Türkiye'nin en iyi haber sitesi
ENGİN ARDIÇ

Attila İlhan "polis" miydi?

Yazmıştık ama Arif Damar'ın ölümü vesilesiyle Hasan Bülent Kahraman yeniden gündeme getirince bir daha yazmak gerekti. Geçen gün yitirdiğimiz Arif Damar, bizim "Kaptan"ın "MİT'in adamı" olduğunu iddia edermiş...
Bilmiyorum, bilsem de açıklayamam, suçtur.
Lakin kafamda birçok soru işareti de yok değildir.
Attila İlhan'a "polis" suçlamasının yöneltildiğini birçok "eski tüfekten" duymuştum, yeni bir iddia değildir.
Eski kuşak komünistler bu "polis" tanımını "genel anlamda" kullanırlar, muhbir, MİT ajanı ya da düpedüz "Birinci Şube görevlisi" yani sivil polis arasında bir ayırım yapmazlardı...
Ve de hemen herkes birbirini polislikle suçlardı.
Biz de onların bu saplantısıyla, Fransız argosundan bozma bir deyimle "flicomanie" diye dalga geçerdik.
Bunların kimileri polis tarafından izlenmeye değmeyecek kadar önemsiz kişilerdi, kendilerine "hava vermeye" çalışırlardı. Kimileri de düpedüz paranoyak, yani akıl hastasıydı.
Fakat, 12 Mart'ın bazı sivri tipleri arasından düpedüz devlet görevlilerinin çıktığını görünce, bütün bütüne de haksız olmadıklarını anladım...
Altmışlı yılların ünlü içişleri bakanı, "Zehir Hafiye" namıyla maruf Faruk Sükan, "solcuların nefes alışlarını bile dinlediklerini" söylerdi, meğerse dinlerlermiş...
Benim aklım daha eskilere, kırklı yılların sonlarına, ellili yılların başlarına takılıyor. Yani ABD ile SSCB arasında "barış içinde birlikte yaşama" (coexistence pacifique) dönemine değil de, soğuk savaşın en sıcak, en civcivli günlerine.
Lise yıllarında komünistlikten tutuklanan (1941), kurtulabilmek için "deli numarasına" yatıp İzmir'de akıl hastanesinde "müşahede altında'" tutulan, İzmir Atatürk Lisesi'nden kovulan, daha sonra babasının hukukçu olması sayesinde Danıştay'da dava açıp kazanan ve İstanbul'a gelip Işık Lisesi'ne girebilen (1944) Attila İlhan, 1949 gibi bir yılda nasıl olup da pasaport alabilmiş ve Fransa'ya gidebilmişti?
(Seksenli yıllarda bir gün Kaptan'la klasik Maçka-Taksim yürüyüşlerinden birini yapıyoruz, dönüp bana diyor ki, "tam şurada Altınbakkal Tramvay Durağı vardı, bilir misin?"... Sonra oradan bu durağa mı gelecektik Kaptan?)
Davayı kazanmış, aklanmıştı ya, diyeceksiniz...
Bilen bilir, isterse kırk dava kazansın, o dönemde "poliste fişi olan" bir adamın pasaport alabilmesi, deveye hendek atlatmaktan daha zordu.
Sonra, Sevim Belli Marsilya'dan gelişinde Galata rıhtımında, çantasında "örgütsel dokümanlarla" yakalanıyor... (Bu Türkçe özürlü deyim henüz icat edilmemişti.)
1951-52 "tevkifatı" ve illegal solun çözülüşü...
Arada bir bağlantı var mı?
1955 yılında Tepebaşı Tiyatrosu'nda yapılacak bir gösteriye Attila İlhan'ın "Baylan Pastanesi'nde çevresinde toplanan bütün gençleri" gönderip kendisinin "alibi" niyetine Atlas Sineması'na bilet alması falan...
Elli küsur yıldır atılan çamurlar, çamurlar ve çamurlar...
Bilenler (özellikle Hilmi Yavuz) açıklasınlar diyecektim, vazgeçtim.
Size "eski Türkiye'nin" artık hiçkimseyi ilgilendirmeyen ve şimdi dönülüp bakıldığında çok gülünç gelen meselelerini anlattım.
Onlar koca bebeklerdi ve oynadıkları bu oyunu çok ciddiye alıyorlardı oysa...
Attila İlhan, hayatının son yıllarında, dönüp hayatı boyunca onca kızdığı Cumhuriyet Gazetesi'ne girdi ve "Kemalist ulusalcıların" fikir babalarından biri oldu.
Nice faşistin başını yiyen şu ünlü "NATO'dan ayrılıp Rusya, Hindistan ve Çin'le ittifak kurma" önerisini ortaya atan da kendisi olmuştur.
Şeytan aklıma takıyor: Acaba, "1949 gibi bir yılda pasaport alabilmiş olmasının" diyetini mi ödüyordu?

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA