Türkiye'nin en iyi haber sitesi
ATİLLA DORSAY

Menekşe gözlerin ardından...

Özellikle kadın kısmında en güzel göz rengi menekşe midir? Saadettin Kaynak'ın Menekşelendi Sular şarkısından rahmetli babam Avni Dorsay'ın vaktiyle Demokrat İzmir gazetesinde 'tefrika edilmiş' olan romanı Menekşe'ye, özel hayatımda çok şey mi beni bu renge bağlar?
Belki evet. Ama tüm bunlar olmasaydı da Elizabeth Taylor ve menekşe gözlerini yine çok sevecektim.
Değil mi ki onun Lassie Come Home-
Yuvaya Dönüş
filmini 'ikinci vizyon' olarak, yani çevrildiğinden yıllar sonra izleyecektim. Ve o çocuk yaşımda iki şeye tutulacaktım: Liz'in gözlerine ve de 'Lassie'nin şahsında' tüm köpeklere...
Benden büyüktü, ama macerasını hep yakından izledim. A Date with Judy, Küçük Kadınlar gibi technicolor MGM filmlerinde ya da Spencer Tracy- Joan Bennett'in anababa olduğu Gelinin Babası vb. ideal Amerikan ailesi komedilerinde ona hep hayrandık. O çabucak büyüyüp George Stevens'in A Place in the Sun- İnsanlık Suçu'nda Montgomery Clift'in aklını başından alarak cinayete yollarken, Ivanhoe- Kara Şövalye'de Robert Taylor'u sarışın rakibesi Joan Fontaine'in elinden alırken, Rapsodi'de Rahmaninof'la atbaşı giden bir aşkı yaşarken de hep gözdemizdi. Ayni biçimde Giant- Devlerin Aşkı'nda Rock Hudson uğruna James Dean'in kalbini kırarken ve birden Kızgın Damdaki Kedi'de kombinezonla ortalıkta dolaşıp Tennessee Williams cinselliğine bulaştığında da yanıbaşındaydık.
Sonra işler ciddileşti. Oscar adaylıkları artarda yığıldı, iki kez de heykelciğe dönüştü: Vizonlu Venüs ve Kim Korkar Hain Kurttan'la. Aşklar ve kocalar da birbirini izledi: Otel kralının veliahtı Nick Hilton, aktör Michael Wilding, yapımcılar kıralı Mike Todd, şarkıcı Eddie Fisher. Ve hayatının erkeği Richard Burton. Sekiz evliliğinden ikisini onunla yapacaktı. Sonra hep ünlü yönetmenler: İki kez Losey (Aşkı Arayan Kadın ve Gizli Seremoni), Huston (Pırıltılı Gözler), Zeffirelli (Hırçın Kız), yeniden Stevens (Kadın ve Kumar). 70'lerden itibaren inişe geçecek, kocalarının değil ama filmlerinin sayısı ve düzeyi düşecekti. Perdede son görünüşü, 1994'te Taş Devri filmindeki kaynana rolüyleydi. 80'lerin başında onu Broadway'de Küçük Tilkiler oyununda izlemiştim. 90'larda ise bir hayır işi için İstanbul'a geldiğinde (Çeçenler'e yardım sözkonusuydu) Anadolu yakasındaki bir yalı davetinde görmüştüm. Gerçekten kısa boyluydu, ama yüz güzelliği kusursuzdu.
Taylor uzun yıllar çeşitli hastalıklarla boğuştu. Daha 60'larda ölmek üzere olduğu haberi yayıldı. Hatta ilk Oscar'ını buna borçlu olduğu söylenir. Demek ki onunki, ödünç alınmış bir hayattı. Onu da dolu dolu yaşadı, kaprisleri kadar hayır işleri, uyduruk filmleri kadar başyapıtları da oldu. Hayatını anavatanı İngiltere ve ona ününü veren ABD arasında gidip gelerek geçirdi, havaalanlarında finolarıyla pozlar verdi. Kuşku yok ki sinemanın son gerçek starlarından ve 20. yüzyılın en renkli kişilerinden biriydi.

YAZARIN BUGÜNKÜ DİĞER YAZILARI
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA