Türkiye'nin en iyi haber sitesi
REFİK ERDURAN

Biti kanlanmayanların onuruna

Hayvanların koklaşa koklaşa, insanların konuşa konuşa anlaştıkları söylenir ya. Anlaşma niyetiyle konuşulduğu zaman doğrulanır o söz. Tersi yapılırsa sonuç kapışma olur.
Okullardaki hayta atışmalarında dil silahtır. İçeriğe değil, "oturtma" yarışında kimin ağır bastığına bakılır. Üste çıkaracak laf bulunamadığı zaman kullanıma hazır tekerleme kalıpları da vardır:
"Onu öyle demezler / Peynir ekmek yemezler / Ben de seni ...... isem / Bana adam demezler."
(Boş bıraktığım yere ne geleceğini tahmin ettiniz maalesef.)
Bu edepsizlikle haklı çıkılmış olmaz ama karşı tarafın susturulacağı umulur.
Ülkemizde politik tartışmaların da çoğu zaman hiçbir gerçeğin netleşmesine yaramayıp ağız dalaşı düzeyinde kalmasından yakınılıyor.
Peki, başka ortamlarda çekişirken daha mı yüksek oluyor dil kullanışımızın düzeyi? Çocuk, eş, personel azarlanırken pek mi uyuluyor mantığa ve söz estetiğine?

***

Kalan yıllarımı huzur içinde geçirmek için her türlü tatsızlıktan uzak durmaya çalışmaktayım. Ama insan kavga aramasa da hırgürlü konular geliveriyor yakınına.
İstanbul Kültür Üniversitesi'nde yapılan tiyatro söyleşisi tek güne sığmadı; uzatmak gerekti. Siz bugün bunu okurken ben yine Yıldız Kenter, Ali Poyrazoğlu ve Kenan Işık'la onların sanatını konuşmakta olacağım.
Söyledikleri kitaplaşınca görülecek: üçü de söz estetiği dediğim değerin ustaları. Sanat anlamlı güzellik yaratma hüneri değil midir?
Yazık ki bir meslektaşlarının durup dururken "Oyuncuların çoğu yavşaktır" diye demeç patlatarak yarattığı çirkinlik gündeme gelecek ister istemez.
Aslında öylece ne söylemek istendiği bile belirsiz. Dil Kurumu'nun sözlüğünde "yavşak" şöyle tanımlanıyor: "1. Bit yavrusu, sirke. 2. Geveze, yılışık kimse."
Oyunculardan hiçbirinin bit yavrusu olmadığına ben tanığım. Geveze ya da yılışık diyeceklerime de pek rastlamadım.
Demeç şöyle sürüyor:
"'Babam öldü ama hâlâ sahneye çıkarım' yavşaklığına inanmam. Ben babam ölürse sahneye filan çıkmam, kıçımı yesin herkes. Eski tiyatrocular 'Anadolu'yu turlarken parasızlıktan otelde rehin kaldık' der ya. Marifet diye mi anlatıyorsun? Salaksın!"
***

Bu üsluba tepkiler gelince demeç sahibi bir de yazılı açıklama yaptı:
"Bir mesleği kutsallaştırmak çabası nedendir acep?... Bir marangoz övünmüş müdür hiç, 'Babam öldüğünde atölyeye gidip iki masa bir büfe zımparaladım' diye?"
Burada üslup ayıbının ötesine geçilip mantık da amuda kaldırılıyor. Masa ve büfe zımparalamanın zamanı yoktur; belirli saatte yapılmasa da olur. Oyuncu sahneye çıkmazsa seyirci kapalı perdeye bakakalır.
Ama fazla durmayalım sözlerin üstünde. Önemli olan, tartışmayla açığa çıkan durumun içeriği.
Anadolu turlarında aksiliklerle karşılaşıp parasız kaldıkları için bugün "Salak!" hakaretine layık görülen eski tiyatrocular arasından tanıma onuruna kavuşabildiklerim oldu. Sahne ve ekran esnaflığından yararlanarak cep doldurma marifetleri yoktu ama aptal değillerdi.
Sanatlarına sevdalı idiler, güç koşulları göğüslemeye hazırdılar, şövalyece züğürttüler.
Bereket versin günümüzde de o sanata saygı gösterenler yok değil. Akıllıca ve başarıyla tiyatro yapan Ali Poyrazoğlu "İşimizin hakkını vermek zorundayız, ben babam öldüğünde oynadım" diyor.
Müjdat Gezen'in babası benim babamın avukat stajyeriydi. Öldüğünde sahneye çıktı Müjdat da. Onun "Bu söylenenleri Muhsin Ertuğrul duysa kemikleri sızlar" sözü doğru.
İyi ki duymuyor.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA