Bir balık lokantasına girdiniz, mezeler seçildi, sıra balığa geldi. Garson mevcut balıkları sıralamaya başladığında, en fazla iki üç çeşit isim vermez mi? Ya da başka bir ortamda, balıklarla ilgili bir sohbette, sardalya ile istavriti ayırt edemeyenlere tanık olmadınız mı? Hatta sık sık "Çinekop mu?" yoksa "Çinakop mu?" ikilemi yaşadığınız anlar olmuyor mu? Oysa üç yanımız denizlerle çevrili, çarşıda adım başı balık tezgahı var. Yılın 12 ayında balık yiyebiliyoruz. Peki balıklarımızın adlarını öğrenme konusunda neden bu kadar ilgisiziz? Bilkent Üniversitesi'nden emekli olduktan sonra çalışmalarını yıllardır hobisi olan denizcilik ve çevre konularında araştırmalara yönelten Prof. Dr. Mustafa Pultar'ın İş Bankası Yayınları arasında çıkan
Deniz Balıkları Sözlüğü / Türkiye Denizlerindeki 512 Balık adlı kitabı, balıklarımızın isimleri hakkında kendini geliştirmek isteyenler için bir rehber niteliğinde. Sayfaları çevirdik ve ilk çinekop'a baktık. Doğrusunun çinakop olduğunu ve Rumca çinokopos'tan geldiğini öğrendik. Pultar'ı da Çeşme'de bulduk ve kitabıyla ilgili merak ettiklerimizi sorduk.
- Üniversitede inşaat mühendisliği hocalık kariyerinizden sonra üst üste denizcilikle ilgili kitaplar yazmaya başladınız. Bu alanda ciddi eksiklikler yok mu?
- Hiç şüphesiz! Edebiyatımıza bakın: Zeyyat Selimoğlu, Halikarnas Balıkçısı, Yaman Koray ve Oktay Sönmez gibi bir elin parmaklarını aşmayacak sayıda yazardan başka, hangi deniz yazarımız var ki? Eli kalem tutan birkaç deniz subayının dışında kaç denizci anılarını yazmış? Sözlüklerimize bakın: Süleyman Nutkî'nin
Kamûs-i Bahrî'si ve onu evirip çeviren birkaç sözlükten başka kaç tane, İngilizceden tercüme edilmemiş özgün Türkçe sözlük var? Elinizde elinize alıp okuyabileceğiniz kaç popüler deniz kitabı, çocuğunuza hediye edebileceğiniz kaç deniz macerası kitabı var ki? Yine de yavaş yavaş bir şeyler ortaya çıkıyor, ama çok yavaş. İşte benim yapmaya çalıştığım da o yavaş şeylerden. Amatör Denizcilik Federasyonu da bu çabalarımı destekliyor:
Denizin Dili, Denizin Yazısı başlıklı kitabımı yayımladı.
- Her tarafı denizlerle çevrili ülkemizde bilinen balık adlarının üç-beş tane olmasının arkasında hangi nedenler aranmalı?
- Önemli olan insanın yaşadığı coğrafyanın biçimi değil, insanın o coğrafyayla ne tür ilişki içinde olduğu, onu yaşamında ne derecede içselleştirdiğidir. Denizi, kıyısında rakı içilip kafa bulunan bir duvar tablosu olarak gören insanın yaşadığı yerin dört tarafı da, yeri göğü de deniz olsa ne yazar... O deniz onun ruhuna işlememişse, ilgisi de o kadar olur.
BALIKÇILAR BİLE BİLMİYOR
- Kitabın önsözünde denize ilgisizliğin kültürel bir özellik olduğunu iddia ediyorsunuz. Bu ilgisizliğin nedenleri ne?
- Deniz hiçbir zaman Türklerin geçim kaynağı olmamış da ondan. Deniz kültürü, en başta ticaret kültürü gerektirir; denizci milletleri dünyanın dört bir köşesine salan, ticaret yaparek geçimlerini sağlama gereğidir. Bir şeyin kültürü, o işi yapa yapa birikir, gelişir. Bir şey yapmazsan ne biriktireceksin ki?
- Neredeyse 12 ay yediğimiz halde neden balık adlarını öğrenmiyoruz?
- Merak ediyor muyuz ki? Hayır. Öğrensek de yalan yanlış öğreniyoruz. Zaten merak etsek bile, nereden öğreniyoruz ki? Anadolu'nun göbeğinden geçen yıl gelmiş balıkçıdan, balığı rakı mezesiymiş gibi servis yapan garsondan ya da Boğaz'ın kenarında boş vaktini harcayıp eğlenen işsizden. Onlar biliyorlar mı ki öğretsinler?
- Balıkçıların bile zaman zaman tezgahlarında yanlış isimler yazdığına tanık oluyoruz. Bu konuda denetim yetersiz mi?
- Türkiye'de kim ne denetliyor ki balıkçıdaki balık adlarını denetlesin. Bir keresinde o gaflette bulunup, bana kolyosu uskumru diye yutturmaya kalkan balıkçıya, 'O uskumru değil, kolyos,' deyince, 'Beybaba, sen kaçın kurasısın; şimdi onu bilen mi kaldı?' diye cevap aldım.
- Sözlükte 512 balık adı var. Bu balıkların hepsi hâlâ kıyılarımızda yaşıyor mu?
- Ben bu balık adlarını denizde ya da kıyılarda fiilen araştırma yoluyla değil de yazılı kaynaklardan inceledim; şimdiye kadar kayda geçmiş olan adları topladım ve derledim. Adlarda bulunan eksiklik ve çok-adlılık sorunlarına bir çözüm getirmeye çalıştım. Ondan dolayı, bu balıkların halen kıyılarımızda var olup olmadıklarını ben bilemem, onu olsa olsa su ürünleri fakültelerinde balık konusunda uzmanlaşmış olan hocalar bilir.
LİPSOZUN DİĞER ADI ADABEYİ
- Sözlükteki adlara bakınca çoğunun Yunanca, Fransızca gibi başka dillerden Türkçeye girdiğini anlıyoruz. Sizi de şaşırtan birkaç örnek verir misiniz?
- Bizde balık adlarının çoğunun Yunancadan doğrudan alınma olduğu yönünde bir inanç vardır. Örneğin, orfoz, mavraki, lahoz, ispinoz, istavrit gibi. Bu bir oranda doğru olsa da çok da doğru değil. Birçok balık adı, çeşitli dillerdeki adların (bu arada bilimsel adların) çeviri yoluyla alınmış olduğuna işaret eder. Örneğin, 'gelin' adlı balık: Bilimsel adı 'Coris julis', 'temmuz bakiresi' demek, Rusçası 'morskoy yunker' ise 'deniz asilzadesi' demek. Bazı adların ise doğrudan bizden kaynaklandığı belli. Örneğin, 'adabeyi', lipsozun bir başka adı. Nereden geldiğine dair tatmin edici bir açıklama bulamadım. 'Vaktiyle İstanbul'da Adalar civarında çok avlanmış olduğundandır,' diye bir açıklamaya rastladım, ama pek ikna olmadım.
- Aynı balığa farklı adlar verilmesi Türkçeye özgü de değil. Bu konunun evrensel olduğunu da göstermiyor mu?
- Evet, evrensel. Ama bizdeki sorun aslında bir ad verememek ya da birçok balığa aynı adı vermek.