27 Mayıs 1960 askeri darbesi sırasında, 592 siyasetçi ve bürokratın tutulduğu ve yargılandığı Yassıada'da, 9. Yüzyıla ait Bizans zindanı bugün hala ayakta...
Tarihe, 27 Mayıs 1960 askeri darbesinden sonra sahne olduğu yargılamalarla geçen Yassıada, terk edilmiş askeri binaların yanı sıra, darbe öncesinde İstanbul Emniyet Müdürlüğü görevini yürüten Faruk Oktay'ın hayatını kaybettiği Bizans zindanlarını da içeriyor.
Tarihi 9. Yüzyıla kadar giden Yassıada'daki bilinen ilk yapı, Bizans döneminde inşa edilen ve birkaç yüzyıl boyunca kullanıldığı tahmin edilen Kırk Şehitler Kilisesi. Adanın ortasında yer alan kilisenin çilehanesi bugün de ayakta.
Bizans döneminde daha çok bir sürgün yeri olarak kullanılan Yassıada'da çilehane, zindan işlevini üstlemiş.
Tarih boyunca bir çok Bizanslı generali de "ağırlayan" ada, 27 Mayıs darbesinden sonra, aralarında Cumhurbaşkanı Celal Bayar ile Başbakan Adnan Menderes'in de olduğu, dönemin 592 siyasetçisi ve bürokratı için 14 ay boyunca tutukevi ve mahkeme olarak kullandı.
Adadaki çilehanenin son kurbanı, 30 Eylül 1960'da, buradaki sorgusu sırasında "kalp krizi" sonucu hayatını kaybetiği kayıtlara geçen, dönemin İstanbul Emniyet Müdürü Faruk Oktay.
Eni 185, boyu en uzun yerde 740 metre civarında olan Yassıada, İstanbul'un Adalar ilçesini oluşturan 9 ada arasında yer alıyor.
Yassıada'yı, bugün ulaşım için bir tekne temin edebilen herkes denetimsiz biçimde gezebiliyor. Doğusundaki iskeleden başlayarak yükselen ada, diğer cephelerde denize dik inen kayalıklarla çevrili.
Adadaki en ilginç yapılardan biri 19. yüzyıl ortalarında inşa edilmiş. Dönemin Osmanlı İmparatorluğu'ndaki İngiliz Büyükelçisi Sir Henry Bulwer, satın aldığı Yassıada'nın doğu kıyısında gotik tarzda bir şato, adanın ortasında da bir malikane inşa ettirmiş. Her iki yapı da kısmen ayakta.
Bulwer'den sonra en kapsamlı yapılaşma, 1947 yılında adanın Deniz Kuvvetleri Komutanlığı'na geçmesiyle yaşandı.
Bir eğitim tesisi şeklinde düzenlenen adanın doğusunda inşa edilen spor salonu, 27 Mayıs darbesinin ardından kurulan Yüksek Adalet Divanı için duruşma mekanı olarak kullanıldı.
Deniz Kuvvetleri Komutenlığı adayı 1978'e dek elinde tuttu. Ada, 1993'te İstanbul Üniversitesi Su Ürünleri Fakültesi'ne tahsis edildi.
Fakülte de iki yıl sonra terkedince, ada bugünkü "hayalet kasaba" görünümüne dönüşmeye başladı.
Bugün irili ufaklı yaklaşık 20 yapının yer aldığı adada, en çok tanınan yapı, spor salonundan bozma mahkeme.
İçi, son yıllarda adayı ziyaret eden çeşitli sivil gruplar tarafından duvar yazıları ve resimlerle donatılmış binada, darbenin yıldönümlerinde anma törenleri yapılıyor.
Mahkeme salonunun önündeki merdivenlerin bağlandığı patikayı sola doğru birkaç yüz metre takip edince, 27 Mayıs'ta koğuş olarak kullanılan binalara ulaşılıyor.
Bayar ve Menderes'in tek, diğerlerinin gruplar halinde tutuldukları küçük odalardan oluşan binalar, sonraki yıllarda herhangi bir özel muamele görmeden kullanılmaya devam etmiş.
Odaların kapıları sökülmüş, döneme ait fotoğraflarda Bayar ve Menderes'in önünde görüntülendiği denize nazır pencereler bugün camsız ve çerçevesiz.
Koğuş olarak kullanılan odalarda ranzalar, dolaplar, çalışma masaları, sandalyeler, giysiler göze çarpıyor.
Hatta bir tanesi mutfak haline getirilmiş; buzdolabı, gaz ocağı, kap kacak, hatta yemeklik sebzeler var.
Odaların çok yakın zamana kadar kullanıldığı belki de kullanılmaya devam edildiği anlaşılıyor. Fakat kim tarafından kullanılıyor ? Bu belli değil.
Yoğun bitki örtüsüyle kaplı adada yürümek güç. Koğuşlardan adanın ortasında doğru ilerleyince Bulwer'in malikanesinden geriye kalan parçaya ulaşıyorsunuz. Tarihi yapının bazı burçları ayakta.
Malikanenin önünde küçük bir meydan, meydanda da bir çeşme var. Çeşmenin solundan ilerleyince, Su Ürünleri Fakültesi'nin dekanlık makamı olarak kullandığı belirtilen binaya ulaşılıyor.
Her yanı sarmış otların ve kuruyup düşmüş ağaç dallarının altında zorlukla seçilen merdivenlerden inince, Bizans zindanının kapısı görülüyor. İçeride, sağlı sollu dizilmiş toplam 12 hücre var.
Yapıya, küçük bir baca dışında hiçbir noktadan ışık girmiyor. Fener olarak kullandığımız cep telefonlarının sağladığı ışıkla hücrelerin içini görmeye çalışıyoruz ama nafile.