Onu avucumun içinde evimize götürdüğümde iki haftalık ya var ya yoktu. Üçüncü ve en küçük oğlumuzdan söz ediyorum.
Junior'ımızdan. Köpeğimizden.
Geldiğinde evin en küçük oğluydu, şimdi en büyüğü, yani en yaşlısı oldu. 17'sinde. İnsan yaşıyla 119 yılını devirmiş oluyor.
Junior'ın ailemize katılmasından birkaç gün sonra eşimle yemeğe çıktık. O günlerde en sevdiğim yemeklerden biri yoğurtlu çoban kavurmaydı. O akşam da restoranda garson beni görür görmez, kavurma siparişini verdi bile.
Yemek önüme geldi, çatalı batırdım... Ve elimden fırlatıp attım. İçgüdüsel bir tepkiyle.
Gündüz yabancı ajanslardan birinin geçtiği fotoğraf gözümün önüne geldi. Filipinler mahreçli fotoğrafta bir bisikletin selesine doldurulmuş birbirinden güzel, birbirinden sevimli köpekler görülüyordu. Ve şöyle bir not vardı: "Bunların hepsi ölüme götürülüyor. Akşam restoranların en gözde yemeği olacaklar..."
Tabağımdaki yoğurtlu çoban kavurmaya çatalı batırdığımda, sanki kendi köpeğimi, Junior'ımızı yiyormuşum gibi geldi.
O akşam vejetaryen oldum. Bir başka deyişle 17 yıldır ne et, ne tavuk, ne balık... Ne de herhangi bir et suyu...
Son nefesimi verinceye kadar da öyle gidecek.
Dünyamızın nüfusu halen 7 milyar. 2050'de buna 2 milyar kişi daha eklenecek.
Zaten bugün yetersiz olan su kaynakları, 2050'de daha da azalacak.
Düşünün; bugün 7 milyar insanın 1.3 milyarı içme suyundan yoksun. 2050'de 9 milyar insanda bu oran kim bilir nerelere yükselecek...
İçme suyuna bir de enerji krizi eklenecek: Çünkü elektrik üretimi için yeterli akarsu kalmayacak. Oysa enerji talebi 2050'de bugüne göre yüzde 60 artmış olacak.