SAUL'UN OĞLU/SON OF SAUL *****
2. Dünya Savaşı'nda Nazilerin yaptığı Yahudi Soykırımı üzerine çekilen Alain Resnais'nin
Sis ve Gece ile Claude Lanzmann'ın
Shoah belgeselleri, soykırımı anlatan kurmaca filmlerden (İlk akla gelen
Sophie'nin Seçimi, Piyanist, Hayat Güzeldir, Schindler'in Listesi, Amen...) birkaç adım öndedir. Sebebi de belgeseller soykırımı 'sözün bittiği yerden' anlatmaya başlar, kurmaca filmler ise hikayelerini 'sözün bittiği an'da noktalar. Macar yönetmen Laszlo Nemes (Bela Tarr'ın asistanlarından), ilk filmi
Saul'un Oğlu/Son of Saul'da bu iki belgeseldeki gibi 'sözün bittiği yerden' başlıyor hikayesini anlatmaya. Bir toplama kampında çalışan Sonderkommando Saul'un iki günlük hikayesini konu ediyor. Sonderkommando'lar kamplarda zorla çalıştırılan, gaz odalarına gönderilen insanlara göre az biraz ayrıcalıklı olan ve iki üç ayda bir infaz edilen mahkum Yahudiler. Yönetmen Nemes, Saul'un gözünden, bir toplama kampında sistematik olarak soykırımın nasıl yapıldığı anlatıyor bize. Adeta bir ölüm fabrikasının işleyişini gösteriyor. Yahudiler trenle kampa getiriliyor, yıkanacakları söyleniyor. Soyunuyorlar ve gaz odalarına gönderiliyorlar. Saul ve arkadaşları onların kıyafetlerinden, vücudundan her türlü değerli eşyalarını alıyor. Cesetleri de yakma odalarına götürüyor.
EN İYİ İLK FİLMLERDEN
Yani Saul ve arkadaşları cehennemin tam da ortasında kalakalmış öleceklerini bile bile insanları öldürmekle görevlendirilmiş Yahudiler. Saul'un gaz odasında sağ çıkmış bir çocuğu kendi oğlu olarak görmesi (oğlu mu değil mi belli değil ama oğlu olduğunu düşünüyor) onu Yahudi inancına göre gömmek istemesinin hikayesi aslında film. Zaten birçokları gibi o da yaşamadığını ama arafta kaldığını düşünüyor. Hiç olmazsa oğlu bildiği çocuğu gömüp onun ruhunu kurtarmak istiyor. Bu isteğin ahlaki bir yanı var ama her an ölümü soluyan Saul için bu amaç ona insan olduğunu hatırlatan yegane gerçek. Omuz kamerasıyla yönetmenin sürekli Saul'u takip etmesi filmi soluk soluğa izlemenize sebep oluyor. Bu izleme deneyiminde yönetmen, soykırımın zalimliğini açıktan göstermese de her an duyumsatıyor seyirciye. Bu sinematografik anlatımı
Saul'un Oğlu'nu diğer kurmaca soykırım filmlerinden ayırıyor. Yönetmen o filmlerdeki gibi bir büyük acıyla seyirciyi yüzleştirme derdinde değil. O acıya, vahşeti göstermeden duyumsatarak tanıklık etmenizi istiyor. Sinematografisi, ses tasarımı, kurgusuyla da bunu başarıyor. Oscar'da En İyi Yabancı Film'in en güçlü adayı
Saul'un Oğlu, tüm zamanların en iyi ilk filmlerinden biri. 'Ölüm fabrikasında' insan olarak kalabilme mücadelesinin ızdıraplı öyküsünü olan filmi kaçırmayın deriz!
Rehine dramından Oscar'a göz kırpmak!
GİZLİ DÜNYA/ROOM ***
Emma Donoghue'un
Oda adlı çoksatan kitabından uyarlanan
Gizli Dünya/Room, uzun yıllar annesiyle bir küçücük odada rehin tutulan küçük çocuk Jack'in öyküsünü anlatıyor. Donoghue'un senaryosunu da yazdığı filmi
Frank ile tanınan Lenny Abrahamson yönetiyor. Bu odada doğan ve bütün dünyası bu küçücük oda olan Jack, annesinin yaptığı bir planla kurtuluyor ve sonra normal dünyaya adapte olmaya çalışıyor. Abrahamson bütün hikayeyi bize Jack'in gözünden anlatırken eli yüzü düzgün, duygusal açıdan insanı etkileyen bir film koyuyor önümüze. Ama o kadar! Film yönetmenin sevdiğimiz
Frank'ı gibi etkileyici değil. Jack'in yıllarını odada geçirdikten ve bütün dünyayı bu oda olarak algılamasından sonra gerçek dünya ile tanışması, bunun onun zihninde yarattıkları ve tespitleri ile ilgi çekici olsa da genel olarak filmin hikayesi ve sinematografisi sürprizsiz ve olağan! Ama film En İyi Film, yönetmen, kadın oyuncu ve uyarlama senaryo dalında Oscar'a aday işte! Ki bizce filmin Oscar adaylığı alacak kadar bir özel yanı da yok!