Pentagon savcıları Halid Şeyh Muhammed'le birlikte 4 kişiyi daha savaş suçuyla, daha açıkçası, 11 Eylül 2001'de 2 bin 976 kişinin ölümünü planlamak ve gerçekleştirmekle resmen suçladı ve davayı anayasal bakımdan tartışmalı bulunan, dünyada insan hakları ihlallerinin bir simgesi olan Guantanamo'da toplanacak askeri komisyona havale etti. Komplocular dokuz yılı aşkın süredir gözaltında tutuluyor. Askeri başsavcı Tuğgeneral Mark Martins'in 3 Nisan'da Harvard'daki bir konuşmasında dediği gibi, askeri komisyonların "bir hukuk devleti meselesi haline geldiği ve geciken adaletin adalet olmaktan çıktığının kabul edilmesi gerekiyor". Yine de bu sisteme ve bu noktaya (11 Eylül teröristlerine karşı adaleti yerine getirmenin en kötü yoluna) nasıl ulaştığımızı hatırlamakta yarar var. Gecikmeyle başlayalım. Sanıkların hepsi yıllar önce yargılanabilirdi, ama Başkan Bush anayasayı görmezden gelmeyi tercih etti. Adamların gizli CIA tutukevlerinde alıkonmasını ve acımasız, yasadışı sorgulara tabi tutulmasını o istedi. Halid Muhammed sadece bir ayda 183 kez su işkencesi gördü. Bush yönetimindeki hukuksuz gözaltı ve sorgu politikalarının baş mimarı olan eski Başkan Yardımcısı Dick Cheney gibiler dışında herkesin belirttiğine göre, bu yöntemlerle yararlı istihbarat elde edilemedi. Halid Muhammed diğer dört kişiyle birlikte nihayet Guantanamo Körfezi'ne nakledildiğindeyse onların adil bir şekilde yargılanıp yargılanmayacağı konusunda soru işaretleri doğdu, çünkü deliller yasal olmayan bir şekilde toplanmıştı. Kongre'nin El Kaide'ye karşı daimi savaş ilan ettiğini ve bu yüzden tutukluları yargılamaksızın süresiz olarak gözaltında tutabileceğini savunan Bush hiçbir girişimde bulunmadı. Obama'ysa Guantanamo Körfezi'nin kapanacağı ve terör zanlılarının hukuka uygun muamele göreceği sözüyle iktidara geldi, fakat o da büyük ölçüde başarısız oldu. Başsavcı Eric Holder Jr., Adalet Bakanlığı'nın davayı gözden geçirdiğini ve 5 sanığın Manhattan'daki federal bir mahkemede yargılanması gerektiği sonucuna varıldığını açıklamıştı. Haklıydı, ama yargılamanın bir güvenlik tehdidi oluşturacağını savunan (oysa böyle bir tehdit olsa bile bununla baş edilebilirdi) yerel siyasileri buna hazırlamamıştı. Kongre'nin duruşuysa daha da vahimdi. Cumhuriyetçiler, sivil bir mahkemenin sanıkları suçlu bulmayacağını düşünerek ayağa kalktı. Beyaz Saray yargılamayı askıya aldı. Kongre de tutuklularının federal bir mahkemede yargılanması için federal bütçeden para kullanılmasını yasakladı. Adalet Bakanlığı da davaları tekrar "gözden geçirdi" ve tutukluların askeri komisyonlarca yargılanmasının daha iyi olacağını demek istediğini açıkladı. Dolayısıyla yargılama bu şekilde gerçekleştirilecek, yani Bush'un yarattığı kukla mahkemelerden daha iyi, ama yine de büyük kusurları olan bir sistemle. General Martins gerçek adalete duyulan ihtiyacı Harvard'da veciz bir ifadeyle dile getiriyordu. "Hukuku lüks olarak görürsek meşruiyeti feda ederiz" diyordu. Bunlar güçlü sözler, ama bu sözlerin gereklerini yapabilecek mi? Amerikan Sivi l Özgürlükler Birliği'nin hukuk direktör yardımcısı Cemil Cafer, t utukluları madden ve manen yıkan bir muameleye yıllarca tabi tutulduktan sonra "bu sistemden çıkan birinin itirafta bulunması veya suçunu kabul etmesine, o beyanın işkenceyle saptırı lmadığına ne kadar güvenebiliriz? Böyle bir şeyin örneğin, İran'da veya Kuzey Kore'de yapıldığını düşünelim. İnanır mıyız?" diye soruyor. Umarız General Mart in'in adalete olan inancı, yargılamaların meşruiyetine son derece şüpheyle yaklaşan dünyayı ikna eder. Çünkü sanıkları şüpheli bir yargılamanın ardından suçlu bulup idam etmek tam bir facia olacaktır. Öte yandan, olan biten bunca şeyin ardından en sağlıklı mahkeme bile bu ülkedeki temel adalet ve insan hakları ilkelerinin son on yılda çok zarar gördüğü ve gereksiz değişikliklere uğratıldığı gerçeğini değiştirmeyecektir.