Türkiye'nin en iyi haber sitesi
HASAN BÜLENT KAHRAMAN

Ada sahillerinde yaşama/ma/k

Hüseyin Rahmi Gürpınar'ın müze olan evi dökülüyor. İl Halk Kütüphanesi'nin görünüşü içler acısı. En çok özen gösterilmesi gereken yerleri bile pejmürde Adaların

Geçen hafta sonunu Heybeliada'da geçirdim. Halki Palas'ta kaldım. Yandıktan ve restore edildikten sonra 1993'te bir kez daha kalmıştım. İlk kaldığımda da böyle bir erken bahar günüydü ama hava güzeldi. Bu defa soğuk, yağmur ve rüzgarlı bir hava vardı. Gene de vapurda etrafı seyrederek bir adaya gitmek bana zevk veriyor. Ayrıca açık değil kapalı, mavi değil gri havaları, çırpıntılı denizi, sisleri sevdiğim için her şey istediğim gibiydi. Bir gün daha fazla kalabilseydim çok daha mutlu olurdum. Yapamadım. Belki bir dahaki sefere...

SESSİZLİĞİ BAŞKA YERDE BULMAK GEREK
Yıllar önce Kültür Bakanlığı'nda görevliyken şair dostum Ataol Behramoğlu ile 'adalar coğrafyası' hakkında aramızda geçen bir konuşmayı anımsadım. İstanbul'a bu kadar yakın ama ondan bu kadar farklı bir coğrafyanın olması çok az kente nasip olan bir imkandır. Bir imtiyazdır. Eskiden, İstanbullular, biraz daha hali vakti yerinde olanlar, bu 'nimeti' sonun kadar değerlendirirmiş. Yazın belli bir döneminde adaya gitmek, sonbaharın ortasına kadar orada kalmak bir adetmiş. Sonradan bu kaybedilmiş. Geriye en güzeli Osman Nihat'ınkiler olan bazı şarkılar kalmış.
Niye kaybedildiğini geçen eylül ayında, çok sıcak bir günde, Büyükada'ya gittiğimde anlamıştım. Her şeyden önce, yaz aylarında, bilhassa hafta sonlarında adalar adım atılmayacak kadar kalabalık. O kadar yoğun bir insan nüfusu bu küçük kasabalara yığılınca oradan beklediklerinizi elde etmek de hayal oluyor. Eğer sessizlik, sükunet ise aradığınız başka yerler bulmanız gerekiyor. Ama Kavafis'e bakarsanız o da imkansız...
İkincisi, adaların dokusu önemli bir değişim geçiriyor. Aslına bakılırsa, şimdi sağlanan altyapı hizmetleri eskisiyle mukayese edilmeyecek kadar gelişmiş olsa da, adaların birçok eksiği var. Bunu ada sokaklarında gezerken görmek mümkün. Neredeyse sayılamayacak kadar çok yapı dökülüyor. Metruk ve bakımsız. Nedeni besbelli: Milli Emlak, kayyum gibi bürokratik kurumların elinde, mevzuata göre şu kadar yıl, kimseye devredilemeden bekleyen binaları almak bir dert. Aldıktan sonra onarmak ayrı bir sorun. Yılda birkaç ay inşaat izni var. Onun dışındaki aylarda beklemek zorundasınız. Adalar trafiğe kapalı ve yokuşlarla dolu mekanlar. Onlardan türeyen sayısız sıkıntıdan söz edilebilir.

GÖRÜNÜŞÜ İÇLER ACISI
İstanbul' da, benim çocukluğumda, yol kıyısından, istediğiniz yerde, denize girmek bir lezzetti. Şimdi hayal bile değil. Hadi bunu anladık. Ama adalardan denize girmek de artık o kadar kolay değil ve bunu anlamak çok zor. Sonunda bir 'ada'dan söz ediyoruz. 'Etrafı sularla çevrili kara parçası...' Su dediğimiz şey burada deniz ve o denize giremiyoruz. Yani bizimkiler, artık denizi olmayan adalar. Gene de hafta sonlarında geldiğini söylediğim büyük nüfus deniz için iniyor adalara. Pazar akşamı çekildiklerinde geriye temizlenmesi çok güç bir çöp birikintisi bırakıyorlarmış. Şimdi ister sahillere gidin, ister tepelerde, ormanlık arazide dolaşın etraf çöpten geçilmiyor.
Adalara ne derecede ilgi gösterildiğini anlamak için başka bir örnek vereyim. Heybeliada, Hüseyin Rahmi Gürpınar'ındır. Evi oradaydı; o yapı şimdi müze. Ben pazar günü yeniden gezmek istedim. Yetkilileri gidip o 'müze'yi görmeye davet ediyorum. Lime lime dökülen bir yapı var karşınızda. Sımsıkı, zincirlerle kapalı, arkasına plastik sandalye, masa yığılmış, 'Majino hattı' gibi 'tahkim edilmiş' bir kapıyı açmaya teşebbüs bile manasız. Öteki kapıyı ne kadar vurdumsa da 'sağır duvar'lığını aşamadım. Ne müzesi?... Öte yanda bir İl Halk Kütüphanesi var. Onun da dışarıdan görünüşü içler acısı. Kısacası en çok özen gösterilmesi gereken yerleri bile bu kadar pejmürde Adaların.
Sonra pahalı. Çok pahalı. Böyle bir mevsimde, öylesi bir yerden beklenmeyecek fiyatlar geliyor karşınıza, otellerde, lokantalarda. Avrupa'daki büyük kent fiyatları söz konusu. Anlamak imkansız. Bizde arz-talep dengesi ters işler. Müşteri çok olunca fiyatlar artırılır; ama müşteri az olunca da artırılır. Az müşteriden çok kazanmak istenir. Peki! Anladık ama her anladığımız şeyi de kabul etmek zorunda değiliz ya! Bu da öyle; akla, mantığa sığar şey değil, karşılaştığınız durum.
Çare yok mu? Var, elbette. Adalar ayrı bir 'konsey' olarak ele alınır. Kendisine ait özerk bir yönetimi olur. Bürokrasiden kurtarılır. Planlanır. İstanbul'la ayrı bir anlayış içinde bütünleştirilir. Bunlar benim değil o çevrede yaşayan insanların kendi deneyimlerinden sağıp süzdüğü görüşler. Kısacası, her zaman olduğu gibi yapılacak çok şey var.
Her şeye rağmen adalar çok güzel yerler ve çok seviyoruz oraları. Kış günleri, erken baharlar, hafta içi zamanlar, sessizlik ve durgunluk... Adalar...

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA