Bakiye
Duran'ın yaşamı bana
Teldeki Adam filminin de kahramanı olan Fransız Philippe Petit'yi hatırlattı. 1974'te yeni inşa edilen New York'taki İkiz Kuleler'in arasına çektiği telin üstünde yürümeyi kafasına koyup, bunu başaran Petit de engel tanımıyordu, Duran da tanımıyor. 50 yaşındaki Bakiye Duran, Samsun'un Havza ilçesinin Hilmiye Köyü'nde doğup büyümüş. Ne daha çocukken babası "Git, hayvanları otlat," dediğinde, "Yapamam," diyecek lüksü olmuş, ne de beş yaşında, annesi tarlada çalışmaya gittiğinde, evde kardeşinin yemeğini hazırlayıp, altını temizlerken... O yüzden şimdi, "Ben öyle birden bire 40 yaşında ultra maratoncu olmadım. Bütün bu yaşadığım zorluklar, beni buraya hazırladı. Bu engellerden sonra 100 kilometre koşmuşum, bu da bir şey mi?" dediğinde onu anlıyorsunuz. Asıl mesleği kimya öğretmenliği olan Duran, onu özgürleştirdiğini anladığı andan itiraben de hep koşmuş. İlk kez 2000'de Selanik'te katıldığı bir yarı maratonda duymuş 'ultra maraton' kavramını. Yani en az 100 kilometre; beş günde 500, yedi günde 700 kilometre koşulan ultra maratonları... Yunanistan, Hollanda, İsviçre, İtalya, Tayvan derken 2005'te üç erkek beden eğitimi öğretmeniyle kurdukları Team Touareg ekibiyle de macera yarışlarına başlamış. Bakiye Duran için 2003'te "O, limitleri aşan bir sporcu. Çok cesur ama maalesef çok da yalnız," diyen, Uluslararası Ultra Maraton Birliği Başkanı Malcolm Campbell'ın ne kadar haklı olduğunu anlamak için
Bir Ultra Maratoncunun Hikâyesi / Cesaret Yalnızdır adlı kitabı okumalıyız.
- Amaç ne? Kazanmak mı, yoksa sadece koşmak mı?
- Koşmak, kendinle bir mücadele. O anda rakibini düşünmüyorsun. Beyninle mücadele ediyorsun; ayakların acıyor, açlığa katlanıyorsun, krampları hissetmiyorsun. Amaç, içindeki 'Bırak, niye koşuyorsun?' diyen duyguyu yenmek. Vücut, koşmamak için birçok etken çıkartıyor. Ama onları yenince bir bakıyorsun ki koşuyorsun. Kendini ne kadar aşabilirsen, o zaman yarışmaya başlıyorsun. Koştukça da özgürleşiyorum.
- Yorgunluk, ağrılar, ellerin donması... Bunları nasıl aşıyor beyin?
- İstanbul'da karlı bir gün, sokakta çıplak ayakla dolaşan çocuklar gördüm. Sonra araştırdım; hafif bir soğukla başlayıp, birkaç yıl içinde artırılınca, canlı dokuyla ölü doku arasında bir sıvı tabaka oluşuyormuş. Bu da soğuğu iletmiyor. Bir bakıyorsun, ateşte de yürüyor insanlar... Beyin, bizim keşfedemediğimiz o kadar büyük bir mekanizma ki, insanın o ortamı aşabileceği enzimleri üretiyor.
- Çocukken siz de karlı köy yollarında az çekmemişsiniz. Hayatınız da zaten zorlu bir macera gibi...
- Doğru. Onları aştım, bunlar bana kolay geliyor. Okula gidip gelirken ağabeyim beni sırtında taşırdı. Küçük ağabeyim üşüyüp dönmek istediğinde, ağabeyim, 'Koş, ısınırsın,' derdi. Bu mücadeleyi verdikten sonra 40 yaşına gelmişim, maaşım var, gidip koşmuşum, bu ne ki! Ben esas mücadeleyi eşofman giyebilmek, okula gidebilmek için verdim. Beni ben yapan özellikler önemli. Okulda kız çocukların eğitimiyle, annemle, köyümle mücadele ettim. Gece kalkıp dağlarda koyunları otlattım, tarlada çalıştım. Asıl macera buydu. Geçen hafta Bolu'da Köroğlu Dağları'nda dağ aşma yarışı vardı. İki gün, 70 kilometre. Eğlence olsun diye katıldım, ikinci oldum. Tecrübeli birçok sporcu ise yolunu kaybetti. Bana 'Nasıl yaptın?' dediler. Ya, ben zaten köyümde yıllarca bunları yaptım. Ultra maraton nedir? Sınırsız yarışma. Köyde zaten herkesin yaşamı sınırsızdır. Ben yarışlara katılıyorum, köydekiler katılmıyor. Hepsi bu.
KOŞMAK, BENİM İÇİN ÖZGÜRLÜK
- Kendiniz için koşarken nasıl, birden ultra maraton yarışçısı oldunuz?
- Yaşım ilerledikçe kısa mesafeleri, yol yarışlarını bıraktım. Çünkü gençler yetişiyor, sizin hızınız azalıyor. Daha uzun mesafeli, ama çok hız gerektirmeyen ultra maratonları koşmaya başladım. 2005'ten itibaren de bir ekiple macera yarışlarına geçtim. Beş günden başlayıp 10 güne kadar sürede, 180-200 kilometrelik kano, dağcılık, bisiklet, ip iniş çıkışı, paten, yüzme, dalış, nehir geçme gibi etaplar, macera sporu içinde var.
- En zorlu yarışınız hangisiydi?
- Patagonya'daki 10 günlük keşif yarışını, yedi günde bitirdik. Dünya üçüncüsü olduk. Kanada'daki 1000 kilometrelik, 10 günlük dünya şampiyonasında da 20. olduk.
-
En çok mutlu eden branş hangisi?
- Koşmak tabii.
-
Niye?
- Koşmak benim için özgürlük, kendimi ispat etmek, doğayı yaşamak. İçinde dürtü olmayan da koşmuyor zaten. Koşsa da başarılı olmuyor. Genlerinde yoksa onu bir iş gibi yapar, bırakır. Ama genlerinde varsa, devam eder.
-
Öğretmenlik hayatınız da hep engelleri aşmakla geçmiş...
- Ne kadar karşı çıkan olursa olsun, doğrular bir yerde kesişir. Yanlış yapanlar da doğruyu biliyor aslında. Mardin'de bir okul müdürüyle çatışmıştık, sürgün edilip giderken, bana 'Hocam bana çok zarar verdin, ama doğru yol seninki, asla vazgeçme. Biz bir şekilde bu yanlış yola girmişiz,' dedi.
ÇAPAYLA KOLLARIMI GÜÇLENDİRİYORUM
- Rüyalarınıza giren yarışlar var mı?
- Norveç'te düzenlenen dünyanın en soğuk koşusu Kuzey Kutbu Maratonu, Fas'taki 243 kilometrelik Marathon Des Sable ve Çek Cumhuriyeti'ndeki 72 saatlik nonstop yol yarışı. Himalayalar'da da koşmak istiyorum. Ve bunu yapacağımı biliyorum. Önümüzdeki aralıkta Abu Dabi çöl yarışı var. Beş gün, 450 kilometre. Dört kişi katılacağız. Çim kayağı, kürek, kumda koşu, çölde bisiklet ve kaya tırmanışı var.
- Sizi en çok hangisi zorluyor?
- Hiçbiri. Ama kumda bisiklet zor.
- Türkiye'de nerede kumda bisiklete binip, antrenman yapıyorsunuz?
- Pek bulunmuyor. Geçen hafta köyde kaldım. 120 kilometre kürek çekeceğim, kollarımın güçlenmesi lazım. Ama böyle bir imkânım yok. Aldım elime çapayı, bütün meyve bahçesini çapaladım. Sırtımda 30 kiloluk ilaç makinesini taşıdım. Hem işimi yapıyorum hem de kollarımı güçlendiriyorum. Bisiklet çalışmam lazım. Akşamları evde lastik takıp, çekiyorum. Havza ile köy arasındaki dağ yolunda bisikletle gidip geliyorum.
- Bisiklete binmeyi çocukken köyde mi öğrendiniz?
- Hayır, 45 yaşında öğrendim. Macera yarışına katılabilmek için öğrendim. Küçük bir bisiklet aldım, Çekmeköy ormanlarında düşe kalka öğrendim.
- Ekipteki erkek arkadaşlarınız, size yardım ediyor mu?
- Etmiyorlar. Çünkü onların gücü de ancak yetiyor.