Türkiye'nin en iyi haber sitesi
BAŞYAZI MEHMET BARLAS

Basın Konseyi'nin başkanı bile ağzını bozarsa ne olur?

Biz gazete yazarlarının aramızdaki atışmaları "Polemik" rütbesine oturtarak sürdürmemiz, siz sayın okurlarda mutlaka bıkkınlık duygusu yaratmaktadır.
Ama susan tarafı da "Nasıl susturuldun" diyerek kınayan, yine siz sayın okurlarsınız.
Yine böyle bir durum var.
Hürriyet Başyazarı Oktay Ekşi, 27 Mayıs darbesi ertesinde Ankara Gazeteciler Cemiyeti'nden ihraç edilen gazetecilerin, Demokrat Parti'ye yakın oldukları için değil, aidatlarını ödemedikleri için ihraç edildiklerini yazmış dün.
Herhalde "Devrik" Demokrat Partililer de vergilerini ödemedikleri için ya idam edilmişler ya da hapse atılmışlardı.
Ben bu ihraçlar konusuna dayanak olarak rahmetli arkadaşım sevgili Yılmaz Çetiner'in 2006'da yayınlanan "Nefes Nefese Bir Ömür" kitabını göstermişim.
Oktay Ekşi ihraç edilen gazetecilerden biri olan Yılmaz Çetiner'in olayları yanlış hatırladığını yazmış dün.
Bu arada şöyle demiş:
"Ertuğrul Özkök'ün 'o dönemleri bilmeyecek kadar yeni ve tecrübesiz' olduğunu, kendini 'kıdemli ve tecrübeli' sayarak ifade eden Mehmet Barlas o tarihte belki üniversite öğrencisi idi ama kesinlikle gazeteci değildi. Ama 'gazetecilik kıdemi'ni babası merhum Cemil Sait Barlas'ın 1951'de çıkardığı 'Pazar Postası' isimli (haftalık veya iki haftalık) dergi/gazetenin idarehanesine ilk veya ortaokul öğrencisiyken gidip gelişlerinden başlatıyorsa elbet bir şey diyemem."

Öğrenci gazeteciler

Oktay Ekşi'ye hatırlatmam gereken bazı durumların olduğu kesin.
Türkiye'de insanlar aynı anda hem gazetecilik hem de öğrencilik yapabiliyor.
Mesela ben 18 yaşındayken ve Hukuk Fakültesi öğrencisiyken, gazetecilik de yapıyordum.
1960'ın Ekim'inde 27 Mayıs'ın Milli Birlik Komitesi, üniversitelerden 147 öğretim üyesini ihraç ettiği zaman bunu ilk haberleştiren ben olmuştum ve "Atlatma" haber olarak bu benim imzamla manşette yayınlanmıştı.
Yassıada Duruşmaları'ndan biri olan Ali İpar Davası'nı (15 Kasım 1960'ta başlamıştı) babamın imtiyaz sahibi olduğu Son Havadis adına Aziz Nesin'le ben izlemiştik ve imzamızla notlar yazmıştık. Aynı yıl Orhan Kemal ve Muzaffer Buyrukçu ile birlikte İstanbul'un bugün ilçe olan ama o dönemin yeni oluşan varoşlarında, Taşlıtarla'da (Bugünkü Gaziosmanpaşa), Gültepe'de, Kuştepe'de röportajlar yapmıştık ve bunlar da imzalı yayınlanmıştı.
Ayrıca şunu da ekleyeyim.
Oktay Ekşi'nin genç bir gazeteci olarak izlemeye çalıştığı gelişmelerin çoğu benim baba evimin yaşantısının parçalarıydı.

Kıdem meselesi

Mesela babamın tutuklandığı günün ertesindeki 1957 Ekim akşamı Pembe Köşk'te İnönü'nün yanındaydım. Annemin yazdığı mektubu ona okuyor ve verdiği cevabı Kemal Satır, Turhan Feyzioğlu, İsmail Rüştü Aksal'la birlikte dinliyordum. O zaman da 15 yaşındaydım.
Ertuğrul Özkök'ten daha kıdemli olmam bir hüner değil.
Daha önce doğmuşum. Ama mesleğe de erken başladım sonuçta.
Özkök, 12 Mart 1971 darbesinde idam edilen Deniz Gezmiş için Paris'te bir öğrenci olarak kâğıt dağıttığını yazıyor hep.
Ben 12 Mart darbesi olduğunda Cumhuriyet'te yedi yıldır yazarlık yapıyordum ve o darbe sonrasında gazeteden ilk çıkartılan yazar ben olmuştum.
Bence Oktay Ekşi "Andıç"ların doğruluğuna güvendiği kadar meslektaşlarına ve onların yazdıkları yazılara da, kitaplara da güvenmelidir.
Bu arada benim Yılmaz Çetiner'in kitabından kendi adının da geçtiği bölümleri alıntılamam hakkında şöyle yazmış: "Belli ki 'bulaşmak' ve mümkünse dikkat çekmek istiyor."
Acaba bu üslubu Genelkurmay Başkanı'ndan mı yoksa amplifikatörlüğünü yaptığı andıçlardan mı esinlenerek benimsedi?
Oktay Ekşi'nin bu üslubunu ben değil Basın Konseyi değerlendirse daha doğru olmaz mı?

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA