2009-2010 futbol sezonu geçtiğimiz cuma günü başladı. Futbol, spor dalları arasında en az doping yapılanlardan biri olmasına rağmen, belki de büyük toplumsal, kültürel ve finansal etkileri nedeni ile ne zaman bu konu açılsa, akla ilk gelenlerden olmuştur. Türk futbolunda doping oranının dünya ülkelerinden de düşük olduğunu bu işin mücadelesiyle uğraşanlar arasında yer alan biri olarak mutlulukla söyleyebilirim. Dopingle mücadele eden herkesin kabul ettiği iki değişmez gerçek var. Birincisi; insanlık tarihinin başından beri hayatın her alanındaki rakipler birbirlerine üstün gelmek için ellerindeki tüm imkânları kullanmıştır, ikincisi ise; bir spor müsabakası sonucunda ne zaman şan, şöhret, para ya da benzeri bir ödül varsa doping vasıtasıyla üstünlük sağlamaya yönelik çabalar her zaman olmuştur. Hatta ilk dopingin, Hz. Adem ile Hz. Havva'nın ölümsüzlüğe kavuşmak için Cennet Bahçesi'ndeki yasak meyveyi yemelerinin olup olmadığı tartışılmakta zaman zaman. Buradaki ödül para değil ama sonsuz yaşamdır. Milyon dolarların 17 yaşındaki çocuklar için çok rahat telaffuz edildiği günümüz spor dünyasında dopinge hazırlayıcı tüm dış faktörlerin yerine geldiği açık. Eli titremediği için son topu deliğe erken sokan golfçu bir anda rakiplerinden 2 milyon doları kapıveriyorsa gel de doping olduğunu bile bile el titremesini azaltan ilaç alma.
NİYE YASAKLANDI?
Dopingle mücadele çalışmaları yoğunlaştıkça bir taraftan da dopingin yasaklanmasının yanlış oluğuna dair görüşler de yükselmeye başlamış durumda. Onlara göre "Spor aslında kişisel değil toplumsal bir olay ve işin eğlence tarafı her şeyden ağır basıyor. Öyleyse eğlenceyi artıracak, gösteriyi neşelendirecek elde ne varsa kullanılmalı; dopingi yapanlar da ödülü alıyorlarsa yaptıkları işin riskini de yüklenebilirler." Şeytanın avukatlarına verilecek cevap çoktan hazır aslında; ilk olarak doping yapmak sporcunun sağlığını riske atar. Performans artırıcı yöntemleri ya da maddeleri kullandıkları için doğrudan ya da dolaylı nedenlerle sakatlananlar, hastalananlar ya da hayatını kaybedenler sayılmayacak kadar çok. İkinci olarak doping sporun ruhuna ve ahlakına aykırıdır. Sporda kazanmaktan daha önemli olan, bir iç disipline sahip olup daha üstün bir insan olmaya yönelik çaba; buna kısaca sportmenlik ruhu denir. Doping yapmak bu ülküyü tamamen ortadan kaldırır. Dopinge karşı olmak için bir başka sebep ise doping 'Fair Play'e, yani hakkın hukukun korunduğu adil karşılaşmaya aykırıdır. Doping yaparak diğerine üstünlük sağlayan taraf diğerinin alın teri ve çok çalışma ile elde ettiği yeri gasp etmeye adaydır.
DOPİNGLE MÜCADELE NE DURUMDA?
Dünyada dopingle mücadele bayrağını uzun yıllar Uluslararası Olimpiyat Komitesi taşıdıktan sonra 1999'da alınan karar ile bu görev Dünya Anti Doping Ajansı'na (WADA) devredildi. 2004 Atina Olimpiyatları ise WADA'nın rüştünü ispat platformu oldu. Dopingle mücadele tüm dünyada hükümetler düzeyinde anlaşmalar ile organize olup etkinliğini tüm yer küreye yaymak yolunda. Her yıl yenilenen yasaklı yöntemler ve maddeler listesi WADA tarafından hazırlanıp uluslararası federasyonlar vasıtası ile ulusal federasyonlara ulaşır ve bunların uygulanması spordan sorumlu ulusal otoritelerin ve federasyonların sorumluluğundadır. Ülkemizde Ulusal Anti Doping Ajansı çalışmaları sürerken; Türkiye Futbol Federasyonu ve Türkiye Basketbol Federasyonu gibi kurumlarca dopingle mücadele başarı ile sürdürülmektedir. Bu federasyonlarca gösterilen özen uluslararası arenada başka spor dallarında yaşanan yüz kızartıcı durumların ortaya çıkmasını engellemektedir.
DOPİNGİN CEZASI NEDİR?
Burada da genel hukuk prensipleri uygulanır; temel olarak hiçbir suç cezasız bırakılmaz ve kuralı bilmemek suçu ortadan kaldırmaz. Her sporcu kendi bedeninden ve yaptıklarından sorumludur. Kasıt cezayı ağırlaştırmakla birlikte kasıtsız ve habersiz kural ihlalleri bile cezasız kalmaz. Bu nedenle kontrolünde pozitif sonuç çıkan bir sporcu kalkıp "Benim haberim olmadan masör vermiş," dese bile bu savunma cezanın kalkması için yeterli olmaz. İşlenen suçun cezası sonunda ömür boyu spordan mene kadar varabilmektedir.