"Bedri Bey ta 50'lerde Paris'e gittiğinde, yeni bir müze açılmıştı: İnsanlık Müzesi. Orada Afrika sanatını gördü. O eski tip, sanatsal parçalar, evin içinde her gün kullanılan objelerdi. Bu müze onun üzerinde müthiş bir etki yaptı ve 'Sanat hem güzel hem de faydalı olabilir,' diye düşündü. Elinde balıklar, horonlar gibi birçok motif vardı. Resim olarak pek çok kişiye ulaşması mümkün değildi. Fakat o 'Bunları yazmacılıkta kullanırsam, her eve girer,' diye düşündü. Çünkü Türk halkı yazmaya karşı hassas. Bu düşünceyle Türkiye'ye döndü, yazma atölyelerini gezdi ve kalıp yapan ustaları buldu. Çünkü yazma yapmak için kalıp lazımdı. Kendi resimlerindeki birçok motifi sadeleştirdi. Bir Ermeni ustaya 20 kadar kalıp yaptırdı. Hakikaten fevkalade kalıplardı. Bedri Bey çok güzel bir sergi düzenledi ve Adalet Cimcöz'un galerisinde sergilendi. Beklenmedik bir ilgi gördü. Sonra Bedri Bey, akademide ilk sınıf talebelerine yazmayı gösterdi. Bedri Bey belki bir gün talebeler de basar ya da yeni zanaatçılara gösterirler, yeni parçalar yaratırlar diye düşündü. Çok fazla bir şey olmadı. Ama iyi kötü bütün talebeler öğrendi. O yıllarda yılbaşı kartı yoktu Türkiye'de. Bedri Bey atölyedeki öğrencilerle hem kart basıyorlar hem de yazma basıyorlardı. Elde edilen gelirle de sınıftaki tüm talebelere malzeme alınıyordu. Çünkü bazı talebeler fakirdi. Bedri Bey, hayatı boyunca yazma bastı. Eren Hanım da yardımcı oluyordu."