaya konulan hamaset, tamamen kendimizi tatmin etmek için yapılıyor. Takım tutar gibi tarihe bakılır mı?
- Sebebi nedir peki?
- Büyük bir impatorluk yıkılmış. O şaşaalı, muhteşem günler bitmiş. Bugün biz, biraz da ayakta kalma savaşı veriyoruz. Ne tam anlamıyla demokrasimiz oturmuş, ne sanayimiz oturmuş. Ekonomimiz iyi gidiyor, ama dış açığımız da büyük. Ama buna rağmen genç, inatçı ve çalışkan bir toplumuz ve kavga vererek ayakta kalmaya çalışıyoruz. Bu mücadele verilirken, tam içimizdekini hayata geçiremediğimiz için, gurur duymak adına tarihe bakıyoruz. Tarihe bakmak, iyi bir şey. Ama hamasi baktığınız zaman, o Fatih gibi, Kanuni gibi muhteşem insanların tam değerini görememe tehlikesi ortaya çıkıyor. Fatih yedi dil bilen, sıkı bir şair, entelektüellerle sohbet etmeyi çok seven bir lider.
KENDİ ZEVKİME GÖRE YAZIYORUM
- Şimdi çok satan kitap yazarlarına getirilen bir eleştiri var: Okurun nabzına göre kitap yazmak. Sizin de kitaplarınız çok satıyor. Bu eleştirilerin gerçek payı var mı?
- Yazarlığa başlayalı neredeyse 30 yıl olmuş. Sadece birkaç baskı yapan kitaplarım da oldu. Geniş okur kitlesiyle de zamanla sağlıklı bir ilişki kurdum. Tabii kitaplarımın edebi değerini, edebiyat tarihçileri ortaya koyacaktır. Bu konuda bir söz söyleyecek durumda değilim. Ama ben, kendimin sevebileceği, kendi estetik düzeyime göre romanlar yazıyorum. Benim algı düzeyim neyse, romanlarımın düzeyi de odur. Ha, 'Bu düzey düşük,' deniliyorsa, düşüktür. Ama yazarken birkaç şeye dikkat ediyorum. Kullandığım dile, kitabın kurgusuna önem veriyorum, bir de ele aldığım konuyu layıkıyla araştırıyorum. Bu özenle yazılan eserler şimdiye kadar beğenildi. Bu kitapta ne olur, onu da göreceğiz.
KISMETSE KADİR İNANIR'LA BİR PROJE YAPACAĞIZ
- Sizin hayranlarınızdan biri Kadir İnanır'mış. Sizinle çalışmak istediğini duydum. Nedir bu olayın aslı astarı?
- Evet, kitaplarımı okumuş ve sevmiş. Başkomser Nevzat hayranı. 'Birlikte bir proje yapalım. Senin yazacağın bir proje benim için çok değerlidir,' dedi. Ben de kabul ettim. Ama Kadir Abi hastalandı. Şimdi şükür çok iyiymiş, kısmetse yapacağız o projeyi. Ben Yeşilçam'ı çok önemsiyorum. Kadir İnanır, Türkan Şoray, Hülya Koçyiğit... Yeşilçam dönemini eleştirebilirsiniz, ama bu insanlar sinema kültürümüzün damarıdır. Bu insanlardan bir istek gelince severek omuz veririm.