2005'te, Abdullah Gül Dışişleri Bakanı'yken, Hollywood'da Türkleri kötü gösteren dizileri kastederek ABD'deki mevkidaşı Condoleezza Rice'tan "Bir mani olsanız" diye ricada bulunmuştu. Rice ise "Biz Hollywood'a karışamıyoruz" cevabını vermişti. Rice gerçekten doğruyu mu söylüyordu? O günlerde, Türkiye'de yayımlanan ABD'li gazeteci David L. Robb'un Hollywood Operasyonları kitabı Rice'sı yalanlamıştı. Robb kitabında "Amerikan filmlerinin devletin müdahalesinden bağımsız olduğunu sanıyor olabiliriz, ama gerçekte Pentagon, uzun yıllardan beri film yapımcılarına neyi söyleyip, neyi söylemeyeceklerini dikte ediyor" diyerek, 2. Dünya Savaşı'ndan sonra Pentagon'un filmlere nasıl müdahale ettiğini bir bir anlatmıştı. Pentagon özellikle savaş filmlerinde yapımcılara askeri malzeme (uçak, gemi, denizaltı gibi) verme karşılığında, gerçekleri saptırma pahasına filmlerin senaryolarına müdahale ediyor, ABD ordusunu ve ABD'yi hep iyi göstermeyi başarıyordu.
FBI, DİZİYLE İMAJ DÜZELTTİ
ABD'de, sinemanın çok önemli bir kitle aracı ve Hollywood'un da sinema konusunda dünyada çok etkili olduğunu keşfeden sadece Pentagon değil. FBI'ın da Hollywood üzerinden benzer bir imaj çalışması yaptığı bilinir. FBI'ı yıllarca yöneten, kurumun kara kutusu olarak bilinen J. Edgar Hoover, otoriter yönetimi ayyuka çıkınca ve devlet içinde devlet gibi davrandığı anlaşılınca zamanında çektirdiği The F.B.I. dizisi sayesinde, kurumun ne kadar güvenilir olduğu imajını yaratmıştı. İlginçtir bu imaj özellikle de ABD'de kabul görmüştü. Ya CIA derseniz? Bu konuda istihbarat örgütünün sınıfta kaldığını Tricia Jenkins'in CIA ve Hollywood kitabından öğreniyoruz. Matbuat Yayın Gurubu'ndan çıkan Ertan Yılmaz'ın Türkçeye kazandırdığı kitap 1990'lara, yani Soğuk Savaş'ın bitimine kadar CIA'in Hollywood'la direkt ilişki kurmadığını anlatıyor. Bunun sebebi CIA'in, Hollywood'un bağımsız iradesine saygısı değil elbet. Kurumun gizlilik esastır diyerek kendi kabuğunda yaşamayı tercih etmesi, ama asıl nedeni Hollywood'un etkisini küçüksemesi.
OPERASYONLAR BİLİNMİYOR
Hal böyle olunca da 90'lara kadar Hollywood filmlerinde CIA, dünyadaki genel algıya uygun olarak resmediliyor. Yani CIA her yerde operasyon düzenleyen, ünlü insanları gözetleyen, kimi zaman başka ülkelerde darbeleri organize eden, yeri geldiğinde kendi insanını bile şüpheli gören, hatta ABD Başkanı Kennedy suikastına adı karışan bir kurum olarak gösteriliyor. Ajanlar da genel olarak insanlara suikast yapan, başına buyruk karakterler olarak lanse ediliyor. Malcom X, JFK: Kapanmayan Dosya, Akbabanın Üç Günü gibi klasikleri düşünürseniz bu tespitlerin haklı olduğu söylenebilir. Lakin CIA ve Hollywood kitabının yazarı Jenkins, 90'lara kadar CIA'in zaman zaman Hollywood üzerinden operasyonlar düzenlediğini, fakat bu operasyonların çok azının ifşa olduğunu anlatıyor. En bilindik operasyonlardan biri 1954 yapımı, George Orwell'ın Hayvan Çiftliği'nin İngiliz bir şirkete çektirilip filmin finalinin değiştirilmesi... Yine 1950'lerde, CIA'in komünizmle mücadele için kimi dini içerikli filmleri finanse ettiği konusunda da iddialar var. Ayrıca kurumun Hollywood'da 50'lerde sol eğilimli sinemacıların dışlanması için de kimi operasyonlar yaptığı da biliniyor. Ama 1990'lara geldiğinde CIA için Hollywood ile doğrudan temas kurmak kaçınılmaz oluyor. Çünkü Soğuk Savaş'ın bitmesinden sonra CIA'in kamuoyunda varlığıyla ilgili kimi sessiz tartışmalar yaşanıyor. Bu tartışmalar, Aldrich Ames adlı bir ABD'li istihbarat subayının, KGB ajanı çıkmasıyla (Ames 50 bin dolar karşılığında KGB'de çalışan CIA ajanlarının listesini KGB'ye satıyor. KGB bu ajanları Rusya'ya çağırıp öldürüyor) bu tartışmalar çok yüksek sesle yapılmaya başlanıyor. Bu vakanın CIA'in kamuoyudaki algısı üzerine yıkıcı etkileri oluyor. CIA de bu etkinlerin önüne geçmek için Hollywood'u çare olarak görüyor.
HAMASİ YAPIMLAR ÇEKİLDİ
Chase Brandon, 1996'da CIA'in eğlence endüstrisi irtibat görevlisi olarak atanıyor. Brandon 2007'e kadar da bu görevini yürütüyor. Kurumun ilk işi CIA'in nasıl yüksek motivasyonla çalıştığını, Sovyet Rusya ile kahramanca mücade ettiğini anlatan The Classified Files of the CIA dizisinin çekilmesini organize etmek oluyor. Bu dizi için çok uğraşılsa da hatta pilot bir bölüm çekilse de yapım hayata geçirilemiyor. Ama CIA ve Brandon, dizinin çekimi için Hollywood ile kurulan bağların meyveleri daha sonra topluyor. 1999 yapımı In the Company of Spies filmi ve The Agency dizisi bu meyveler arasındadır mesela.
AFFLECK'İ CIA MİSAFİR ETTİ
Ama asıl CIA destekli en önemli yapım Ben Affleck'in başrolde oynadığı, onun CIA analisti Jack Ryan'ı canlandırdığı 2002 yapımı En Büyük Korku oluyor. Çünkü CIA, Affleck'e kapılarını açıp onu misafir ediyor. Onun gerçek ajanlarla, üst düzey yöneticilerle tanışmasını sağlıyor. Bunun için En Büyük Korku, CIA tarafından kurumu en olumlu tasvir eden film olarak kabul ediliyor. Buradan Ben Affleck'in yönetip başrol oynadığı sonra da Michelle Obama'nın Beyaz Saray'dan Oscar aldığı açıklanan Operasyon: Argo filmine geçebiliriz. Film, 1979'da İran'da yaşanan rehine krizinden birkaç rehineyi kurtarmak için CIA tarafından düzenlenen operasyonu konu alıyor. Yıllarca gizli tutulan bu gizli operasyondan acaba Affleck'in nasıl haberi oldu derseniz, cevap açık değil mi? 2000'li yıllarda CIA'in Hollywood'da popüler olmasını sağlayan asıl şey aslında 11 Eylül saldırıları. Saldırılar sonrası, 'Neden saldırılar CIA tarafından önlenemedi?' tartışmaları yapılmaya başlayınca CIA bu eleştirileri bastırıp CIA ve istihbarata hâlâ çok büyük ihtiyaç duyulduğu tezini kimi filmler üzerinden işliyor. Böylece CIA ile ilgili olumlu fikirlerin yer aldığı filmlerin sayısı artıyor. CIA'in bu konuda hız kesmediğini de belirtelim. Mesela Usama Bin Laden'in yakalanışı anlatan Kathryn Bigelow'un yönettiği Zero Dark Thirty filmini düşünün, bir CIA operasyonunu ve işkenceyi aklama çabası olarak görülmüş ve çok tartışılmıştı film.
ROBERT DE NİRO KÜLYUTMAZ
CIA'in imaj düzeltmek için yapılan hamlelere kulak asmayanlar da çıktı Hollywood'da. Robert De Niro gibi. Ünlü aktör yönettiği, CIA'in kuruluşunu anlatan Tehlikeli Sırlar filminde CIA ve ajanları oldukça kötü (bize göre gerçekçi) gösteriyor. Mesela De Niro CIA'in kurucularından James Angleton'un yaşamından ilham alarak yarattığı karakteri, gerektiğinde gelinini bile öldürebilen bir insan olarak tasvir ediyor. CIA'in kirli sırlarını ifşa eden bir diğer film ise George Clooney'nin yapımcısı olduğu ve başrolde oynadığı Syriana filmiydi. İki filmin ortak noktası ise eski CIA ajanlarının anılarını referans alarak senaryolarını oluşturmaları. Bunun için Hollywood'da CIA'in en büyük kabusunun emekli CIA ajanlarının olduğu söylenebilir. Şimdilerde iki grup sinemacı var karşımızda: Bir yanda CIA'in verdiği desteği (bu çoğu zaman kamuoyuna danışmanlık hizmeti veriliyor şeklinde açıklanıyor) alıp kurumu iyi gösteren, CIA'in yaptıklarını aklayan filmleri çeken sinemacılar, diğer yanda ise emekli ajanların yaşadıkları üzerinden gerçek CIA'yi anlatmaya çalışan sinemacılar. Destek alanların Oscar'a kadar gidebildiklerini biliyoruz. Destek almayan filmlerin ise yolu bu denli açık değil. Neden böyle diye sormuyoruz bile, çünkü bu sorunun cevabı bile Hollywood-CIA ilişkisinin geldiği noktayı gösteriyor.