Türkiye'nin en iyi haber sitesi
HINCAL'IN YERİ HINCAL ULUÇ

Benim güzel Türkiyem

Gazetecilikte almadığım ödül kalmadı..
Aldığım ödülleri koyacak yerim de kalmadı zaten..
Ama en güzelini dün aldım.. İki satırlık bir e-mail.. Ağabeyim Öcal'dan..
"Sevgili Hıncal,
Don Kişot yazın müthiş. İki defa okudum ve 'Sanki seyrettim.' Türk sanatına yaptığın hizmet ve verdiğin destek için bir Türk olarak teşekkürlerimi yolluyorum, sağ ol, Varol!.."
Bize gazeteciliği, dünyanın en beğenmez adamı, M. Ali Kışlalı öğretti. Biz öğrencileri de ona benzedik. Kolay kolay beğenmeyiz.. Hele de ağabeyim.. Ondan böyle bir not almanın keyfi, heyecanı, coşkusu, bu yüzden ifade edilemez..
Hani her sabah dünya yeniden kurulur, her gün taze bir başlangıçtır ya.. Okuyunca, yeni, yeniden başlamış gibi oldum mesleğe..
Yeni günleri hatırlıyorum da.. M. Ali Ağabey görevi verirdi. Yazacağız.. Yazacağız da, en önemli olan şey giriş.. "O giriş cümlelerinde okuru yakalayamazsan, arkaya inciler dizsen kimsenin haberi olmaz. Çünkü ilk cümlede oltaya gelmezse, gerisini okumaz" derdi Kışlalı..
İki günlük gazetecisin, oltayı tutmayı bilmiyorsun daha, bir de en güzel yemi takacaksın.. Düşünür, düşünür, sonra da kâğıdı ağbimin önüne koyardım. "Şuna giriş yaz" diye.. Güler ve anında yazardı. Gerisini nasıl kolay getirirdim.. Ama o giriş cümlesini bulmak.. Ah o ilk cümle.. O ilk cümleyi yazamazsan orda biterdin zaten. Çünkü M. Ali Ağabey ilk cümleyi beğenmezse, gerisini okumaz, koca yazıyı buruşturup çöpe atar ve "Yeniden yaz" derdi..
Bu yüzden işte, işi bana öğreten Kışlalı ve başlangıçta en büyük yardımcım olan Öcal Ağabeyimin övgüleri, benim için en büyük meslek ödülü ola gelmiştir..
Ötekileri çok aldım, dedim ya.. Ama bu ikisi enderdir.. Ağbimin yazısında aslında hoş bir şifre var..
"Sanki seyrettim.."
İşte bu.. Bir şeyi ayrıntılarıyla anlatmamın en büyük sebebi aslında bu.. Gördüğüm, yaşadığım bir güzelliği naklederken, onu görme fırsatı, şansı, ya da imkânı olmayanlara "Sanki gördüm" dedirtmek..
Ben, çocukken görmeyi hayal bile etmediğim yerleri Hikmet Feridun Es Ağabeyimin röportajlarıyla gezerdim. Hollywood'a o götürdü beni ilk.. Bali'ye, Afrika'ya da..
Gazeteciliğe başlayınca ben de anlatmaya karar verdim..
Hâlâ çağ dışı solcu, hâlâ klişelere boğulmuşlardan mailler alıyorum.. "Biz burada ekmeğin yanına zeytin bulamazken, sen bize Michelin Yıldızlı restoran anlatıyorsun.." Rahatsız olan okumaz.. Bir gazetenin her satırı okunacak diye kural yok.. Dünya üzerindeki araştırmalar, normal okurun, gazetenin yüzde 25'ini okuduğunu gösteriyor..
Ama rahatsız olmayan, tersine merak eden, hele hiç göremeyeceğini bilerek merak edenler var.. Onlar okuyor ve aynen ağabeyim gibi, teşekkür ediyorlar, "Sayenizde her yere gitmiş gibi oluyoruz. Ne olur anlatmaya devam edin" diyerek..
Hani ünlü öyküde iki yatalak hasta vardır, hastanede.. Pencere yanında yatan hasta, içerdekine yolu, geçenleri anlatır, her gün, her saat ballandıra ballandıra.. Onun gününü aydınlatır.. Bir gün ölünce, öteki hastanın yatağını pencere önüne çekerler.. Oda arkadaşının anlattıkları ile bir hayal dünyasında yaşayan hasta heyecanla dışarıya bakar. Gördüğü sadece bir duvardır..
Ben hayali bir duvara bakıp, masal da anlatmıyorum üstelik.. Okurlarımı yanıma alıp, birlikte götürüyorum, gittiğim yere..
Teşekkürler, Sevgili Ağabeyim..
"Marifet iltifata tabidir" demiş eskiler.. Hele bu iltifat işin erbabından gelince..

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA