Türkiye'nin en iyi haber sitesi
ATİLLA DORSAY

Atları da vururlar

Faytonlar ve atlar, adaların tarihiyle özdeştir. Sağlıksızlığı, bıraktıkları pislik, faytonculuğun kurum ve işletme olarak köhnemişliği, üzerinde durulması gereken konular. Ama bu sorunu çözmenin tek çaresi, o faytonları toptan kaldırmak değil

Sydney Pollack'ın Jane Fonda'lı o unutulmaz filmi nereden aklıma geldi? 1969 yapımı o güzel film bizlere, koskoca ABD'nin büyük ekonomik bunalım yıllarında çektiğini ve de üç kuruş kazanmak uğruna bitmez tükenmez dans yarışmalarına katılıp helak olan genç-yaşlı ve de hepsi umutsuz insanların öyküsünü anlatıyor değil miydi? Horace MacCoy'un klasik olmuş romanından yola çıkarak. Bu gidişle, günün birinde, birinin çıkıp Büyükada'nın yok olan atlarının öyküsünü yazması da gerekecek. Çünkü o atlar ve o faytonlar da hayatımızdan çıkmak üzere. Sanki sihirli eller geziniyor, bu eski kentin üzerinde. Ve eskiye ait ne varsa yok etmeye çalışıyor. Yerine sözümona moderni, yeniyi, teknolojiyi, çağdaşı koymaya çalışarak... Belki hepsinde değilse de, bu niyetlerin ve çabaların çoğunda asıl motor, rant oluyor. Yani kent toprağının, arsasının, binasının daha çok para getirmesi ve bu uğurda eskinin gözden çıkarılması. En azından Emek, Dolmabahçe Stadı, silueti bozan yapılar gibi konularda bu kesinkes böyle. Kimi konularda ise ana düşünce rant değil. Örneğin Taksim parkındaki yeşilin sökülerek yerine eski kışlanın yapılması tasarısını, ben 'bir AVM daha' projesi olarak değil, yanlış bir 'eskiyi ihya etme' projesi olarak görüyorum. Eğer o park, o ağaçlar, o yeşil alan kentin gündelik yaşamında böylesine yer almışsa, artık hiçbir şey için ondan vazgeçemezsiniz. Ne kışla, ne de cami için... Çünkü artık kentin ve kentlinin daha yakın zamana ait, daha çok yaşadığı, daha çok benimsediği değerler sözkonusudur. Bu kadar basit... Adalar ve fayton ise bambaşka bir sorun. Genel yargılardan çok, özel olarak irdelenip çözülmesi gereken bir sorun. O faytonlar ve atlar eskidir, adaların tarihiyle özdeştir. Ama öte yandan, o atların zayıflığı ve sağlıksızlığı, bıraktıkları pislik, faytonculuğun kurum ve işletme olarak köhnemişliği de üzerinde durulacak konulardır. Peşinen ve külliyen karşı çıkılmaması gereken... Başta Balçiçek İlter, kimi köşe yazarlarının yazdıklarını izledim. Gerekçem önemli: Benim de Büyükada tepelerinde gidilmesi zor bir evciğim var. İşkolikliğim yüzünden gidemesem de... Tüm o sorunları ben de yaşadım, yine yaşayabilirim.

KALDIRMAK YERİNE ISLAH EDELİM
Ama bu sorunu çözmenin tek çaresi, o faytonları toptan kaldırmak değil. Atı tümüyle hayatımızdan çıkarmak değil. Vaktiyle hayatı at üzerinde geçmiş, at-avratsilah üçlemesini yaşamının temeli saymış bir halka yakışan çözüm bu mu? Yazıldı, çizildi: New York'un Central Park'ından Paris'in Luxembourg bahçelerine birçok kentte atlı arabalar hâlâ var; trafiğe çıkmak için değil, küçük nostaljik geziler için... Ama ne faytonlar, ne atlar! Faytonlarda lüks ve şıklık, atlarda sağlıklı ve bakımlı olmak temel koşul. Ama bu da yetmiyor. Bakınız, Paris Match dergisi geçen haftalardaki uzun bir yazısına ne başlık atmış: Atları Yeniden Paris Yaşamına Sokmalıyız! Ünlü dergi, atın Viyana'dan Brüksel'e, New York'tan Washington'a çeşitli kentlerdeki kullanımını örnek vererek, Paris'te de daha çok görülmesi isteğini dile getiriyor. İşte dünyadaki gidiş bu. Adaların attan ve faytondan yoksun kalarak çok şey yitireceğini düşünenlerdenim. Dolayısıyla, bu kurumu kaldırmak yerine ıslah ederek, iyileştirerek, denetim altında tutarak korumak, asıl çağdaşlık olacak. Bilmem farkında mısınız?

YAZARIN BUGÜNKÜ DİĞER YAZILARI
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA