Türkiye'nin en iyi haber sitesi
HASAN BÜLENT KAHRAMAN

Şiddet, pornografi ve Siirt

Siirt'te yaşanan olaylar bizim yakın dönem kültür tarihimizin ibretlik bir parçası. Düşünün bir kentte onca kız çocuğun başına gelenleri neredeyse herkes biliyor, herkes olanlardan haberdar fakat kimse sesini çıkarmıyor. Bu değerlendirmeye karşı çıkanları biliyorum. Herkes haberdar değildi deniyor.
Peki, kabul edelim. Haberdar olanlar vardı ve onlar sesini çıkarmadı dersek vicdanlar rahatlayacak mı? Bir ölçüde, evet. Çünkü bizim toplumsal bilincimiz tam da böyle bir mekanizma içinde işler. Bir sorun sadece birkaç sorumluya havale edilince rahatlarız. Ermeni, Dersim, 6-7 Eylül olaylarında da aynı yaklaşımla hareket etmiyor muyuz?
Oysa insanın kanını donduran bu olayda sorumluluk zaten ben bilmiyordum dendiğinde başlar. Sorumluluk bilmekle ilgili değil bilmemekle ilgili bir şeydir. Bugün tartışılan Yahudi soykırımı ve Ermeni olaylarında ana problem, düpedüz bu 'bilmemek'ten kaynaklanır. Bilenin susması suçtur, o besbelli. Ama bilmiyor(d)um diyerek olayın dışına çıkmak, o olayı yok, olmamış saymak anlamına geleceğinden daha da feci bir sonuç ortaya çıkar ve tartışma doğrudan bir ahlak tartışmasına dönüşür.
Bunu saptadıktan sonra şimdi gelelim işin belkemiğine.
Nedir bu olayı meydana getiren ana neden? Onlarca şey sayılabilir. Ben özellikle hiç değinilmeyen bir tanesini vurgulamak istiyorum. Bugün insanın nesneleştirildiği, her şeyin fetişleştirildiği bir dönemden geçiyoruz. 'Sosyal pornografi' dediğim şey budur. Pornografi budur aslında. İnsanın nesneleştiği, eylemin fetişleştiği, mekanikleştiği bir olgu.
Basınımız yıllar yılıdır bunu yapıyor. Üçüncü sayfalarda yer alan, hatta manşetlere taşınan haberlerin hepsi şiddetle ilgilidir. Doğrudan doğruya şiddet; her düzeyde, her boyutta, her dozda.
Açık, kanla, acıyla çerçevelenmiş şiddete söylenecek bir şey yok. Malum. Ama arka sayfalarda sergilenen, bazı eski genel yayın yönetmenlerinin özel bir zevk alarak bizzat seçtiklerini söylediği o 'masum' çıplak kadın resimleri bile şiddeti tahrik eden bir unsurdur. Hem de beterin beteri bir biçimde: cinsellikle şiddeti iç içe geçirecek biçimde.
Nedeni basit: öncelikle bütün bu haberlerde şiddet ve acı sıradanlaştırılıyor.
Günlük hayatın ve gündelik edimin bir parçası haline getiriliyor. Pratik, uygulanabilecek bir 'şey' olarak sunuluyor. İkincisi beden nesneleştiriliyor, sadece kullanılan bir araca dönüştürülüyor, kendisine ait mistiğini yitiriyor. Bedenin 'kullanılışı' sahibi tarafındansa anlamlıdır. Başkasının bir bedene tasarrufu daima şiddet içerir. Bunun en somut hali ya disiplindir ya da onun özel bir hali olan cezalandırma. Biz işte hep bu hali, bu gerçeği görüyoruz.
Nihayet bütün o şiddet sahneleri insanların kendilerinde hak olarak gördükleri şeyi kendilerinin elde edebileceğine dair bir derebeylik anlayışı geliştiriyor.
Hukukta 'ihkak-ı hak' denilen bu tutum şimdi toplumun en fazla benimsediği bir metot mertebesinde.
Son ve en önemlisi: şiddet dünyanın her yerinde erkeklikle ilgili bir şeydir ve açık veya gizli bir biçimde bu maçoluğu tahrik eder. Maçoluk sınırları belli, nerede duracağı tayin edilebilen bir şey değildir. Hele bizimki gibi kökeni itibariyle o kültüre yatkın toplumlarda. Son hadise bunu apaçık ortaya koydu, bir daha.
Maalesef sorun bu kadar karmaşıktır.
Olay bütün Siirtlilere mal edilemez demek veya Siirtlilerin basına saldırması işin üstünü örtmek, karşılıklı tehditleşmeyle rüşvet manasına gelen bir uzlaşma arayışıdır. O zaman yapılması gereken olayın sorumlusunun bütün Türkiye olduğunu kabul etmek, basının bu işteki payını gene basına göstermek ve anlatmaktır.
Acıdan da acı. Kötüden de kötü.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA