3-18 Nisan tarihleri arasında 29. kez düzenlenecek olan Uluslararası İstanbul Film Festivali, dünyanın dört bir yanından gelen ödüllü filmleri, yarışmaları, konukları ve yan etkinlikleriyle şehirde bir kez daha farklı bir hava estirecek.
Sinema dergisi, Nisan sayısında her sene merakla beklediğimiz bu renkli festivalin kaçırılmaması gereken 40 filmini seçip derledi.
36 Dağ Manzarası
(36 vues du Pic Saint Loup)
Nevi şahsına münhasır filmleriyle azımsanmayacak bir hayran kitlesi kazanmış olan Jacques Rivette, Venedik'te Altın Aslan için yarışan yeni filmi "36 Dağ Manzarası"nda bizleri bir kez daha şaşırtıyor. Başrolleri Sergio Castellitto ve Jane Birkin tarafından paylaşılan film, seyircileri garip bir yolculuğa davet ediyor. Ustanın filmlerini kaçırmamaya yeminli hayranları, "36 Dağ Manzarası"nın festival çerçevesindeki gösteriminde başrol oyuncusu Jane Birkin ile de buluşma imkanına sahip olacak.
Ajami
Yılın sürpriz filmlerinden "Ajami" Cannes, Londra, Selanik ve Montpellier gibi önemli festivallerden ödülle dönmüştü.
Yabancı Dilde En İyi Film dalında Oscar'a da aday gösterilen yapım, mütevazı bütçesine rağmen son derece etkileyici hikaye yapısıyla dikkat çekiyor. Bir intikam cinayetiyle başlayan film, yanlış kişinin öldürülmesiyle trajik sonuçlara varan olaylar zincirine odaklanıyor. "Ajami"de rol alan oyuncuların tamamı amatör ve gündelik hayattan simalar.
Akıntıya Karşı
(Contracorriente)
Ocak ayında düzenlenen Sundance Film Festivali'nden Seyirci Ödülü ile dönen "Akıntıya Karşı", Peru'da deniz kıyısında geçen alışılmadık bir hayalet öyküsü olarak tanımlanıyor. Evli bir balıkçının içinde yaşadığı toplumun baskılarına rağmen bir erkekle yaşadığı aşkı anlatan film, özellikle oyuncularının performanslarıyla övgü topluyor.
Festivalde Uluslararası Yarışma'ya seçilen "Akıntıya Karşı"nın Sundance'deki başarısını İstanbul'da da tekrar edip edemeyeceğini göreceğiz.
Akvaryum
(Fish Tank)
Daha önce yine İstanbul Film Festivali'nde gösterilen "Kırmızı Sokak" ın genç yönetmeni Andrea Arnold, bu son derece rahatsız edici ve kasvetli filminin ardından şimdi de İngiltere'de yaşayan 15 yaşındaki hip hop aşığı Mia'nın öyküsüyle geliyor karşımıza. Tek hayali bir dans yarışmasını kazanmak olan ancak ailesi ve arkadaşlarıyla sorunlar yaşayan Mia, bir de annesinin eve getirdiği yeni erkek arkadaşıyla mücadele etmek zorunda kalır. Zira bu adam hem bir baba figürü, hem de bir seks sembolüdür kendisi için.
Amerika'nın En Tehlikeli Adamı
(The Most Dangerous Man in America: Daniel Ellsberg and the Pentagon Papers)
En İyi Uzun Metrajlı Belgesel dalında Oscar adayı olan bu film, güncelliğini hâlâ koruyan, Amerika'nın yakın geçmişindeki bir skandalı ayrıntılı şekilde gözler önüne seriyor.
1971'de, Vietnam Savaşı strateji uzmanlarından Daniel Ellsberg, savaşın yıllarca sürdürülen yalanlara dayandığı sonucuna varır ve New York Times'a 7 bin sayfalık çok gizli belgeler sızdırır. Bu gelişme, önce Watergate Skandalı'na, oradan da Başkan Nixon'ın istifasına ve savaşın bitmesine kadar uzanan zincirleme bir reaksiyon başlatacaktır.
Ana
(Madeo)
Kendisine tüm dünyada haklı bir şöhret getiren modern ve politik canavar filmi "Yaratık"ın yönetmeni Bong Joon-ho, ilk filmi "Cinayet Günlükleri"ndeki sulara geri dönüyor ve yine gizemli bir cinayet öyküsü anlatıyor. Zihinsel engelli oğlu işlemediği bir suçtan ötürü hapse atılınca, oğluna son derece düşkün bir anne, cinayeti aydınlatmak üzere detektifliğe soyunuyor. "Yaratık"ta canavar filmi modelini kullanarak politik göndermelerde bulunan yönetmen bu kez de polisiye türü üzerinden toplumsal yozlaşmayla ilgili bir film yapmış.
Annemi Öldürdüm
(J'ai tué ma mère)
Festivalin Altın Lale için yarışan filmlerinden "Annemi Öldürdüm", genç yönetmen Xavier Dolan'ın imzasını taşıyor. Otobiyografik özellikler taşıyan bu filmde eşcinsel genç bir erkeğin annesiyle yaşadığı sorunları anlatan Dolan, geçtiğimiz yıl boyunca eleştirmenlerin övgüsüne boğuldu ve pek çok önemli festivalden ödüllerle döndü. Bu yılki Oscar yarışında da Yabancı Dilde En İyi Film kategorisinde ülkesi Kanada'yı temsil eden ama beş aday arasına giremeyen "Annemi Öldürdüm", keşfe meraklı sinemaseverler için festivalin kaçırılmayacak filmlerinden.
Ayrılık
(Die Fremde)
İlk gösterimi bu yılki Berlinale'de gerçekleşen ve geçtiğimiz ay Nürnberg Türkiye/Almanya Film Festivali'nde başrolündeki Sibel Kekilli'ye En İyi Kadın Oyuncu ödülü getiren "Ayrılık", İstanbul'da Akbank Galaları çerçevesinde seyirciyle buluşuyor. Türk asıllı Alman bir kadının, Türkiye'de yaptığı evlilikte maruz kaldığı şiddetten kaçarak tekrar Almanya'daki ailesine sığınma çabasını anlatan "Ayrılık", gelenekler ve töreler altında ezilen insanların dramını perdeye taşıyor. Feo Aladağ'ın yönettiği filmin en büyük kozuysa başarılı grup oyunculuğu.
Bahar Sarhoşu
(Chun feng chen zui de ye wan)
Çin'in sıradışı yönetmeni Lou Ye, bu kez saplantılı ve erotizm dolu bir filmle karşımıza geliyor. Birçokları tarafından fazlasıyla cesur bulunan yapım, modern ve pornografik bir "Jules ve Jim" öyküsü olarak da görülebilir. Jiang Cheng, özel dedektif Luo Haitao ve güzel genç kadın Xiaoxue, kendilerini üçlü bir tutku öyküsünün başrolünde bulurlar. Kimi zaman kıskançlıklarla kimi zamanda şehvetle dolu bu hikaye, 2007 baharını onlar için unutulmaz kılacaktır. Film geçtiğimiz yıl Cannes'da En İyi Senaryo ödülünü kazanmıştı.
Ben ve Orson Welles
(Me and Orson Welles)
Amerikan Bağımsız Sineması'nın en üretken ve dikkat çekici isimlerinden Richard Linklater bu sefer tiyatronun büyülü dünyasına dalıyor. Genç Richard Samuels'ın Orson Welles yönetimindeki Mercury Tiyatrosu'nda geçirdiği bir haftayı konu alan film, hem bir olgunlaşma hikayesi olarak, hem de bir dehanın bilinmeyen yönlerini sergileyerek kendisini ilgiyle izlettiriyor. Filmin başarısında tahmin edebileceğiniz gibi grup oyunculuğunun da büyük etkisi var. Özellikle Welles'i canlandıran Christian McKay'in performansı kesinlikle görmeye değer.
Beyaz İnsan
(White Material)
Günümüz sinemasının en özgün yönetmenlerinden Claire Denis ile zor rollerin büyüleyici oyuncusu Isabelle Huppert'i biraraya getiren "Beyaz İnsan" festival programının hemen öne çıkan filmlerinden. Claire Denis'nin Afrika'da çektiği ve farklı şekillerde varolma mücadelesi veren beyaz bir aile ve Afrikalı bir erkeğin yollarının kesişmesini anlattığı filmi, geçtiğimiz Eylül ayında Venedik'te Altın Aslan ödülü için yarışmış ve daha sonra pek çok önemli festivalin programında yer almıştı.
Boşluk
(Enter the Void)
Geçtiğimiz Cannes Film Festivali'nde tamamlanmamış bir kurguyla görücüye çıkan ve eleştirmenlerden farklı tepkiler aldıktan sonra Altın Palmiye yarışından da eli boş dönen son Gaspar Noé marifeti nihayete ermiş haliyle karşımızda. Öznel kamera kullanımı ve uzun süresiyle kimilerini irrite eden, bir kesimiyse özel efektleri ve cesaretiyle kendisine hayran bırakan "Boşluk", kuşkusuz sinemada yaşanması gereken bir deneyim. Filmdeki grafik şiddetten ve seks sahnelerinden rahatsız olmayacak seyirciler, festivalin olay filmini de kaçırmayacaktır.
Çıkışlar Hediyelik Eşya Dükkanından
(Exit Through the Gift Shop)
Geçtiğimiz Berlin Film Festivali'nde yarışma dışı olarak gösterilen "Çıkışlar Hediyelik Eşya Dükkanından", ünlü İngiliz graffiti sanatçısı Bansky'nin imzasını taşıyor. Sanatçı kendisi üzerine çektiği bu ironik ve son derece eğlenceli belgeselde, kimliğini gizli tutma yönündeki ısrarını sürdürüyor. "Çıkışlar Hediyelik Eşya Dükkanından" Bansky'nin etrafındaki gizemi çözmese bile, bu ilginç sanat dalı üzerine eğlenceli bir seyirliğe dönüşüyor.
Biz de bu belgeseli tüm dünyada takipçileri olan Bansky'nin hayranları yanında tüm sinemaseverlere öneriyoruz.
Gözleri Tamamen Açık
(Einaym Pkuhot)
Kimilerince "Brokeback Dağı"nın İsrail'de geçen versiyonu olarak tanımlanan "Gözleri Tamamen Açık", son derece tutucu bir çevrede yaşayan bir kasabın, yanına aldığı genç çırağa aşık olması üzerine yaşananları anlatıyor. Hakkında yazılan eleştirilerde çok katmanlı senaryosu ve oyuncularının başarılı performansları kadar, filmin İsrail sinemasındaki tabuları yıktığına da dikkat çekiliyor. Haim Tabakman'ın geçtiğimiz yıl boyunca festival çevrelerinde büyük beğeniyle karşılanan bu ilk uzun metrajı, Genç Ustalar bölümünde gösterilecek.
Greenberg
Daha önce "Mürekkep Balığı ve Balina" veya "Kızkardeşim Evleniyor" gibi filmleriyle festivali şenlendirmiş olan Amerikalı senarist-yönetmen Noah Baumbach, bir kez daha artık parçalanmaya yüz tutmuş klasik aile yapısına kamerasını çeviriyor. Karun kadar zengin ağabeyini ziyaret etmek ve bir yandan da hayatının gidişatını gözden geçirmek üzere Los Angeles'a seyahat eden Greenberg'in öyküsünü anlatan filmde Ben Stiller başrolde.
Filmin senaryosunda Baumbach'ın eşi Jennifer Jason Leigh'in de imzası var.
Hadewijch
Festival takipçilerinin gözde yönetmenlerinden Bruno Dumont'un sessiz sedasız çektiği yeni filmi "Hadewijch"in ilk gösterimi Toronto'da gerçekleşmişti.
Dumont bu sefer aşırı inancı nedeniyle manastırdan atılan genç bir kızın hikayesini anlatıyor ve seyirciyi karakterinin iç dünyasına davet ediyor.
Hakkında söylenenlere bakılırsa, seyirciyi şoke etmek kadar düşündürmek konusunda da işlevsel olan "Hadewijch", tipik bir Bruno Dumont filmi olarak sinemaseverlerin ilgisini hak ediyor.
Henri-Georges Clouzot'nun Cehennemi
(L'enfer d'Henri-Georges Clouzot)
Geçtiğimiz yılın en çok ses getiren belgeseli tamamlanamamış bir filmi, Henri-Georges Clouzot'nun yönettiği "Cehennem"i konu alıyor. Maddi olanaksızlıklar kadar, peşpeşe gelen aksiliklerin de etkisiyle çekimleri sona erdirilemeyen "Cehennem", yıllar sonra Claude Chabrol tarafından tekrar filme alınmıştı. "Henri-Georges Clouzot'nun Cehennemi" ise orijinal filmden görüntüler ve çekim aşamasıyla ilgili bilgileri seyirciyle paylaşıyor. Ortaya çıkan sonuçsa kuşkusuz her sinemaseverde merak uyandıran, gerçek bir sinefil filmi.
Her Gün Bayram
(Chaque jour est une fête)
Dima El-Horr'un ilk uzun metrajlı sinema filmi, hapishanedeki kocalarını ziyaret etmek üzere yola çıkan bir otobüs dolusu kadının çölde yolda kalmaları sonrasında gelişen olayları anlatıyor. Savaş kelimesini telaffuz etmeden insanlar üzerindeki etkilerini gösteren, kimi sahnelerinde absürt bir mizaha da yer vermekten kaçınmayan "Her Gün Bayram", festivalin sinemaseverlere sunduğu en parlak keşiflerden birisi. El-Horr'un gerçeküstü sahnelerle gerçekçi anları biraraya getirmekti başarısı özellikle dikkate değer.
Hırs
(Resurrecting "The Street Walker")
İngiltere'de yaşayan Özgür Uyanık'ın ilk uzun metraj filmi bir mockumentary, yani sahte belgesel. En büyük hayali yönetmenlik olan James'in stajyer olarak çalıştığı prodüksiyon şirketinin deposunda yarım kalmış bir korku filmi bulması ve bu filmi ne pahasına olursa olsun tamamlamayı kafasına koymasını anlatıyor "Hırs". Bu hikaye perdede gördüğümüz şiddetle kurduğumuz ilişki kadar, sinefillerin takıntılarına ve filme dair her objeyi bir fetişe dönüştürmelerine de değiniyor.
Ustalıkla kotarılmış olan "Hırs", kesinlikle festivalin keşfe değer filmlerinden.
Hücre 211
(Celda 211)
Geçtiğimiz yıl İspanya'da dağıtılan ödülleri adeta silip süpüren 8 Goya'lı "Hücre 211", İstanbul Film Festivali'nde de Sinemada İnsan Hakları Yarışması'nda yer alıyor. Daniel Monzón'un yönettiği bu hapishane filmi, mahkumların başlattığı isyanın iki tarafındaki erkeklerin arasındaki çatışmayı ele alıyor. Özellikle oyuncu performanslarıyla beğeni toplayan bu dinamik film, festivalde bu yılki seyirci gözdelerinden birisi olabilir.
Islık Çalmak İstersem, Çalarım
(Eu cand vreau sa fluier, fluier)
Şubat ayında Berlin Film Festivali'nden Jüri Büyük Ödülü ile dönen Romanya yapımı "Islık Çalmak İstersem, Çalarım" bir ıslahevinde geçiyor. Film özellikle ilk yarısında amatör oyuncularını başarıyla kullanıyor ve yer yer Dardenne Kardeşler'i anımsatan bir gerçeklik duygusu yakalıyor. Ancak yönetmen Florin Serban filmin sonlarına doğru dram dozunu arttırmak istiyor ve ne yazık ki bu tercih filmi zedeliyor. Yine de "Islık Çalmak İstersem, Çalarım" özellikle başrol oyuncusu George Pistereanu'nun başarısıyla izlenmeyi hak ediyor.
Katliam
(Kinatay)
Brillante Mendoza'ya geçtiğimiz Cannes Film Festivali'nde En İyi Yönetmen ödülünü getiren "Katliam", sevgilisiyle evlenebilmek için kolay yoldan para kazanmaya karar veren genç bir adamın içine düştüğü ikilemi anlatıyor.
Zira kendisine önerilen para karşılığında bir kadını öldürmesi gerekiyor. İçeriği kadar biçimiyle de seyircileri zorlayan ve farklı tepkiler alan "Katliam", festivalin Mayınlı Bölge bölümünde gösterilecek.
Risk almayı seven sinemaseverlerin kaçırmamalarında yarar var.
Kısırdöngü
(In the Loop)
Gittikçe azalan politik komedi geleneğine saygı duruşunda bulunan "Kısırdöngü", hınzır, sert ve eleştirel tavrıyla dikkat çekiyor. İngiltere ve ABD hükümetlerinin Ortadoğu'da oynadığı oyunlara odaklanan film, bu güç savaşları sırasında yaşananları bizlere yansıtıyor. Savaş karşıtı bir bakanın parti ve devlet politikalarıyla vicdanı arasında gidip gelen yaşamı boyunca karşılaştıkları üzerinden ilerleyen film, müthiş bir taşlamaya dönüşüyor. "Kısırdöngü"nün En İyi Uyarlama Senaryo dalında Oscar'a aday gösterildiğini de hatırlatalım.
Kontrolün Limitleri
(The Limits of Control)
Jim Jarmusch bir kez daha görsel atmosferiyle etkileyici bir filmle karşımızda.
İspanya'da geçen gizemli bir yol hikayesi anlatan "Kontrolün Limitleri", başrollerindeki Gael García Bernal, Hiam Abbas ve John Hurt'ün varlığı, ayrıca yıldız görüntü yönetmeni Christopher Doyle'un çalışmasıyla değerini ikiye katlıyor. Filmde, Sam Peckinpah karakterlerini hatırlatan ancak onlardan çok daha melankolik takılan takım elbiseli gizemli bir yabancının İspanya'nın bir ucundan diğerine yaptığı maceralı yolculuk anlatılıyor.