Türkiye'nin en iyi haber sitesi
HASAN BÜLENT KAHRAMAN

'Yazarın' bir genç adam olarak portresi

Döneminin bütün ırkçı yaklaşımlarına direnen İrlandalı yazar James Joyce'un Sanatçının Bir Genç Adam Olarak Portresi adlı otobiyografik romanının ilk tefrika edilişinin 100. yılındayız

İngilizcesi neyse ne, Ankara Koleji'nin kitaplığında duruyor, okuyorum ve müthiş etkileniyorum.
Sonradan yazdıklarında getirdiği yenilikler ne olursa olsun Dublinliler isimli öyküler toplamındaki ve Sanatçının Bir Genç Adam Olarak Portresi başlıklı otobiyografik romanındaki çarpıcı dil ve anlatım 'ekonomisi' aklımı başımdan alıyor. Ama bu romanın Türkçesini de okumak istiyorum. Sakarya Caddesi'ndeki Bilgi Kitabevi'nde arıyorum, yok. Zafer Çarşısı'ndaki sahaflara soruyorum, yok. Milli Kütüphane'de var, muhakkak, ama nasıl gireceğim, henüz ortaokuldayım ve o kurum biz yaştakilere kapalı.
Neyse, babam bir arkadaşını buldu, girdim, Murat Belge'nin nefis çevirisini getirdiler, öğleden sonra bir solukta okudum, bitirdim. Ankara'nın ıhlamur kokuları içinde yüzen sokaklarına çıktım, havada yaz akşam üstlerinin insanın içine yalnızlık ve erinç duyguları getiren ferahlığı vardı.

JOYCE BİR DUBLİN âŞIĞIYDI
Bu yıl, bu romanın ilk kez Londra'daki Egoist dergisinde Ezra Pound'un himmet, şefaat ve tavassutuyla tefrika edilişinin 100. yılı. (Ne Pound'muş ama; sonra da T. S. Eliot'ın muhteşem Çorak Ülke'sinin hem editörlüğünü yapacak hem de yayımlanmasını sağlayacaktır.) Metin kitap olarak 1916'da yayımlanıyor. 1914 tarihli Dublinliler'le birlikte Joyce'u edebiyat uzayında güçlü bir yıldıza dönüştürüyor.
Ama bu kadarı yetmiyor ona. Daha sonra son derecede karmaşık bir hayat içinde, âşığı olduğu, daima yazdığı ve "Onun yüreğine inebilirsem dünyadaki bütün kentlerin yüreğine inebilirim" dediği Dublin, Trieste, Roma, Zürich ve Paris arasında mekik dokuyarak önce 1922'de yayımlanan Ulysess'i yazıyor.
Bu kitap onu modern edebiyatın önderlerinden biri yapıyor.
Korkunç bir parasızlıkla geçen yıllardan sonra bir hami ortaya çıkıyor ve sağladığı nispeten rahat parasal koşullarda ama bu defa kör olmaya doğru giden göz rahatsızlıkları arasında Finnegans Wake isimli çetin ceviz, demir leblebi romanını tamamlıyor. Görme gücü büsbütün azalınca yardımına koşan genç hayranları var ki, içlerinden biri, 20. yüzyılın en büyük edebiyatçıları arasında sayılacaktır: Samuel Beckett!
1883'te doğan Joyce, 1941'de mide kanamasından sonra ölür.

MİTOLOJİDEN ETKİLENDİ
Joyce'un edebiyatı kolay değildir. Büyük bir hayran kitlesi kazanmıştır. Ama bu, para mevhumunu pek bilmeyen, boheme ve kozmopolitanizme düşkün, 20. yüzyılın en çetin yıllarını yaşamış, faşizmin, sosyalizmin yükselişini görmüş İrlandalı yazar her şeyden önce modern edebiyatın da ötesinde 'öncü' (avangarde) edebiyatın babaları arasında sayılır.
Antik Yunan'dan başlayarak Yahudi-Hıristiyan mitolojilerinden hayli etkilendiği, sayısız dilin İngilizceyle harmanlanarak dokusunu oluşturduğu son iki büyük romanı yenir yutulur gibi değildir. Ulysses nispeten daha şiirseldir, her şeye rağmen daha izlenebilir bir düzeydedir.
Son kertede Leopold Bloom'un 16 Haziran 1904 gününü anlatır.
Ama Finnegans Wake başa çıkılır olmaktan çok uzaktır.
Beckett'in ve diğer yardımcıların Joyce'a farklı dillerdeki sözcükleri büyük kartlara hazırlayıp verdiklerini, onun da bunları bir 'polfioni' yaratacak biçimde, çeşitli sözcük oyunlarına dönüştürdüğünü biliyoruz.
O oyunların, bilmecelerin sırları yıllardır çözülmeye çalışılıyor.

BİR DÖNÜŞÜM ROMANI
Bunlar Joyce'un ele avuca sığmaz yanları. Ama Dedalus her şeyin dışında, çok çekici, güçlü ve etkileyici bir karakter, Portre de muazzam bir kitap.
Bir künstlerroman; yani, bir genç kişinin, acı çekerek, sanatçıya dönüşümünü anlatıyor. kendisi de Cizvit okullarından okuyan Joyce'un bu 'öteki ben'inin (alter-ego) ellerini yumruk yaparak, acılar içinde sokaklarda nasıl dolaştığının anlatıldığı sahneler unutulur gibi değildir.
Kaldı ki, Dedalus (Latince ve Hellenistik Latincede Daedalos, Hellencede Daidalos) adı bir tesadüf değildir. Kendisine yol bulan adam manasına gelmektedir romanda. Doğal, çünkü, bana göre Yunan mitolojisinin en çapraşık, 'yaramaz' kişiliklerindendir Daedalus. Bir bilgin, sihirci, mimar, kısacası, kelimenin manasını taşıdığı üzere, elinden her iş gelen biridir yani bir hezarfen (Hezar: bin, fen: bilim- binbilim) adamdır.
Adının kelime manası da budur.
Kapatıldığı labirentten oğlu İkarus'a balmumu ve tüy kanatlar takarak, onun uçmasını sağlayarak kaçmayı başarır. Bizim Stephen Dedalus da kendi yolunu bulacaktır. Joyce, romanın kahramanını dört aşamada anlatır.
Dünyaya yabancı ve herkesin alay konusu olan Dedalus son bölümde üniversite öğrencisidir.
Tanrıdan, dinden ve kiliseden uzaklaşmıştır. Estetik kuramları vardır ama arkadaşları tarafından kabul edilmemektedir.
İrlanda'nın kendisini anlamayacağına kanaat getirmiştir.
Nihayet gönüllü bir sürgüne doğru, tıpkı, Joyce'un kendisi gibi, açılacaktır. Labirentinden çıkacaktır, anlayacağınız.

POLİTİK BİR YAZARDI
Yarattığı büyük edebiyat kültürü dışında bu romanın ve hatta onunla birlikte başlayan Joyce'un serüveni nedir, diye sorarsanız, cevabı, bu yazıyı bana esinleyen, Hint asıllı yazar Pankaj Mishra, New York Times'a yazdığı kısa ama etkileyici yazıda veriyor.
Mishra, diyor ki, Joyce döneminin milliyetçi, faşist, ırkçı yaklaşımlarına direnen, sanatçının 'angaje' olacağım diye yanlış yollara sapmasına karşı çıkan biriydi. Mishra'ya göre başta Gandhi olmak üzere, Tagore, İkbal gibi sömürgecilik karşıtı ve bireyin önemini vurgulayan düşünür, siyasetçi yazarlar, bugün de Kenzoburo Oe, Nadine Gordimer, Jose Saramago gibi yazarlar bu gelenekten geldi.
Kısacası, Joyce aynı zamanda politik bir yazardı.
Hiç böyle düşünmemiştim.
Şimdi Joyce'u daha çok seviyorum. O Sanatçının Bir Genç Adam Olarak Portresi'ni yazmıştı, siz de bu yazıyı, 'yazarının bir genç adam olarak portresi' diye okuyunuz lütfen!

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA