Türkiye'nin en iyi haber sitesi
HASAN BÜLENT KAHRAMAN

Mizah mı şiir mi?

68 hareketi, romantik, duygusal, şiirsel bir hareketti. 21. yüzyılın şu gününde bu anlayış değişti

Ansızın mizah girdi hayatımıza.
İnsanlar birden bire mizahla karşılaştı Gezi Parkı olayları sırasında.
Bir şeyler oldu ve sokaklar, duvarlar, sanal ortam, birbirinden ilginç, çekici, eğlendirici, hatta çarpıcı bir mizahla yüklendi. Yandaş olalım, taraf olalım, buluşların parlaklığı, içerdiği zeka ışıltısı, dikkatimizi bağladı ve güldük. En azından gülümsedik.
Toplumsal bir olayın, hele de bu mertebede, mizahla iç içe geçmesi hem bir yenilik hem de biraz şaşırtıcı. Geleneksel bir açıdan bakınca, toplumsal olayların gülmeceyle değil de şiirle haşır neşir olması, daha alışkın olduğumuz bir durum. Hatta mizah, sanki işin ciddiyetine de biraz aykırı düşüyormuş gibi geliyor insana.
Öyle bir duygunun oluşması doğal. Neticede şiir, tanrısal bir şeydir.
İnsan şiirle bildik, tanıdık sözcükleri eğip bükerek, yeniden örgütleyerek bilinmedik bir şey yaratıyordu.
Ama bunun tersi de doğruydu. Şair neredeyse gaipten haber veren insandı.
Bilinmeyen bir şeyi buluyor, getirip insanın önüne koyuyordu.
Evet, şiirin de tıpkı bir masa gibi 'yapılan' bir şey olduğu çok söylenmiştir, ama siz kulak asmayın o laflara, baştan beri şiir yalvaçsı bir olgudur.
Şairler 'şiir söyler.' Elbette inşa edilen bir yanı vardır şiirin, ama o dahi şu belirttiğim gerçeği değiştirmez. Şiir, bilmediğimiz bir alana taşır bizi. İçeriği, hatta mesajı politik, son derecede somut bir konuya yönelik de olsa, şiirle aramızda, ele aldığı sorun arasında, daima bir mesafe vardır.
Bir uzaklaşma halidir şiir, özünü bize en yakına getirdiği noktada dahi...
Oysa mizah, öyle değil.
Onun da soyut, 'saçma' (absürt) türleri vardır.
Gene de mizah, yercildir.
Gündeliktir. Sıradandır.
Soyut bir şeyle uğraşmaz.
Daima somuttur. Tanrısallıktan alabildiğine uzaktır bu bakımdan. Sadece elimizde tuttuğumuz, dokunduğumuz, yoğurduğumuz, tartıştığımız konuları işler.
Mizah daima var ve hazır olandan çıkar. Olmayanla örtüşen bir mizah olamaz.
Yıkıcılığı buradan kaynaklanır mizahın. Gülmece kışkırtıcıdır, sınır tanımaz, tahrip eder. Bu, onun dokunma özelliğinden kaynaklanır. Mizah, insanın rahatsız olduğu yerde başlar. Keyifle yapılan şey, mizah değildir. Onun bağlamında yer alan başka bir şeydir. Şakadır, latifedir, ama mizah değildir.
İki yapı arasındaki bu farklar, her şeyi açıklıyor.
Ama gene de Gezi Parkı 'kültürünün' neden şiirle değil de mizahla yüklü olduğu konusunda, ben biraz daha düşündüm. Bu sorgulamaya da 1968 olaylarını, 1970'li yılları hatırlayışım ve yaşayışım yol açtı. 1968, tepeden tırnağa şiirle yüklüydü. Bir kere insanlar düpedüz şiirle yatıp kalkıyordu.
19. yüzyılın lanetli şairleri, bütün o Rimbaud'lar, Verlaine'ler, Baudelaire'ler dillerdeydi.
Bu bir yana 1968'in kendisi şiirdi.
O kuşağın attığı sloganları hatırlamak kafi. Bütün o "Güzellik sokaktadır,"
"Gerçekçi ol, imkansızı iste,"
"Mutluluğunuzu alıyorlar. Çalın onu,"
"Sıkılmak karşıdevrimciliktir,"
"Ne Tanrı ne efendi",
"Yasaktır yasaklamak"
ve daha niceleri şiirdi. İnsanlar şiir söylüyor, şiirle soluk alıp veriyordu. '

68 HAREKETİ ROMANTİKTİ
Bu halin nedeni, çok açık bir biçimde romantisizmdi.
1968 gerçekçilikten falan dem vuruyordu, ama romantik, duygusal bir hareketti. Şiir, romantisizmdir.
Bunun lamı cimi yoktur. Ve her romantik yaklaşım kadercidir, Tanrısaldır.
Her Tanrısal ve kaderci yaklaşım, trajiktir.
Onu da yenilmek olgusundan veya gerçeğinden veya korkusundan koparmak olanaksızdır.
Kazananların değil kaybedenlerin tarihidir ve öyküsüdür tragedya.
1968 buydu.
1970'lerde insanlar, çok inandıklarını sandıkları, ama dipten dibe belki de yeteri kadar inanmadıkları bir zihinsel/duygusal hareketin içindeydiler. Şiiri patlatan buydu.
Şiir bir kaçma, sığınma alanıydı. Şiir, yüzleşme değildir. Şiiri herkes yapamaz.
Şiir, şairin yani bir tür Şaman'ın, sağaltıcının, efendinin işidir. İnsanlara onu izlemek düşer.
21. yüzyılın şu gününde bu anlayış değişti. Çünkü insanların şiirle uğraşmayı gerektiren o romantik ve depresif duygusu, artık söz konusu değil. Narsisizm çağında, insanların 140 karakterle kendilerini diledikleri gibi ifade ettikleri, herkesin 15 dakika şöhret olma imkanına sahip olduğu bir dönemde, şiirin duygusallığına kimsenin ihtiyacı yok. İnsanların artık efendileri yok.
Kendileri kendilerine efendi oluyor, bu da yetiyor.
Reklamcılık dünyası hazırladı bu şartları. Reklamcılığın dili, sloganın dilidir. Tweet, slogandır.
Her slogan, saldırır. Yıkar.
Çürütür. İnternet şimdi herkesi reklam yazarı haline getirdi. İyi yapanı var, kötü yapanı var, o ayrı konu.
Fakat internet ortamı, sadece sınırsızlık değil, aynı zamanda özgürlük ve sahipsizlik alanıdır. İnternet dünyasında kimsenin kimseden korkusu yok, olamaz da. Hele o sanal dünyada hiçbir şeyin gizli kalmadığını, hiçbir şeyin mahrem olmadığını, hiçbir şeyin dokunulmazlığının bulunmadığını düşününce Gezi'nin çıktığı gezi daha iyi anlaşılıyor.
İnternet, son kertede mizahın alanıdır. Çünkü dediğim gibi, mizah, dokunmak ve gerçekçiliktir.
Gerçekliktir.
İnsanlar gerçekçi oldular, imkansızı istediler, mizahı buldular.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA