- Bu nasıl bir aşk?
- Benim ona ne kadar âşık olduğumu, benim ondan vazgeçemeyeceğimi o hep bildi, ben onun bana ne kadar âşık olduğunu hiç bilemedim ve benden yarın sabah mı vazgeçer, 10 sene sonra mı, bilemedim. Bütün tatillere beraber gidiyorduk, bütün filmlere beraber gidiyorduk ve bütün akşam yemeklerini beraber yiyorduk. Benimki karşılıksız aşk değildi, çünkü çok âşık olduğum ve her şeyine bayıldığım bir adamı her akşam gördüm. Güzel bir şey değil mi?
- Enteresan bir bakış açısı...
- Geriye ona söyleyemediklerim ve onun için her gün pişirdiğim yemek tarifleri kaldı. Sadece ben değil, yemekler de ihanete uğradı diye 'Bu kitabın adını İhanete Uğrayan Yemekler koyayım,' dedim. Bir de bence kadınlar ihanete uğradığını söylesin. Bu, öteki kadınlardan daha çirkin, daha başka bir yerde olduğu anlamına gelmiyor. Bunu kabul etmek lazım. Yenik düştüğünü kabul etmek gerek.
- Aşk, ihanete uğramayı göze almak mı demek?
- Bence aşk her şeyi göze almak demektir, kaybetmeyi de. Yenik düştüğünü, ezik düştüğünü kabul etmek demektir. Kaybetmişsin aslında, buna rağmen var olma mücadelesi vermek... Bizim Türk kadınları çok cesur değil. Hiçbiri aldatıldığını söyleyemez! Oysa bunu söyleyen kadın güçlüdür.
- Aldatıldığını söylemek cesaret mi ister?
- Çok büyük cesaret ister. Sen ona âşıksın o değil, sen onu kaybetmeyi göze alamıyorsun, o seni kaybetmeyi göze alıyor, sen onun kokusu için dağları delebilirsin ama onunkini bilemezsin. Hastalıklı bir ilişki diyebilirsin Tuluhan. Ben bu ilişki içinde adını kim ne koyarsa koysun, vardım ve mutluydum. En azından bu yemekleri beraber yiyorduk (gülüyor) ve sinemaya gidiyorduk. O kadarı yeterli oluyordu.