Türkiye'nin en iyi haber sitesi
MAHMUT ÖVÜR

'Cami de yaktık, bomba da attık'

12 Eylül referandumuyla Türkiye yeni bir toplumsal sözleşmeye hazırlanıyor. Bu süreç eski Türkiye'nin kirli ilişkilerini de bir bir açığa çıkartıyor.
Daha şimdiden Özel Harp Dairesi'nin Kıbrıs'ta cami bombalamasından Lochheed uçak skandalına, Turgut Özal ve Eşref Bitlis suikastından Jİ- TEM'in faili meçhul cinayetlerine onlarca şey konuşuluyor.
Daha işin başındayız.
Habertürk gazetesine konuşan emekli iki asker Orgeneral Sabri Yirmibeşoğlu ve Albay Arif Doğan'ın söyledikleri sadece buzdağının görünen kısmı. Ama o kadarı bile insanı dehşete düşürmeye yetiyor. Yirmibeşoğlu Kıbrıs'taki bir caminin bombalanmasıyla ilgili söyledikleri eski Türkiye'deki "derin" anlayışı yansıtıyor:
"Eğer bir yerde halkın galeyana gelmesini bir mukavemet hareketini göstermesini arzu ederseniz sizin saygın değerlerinize düşmanın, karşı tarafın bir şey yaptığını, küçültücü hareket yaptığını gösterirseniz, halkı galeyana getirirsiniz. Özel Harp'te bir kural vardır; halkın mukavemetini artırmak için düşman yapmış gibi bazı değerlere sabotaj yapılır. Bir cami yakılır. Kıbrıs'ta cami yaktık biz. Cami yakılır mesela."
Bu satırları okuyunca aklıma Korgeneral Altay Tokat'ın 2006'da Aktüel'e söylediği sözler geldi. Tokat, Güneydoğu'da görev yaptığı yıllarda, bölgeye yeni gelen memur ve hâkimlerin "işlerini ciddiye alıp hizaya girmeleri için evlerinin yakınına birkaç bomba attırdığını" itiraf etmişti.
Bu "iç düşman" zihniyeti, eski Türkiye'nin ana aksını oluşturuyordu. 6-7 Eylül olayları da, Kanlı Pazar da, 1 Mayıs 1977 katliamı da, Ecevit Suikastı da hatta Kemalist aydınların öldürülmeleri de aynı zihniyetin ürünüydü.
Tüm bu olayların izi sürüldüğünde karşımıza bilinen bir yapı çıkıyor; eski adı Seferberlik Tetkik Kurulu olan Özel Harp Dairesi… Geçmişin hangi olayını karıştırırsanız karıştırın karşınıza bu yapı çıkıyor. Ecevit, 74 yılında karşılaştığı bu yapıyı sorgulamaya kalktı ama kendi suikastı dahil bir arpa boyu yol alamadı.
İz süren ya sustu, ya da susturuldu.
Şimdiki adı Özel Kuvvetler Komutanlığı olan bu kurum son dönemlerde de çok tartışıldı. Üzerinde az konuşulan ama çok bilinen bu kurumun adıyla en yoğun biçimde 90'lı yıllarda karşılaştım. Ama fısıltı biçiminde…

"Faili meçhuller devlet politikası"
O yıllarda teröre karşı devlet eliyle hukuk dışı da dahil topyekun bir savaş başlatılmıştı. Bu savaşın bir ayağı Güneydoğu'da bir ayağı büyük kentlerdeydi… Neler olup bittiğini Meclis dahil kimse bilmiyordu.
Aynı süreçte ardı ardına Kemalist aydınlar öldürüldü. Aynı süreçte Eşref Bitlis, Bahtiyar Aydın gibi komutanlar ortadan kaldırıldı.
Cumhurbaşkanı Özal'ın ölümü de o dönemdeydi.
O dönemde arada bir görüştüğüm "derin ses"e sormuştum; "Bu olayların, cinayetlerin arkasında kamuoyunda bilinen çeteler, mafya babaları veya itirafçılar mı var?"
"Derin ses" sözle cevap vermedi, Mesut Yılmaz'ın 28 Şubat'ta yaptığı gibi eliyle omzunu işaret etmekle yetindi.
Ona göre, çeteler, mafya babaları ve itirafçılar hukuk dışı sistemin laçkalaşmış kesimleriydi ve deşifre olmalarında bir mahzur yoktu. O yüzden Susurluk'ta kesilip atıldılar.
Hanefi Avcı bu gerçeği bilenlerden biri ama sadece aysbergin görünen yüzünü işaret etti.
Gerçeği en yalın biçimde Koramiral Atilla Kıyat özetledi:
"Faili meçhuller bir devlet politikasıydı"
Yoksa bunca olayı sadece "izleyen" bir devlet olabilir mi? Özal Harpçilerin 50, 60 ve 70'lerde yaptıklarına bakınca 90'ları iki binleri es geçmeleri mümkün değil. 12 Eylül referandumu bu kirli geçmişle yüzleşmenin ilk adımı oldu. Sonrası gelecek çünkü yeni Türkiye kirli bir geçmiş üzerine kurulamaz.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA