Siyasetin taşlı tozlu yollarında
3 Kasım'da iktidardaki 8. yılını dolduracak olan Başbakan Tayyip Erdoğan'ın siyasi yaşamının önemli bir kesiti "Bir Liderin Doğuşu: Recep Tayyip Erdoğan" adıyla kitaplaştırıldı.
AK Parti’nin tek başına iktidara gelmesi dış dünyada da yankılandı. Bunun üzerine parti kurmayları, Erdoğan’ı dönemin ABD Başkanı Bush’la buluşturmak için yoğun çaba sarf etti. Ama ilk girişimler, bürokratik zihni engellere takıldı. Kitapta, Erdoğan’ı Beyaz Saray’daki tarihi Bush görüşmesine taşıyan süreç Cüneyt Zapsu’nun ağzından şöyle yansıtıldı:
“... Gördük ki, dış dünyada ve ABD’de AK Parti’yi ve özellikle de Tayyip Erdoğan’ı merak ediyorlar. Ben, bunu fırsata çevirebileceğimizi düşünerek, o zamanki Büyükelçi Faruk Loloğlu’na durumu açtım ve ‘Bush’tan randevu alabilir miyiz?’ diye sordum. Keşke sormaz olaydım; adamın beni bir dövmediği kaldı.
‘Şu anda, en az 100 devlet başkanı randevu bekliyor, kaldı ki Tayyip Erdoğan ne devlet başkanı ne de başbakan, Cüneyt Bey, bu işler işadamlığına benzemez’ diyerek, teklifime hiç yüz vermedi. Canım sıkılmıştı. O sırada, Tayyip Bey İsveç’teydi. Telefonla arayıp kendisine bilgi verdim. Sonra bazı temaslarda bulunduk ve sonuçta ABD’den davetiye geldi. Loloğlu’na kalsa, böyle bir görüşme önümüzdeki yüz yıl içinde bile çok uzak bir ihtimaldi.”
Beyaz Saray’da yapılan görüşmede George W. Bush, Tayyip Erdoğan’ı “Ben, bir tek Tanrı’ya inanıyorum; sizin de öyle olduğunuzu duydum. Tanrı’ya inanan iki insan olarak, birlikte çok iyi çalışabileceğimizi umuyorum!” sözleriyle karşılamış ve konuğunu en üst düzeyde ağırlamıştı.
Beyaz Saray’da yapılan görüşmede George W. Bush, Tayyip Erdoğan’ı “Ben, bir tek Tanrı’ya inanıyorum; sizin de öyle olduğunuzu duydum. Tanrı’ya inanan iki insan olarak, birlikte çok iyi çalışabileceğimizi umuyorum!” sözleriyle karşılamış ve konuğunu en üst düzeyde ağırlamıştı.
PAŞAM SÖZ VERDİK
Devlet Bakanı Egemen Bağış, eski Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreteri Orgeneral Tuncer Kılınç ile yaşanan diyaloğu şöyle anlatıyor: “Tayyip Bey’le konuştuk, başka arkadaşlarla tanıştık ve yapılacak bir törenle partiye katılmayı karalaştırdık. Bir kaç gün sonra Türk-Amerikan Dernekleri Federasyonu Başkanlığım sırasında tanıştığım Tuncer Kılıç beni aradı. Hal hatır sorduktan sonra Erkan Mumcu’yu ve beni pazar günü kahvaltıya beklediğini söyledi.
‘Peki, Paşam!’ dedim. Cuma akşamı Erkan Mumcu, Hasan Özer ve Miraç Akdoğan’la beraber yola çıktık. Cumartesi günü il teşkilatında yapılacak tören için İstanbul’a gidiyoruz. Biz yoldayken Tuncer Kılıç yeniden aradı: ‘Benim kulağıma bir şeyler geldi’ dedi, ‘Siz bir yaramazlık mı yapacaksınız?’, ‘Yarın, Erkan Bey’le AK Parti’ye katılacağız, onu mu kastediyorsunuz? ‘Öyle bir şey yaparsanız pazar günü bize gelemezsiniz!’ dedi. ‘Takdir sizin, komutanım’ deyip kapadım telefonu.
İstanbul’a yaklaşırken, Paşa tekrar aradı: On dakika kadar konuştuk. Sonra Erkan Bey’i istedi, en az yirmi dakika da onunla konuştu. Laf uzayınca, Erkan Mumcu: ‘Paşam söz verdik gidiyoruz, bu konuda sizinle anlaşamayacağız’ diyerek, kestirip attı. Paşa da bir daha aramadı...”
HALLEDERİM!
Kitapta, Erdoğan’ın İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan adaylığı sırasında kendisini ziyaret eden bazı iş adamlarıyla ilgili ayrıntılara da yer veriliyor: “Bir gün, Kanal 6 televizyonunun sahibi Ahmet Özal, Tayyip Erdoğan’ı aradı; ısrarla görüşmek istiyordu. Tayyip Bey, günlük programını tamamlayıp, ekibiyle birlikte Kanal 6’nın Esentepe’de bulunan binasına vardığında vakit gece yarısını çoktan geçmişti.
Ahmet Özal, odasında yalnız değildi; yanındaki misafirini Tayyip Bey’le tanıştırdı: “Arkadaşım, Ülkemizin güzide işadamlarından...” İzzet ikram faslı sürerken bir taraftan da seçimle ilgili değerlendirmeler yapılıyordu. İşadamı, “Benim yaptırdığım kamuoyu araştırmalarına göre, siz önde görünüyorsunuz” dedi. “Fakat yine de işi sağlama almak için son bir hamle yapmalısınız.” “Nasıl bir hamle yapmamızı öneriyorsunuz?” “Bu son haftayı, tam sayfa gazete ilanlarıyla değerlendirebilirsiniz.” dedi Ve ardından: “İmkanlarınızın elvermediğini biliyorum” diye ekledi. “Eğer müsaade ederseniz işin bu tarafını ben halledebilirim; siz sadece görsellerinizi hazırlayın, yeter.”
Tayyip Erdoğan, lafın dönüp dolaşıp buraya geleceğini daha başından sezmişti sanki; karşısındakinin başka bir şey söylemesine fırsat vermeden toparlanıp kalktı: “Tavsiye ve teklifleriniz için teşekkür ederim!” dedi, “Ama ben böyle bir yükün altına asla girmem!” Bu isim, sahibi olduğu ‘Gökkafes’ adıyla bilinen kaçak inşaatının imar sorunlarını ‘Müstakbel Başkan’a yıkmak isteyen iş adamı idi. Aldığı cevapla baltayı taşa vurduğunu anlayınca, oturduğu yerde öylece kalakalmıştı.
“Biz İstanbul’dan siz Kayseri’den”
SABAH, AK Parti İstanbul Milletvekili Hüseyin Besli ve Şair-Yazar Ömer Özbay, tarafından kaleme alınan “Bir liderin doğuşu: Recep Tayyip Erdoğan” kitabında, Başbakan Erdoğan’ın bilinmeyen anılarını anlatmayı sürdürüyor. 1991’de RP’den milletvekili adaylığı teklifi alan Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ü, Erdoğan “Biz İstanbul’dan, siz Kayseri’den, başka arkadaşlar başka şehirlerden... Bu partiyi dönüştürebiliriz” sözleriyle ikna etti.
GÜL ANLATIYOR
Abdullah Gül ile Tayyip Erdoğan’ın tanışıklıkları çok eskiye dayanır. İlk defa Milli Türk Talebe Birliği’nde (MTTB) karşı karşıya gelirler. Gül o günleri şöyle anlatır:
“Fakülteye devam etmemiz imkansız bir sürece dönüşünce, bizim için okul MTTB (Milli Türk Talebi Birliği) oldu. Her gün derse giriyor gibi MTTB’ye gider, bütün günümü orada geçirirdim. Tayyip Bey’i de orada tanıdım; o zamanlar henüz lise talebesiydi. Orta Öğretim Komitesi’nde ve MTTB’nin diğer birimlerinde aktif görevler alıyordu. O sıralar fazla popüler olan ‘münazaralarda ve ‘şiir okuma matinelerinde kendisini izleme imkânım olurdu.
12 Eylül’den sonra fakülteyi hızla bitirdim. Ardından da uzunca bir süre yurtdışında kaldım. Tatillerde Erdoğan’ın da olduğu MTTB’li arkadaşlarımla görüşmeyi ihmal etmezdim.”
1991 yılında RP’den milletvekili adaylığı teklifi alan Gül kararsızdır. Bu sırada eski arkadaşı RP İstanbul İl Başkanı Tayyip Erdoğan’la görüşür. Gül, bu görüşmeden sonra nasıl ikna olduğunu şu sözlerle anlattı: “Erdoğan, benle konuştu ve Milli Görüş hareketinin gençlere ihtiyacı olduğunu söyledi. ‘Biz İstanbul’dan siz Kayseri’den, başka arkadaşlar başka şehirlerden...
Bu partiyi dönüştürebiliriz. Biz halka yabancı değiliz. Birlikte çalışarak onlara ulaşmanın yol ve yöntemlerini bulabiliriz.’ diyerek adaylık teklifini kabul etmem için ısrarcı oldu.”
‘TEK ADAY ERDOĞAN’
Bülent Arınç, RP’nin kapatılmasından sonra Necmettin Erbakan’ın yasaklandığını hatırlatarak, yeni lider arayışları olduğunu ifade edip, şu bilgileri aktarıyor: “Hocaya itaati tam olanlar bile artık tabanın isteklerinden bahseder olmuştu. ASKİ’de toplantılar yapıldı. Tartışma konuları; ‘yeni bir parti kurulsun mu kurulmasın mı, eskinin devamı görüntüsünü ortadan kaldırmak için kurucular tamamen yeni mi olsun, karma mı olsun?’ çevresinde odaklanıyordu. En yakıcı ve önemli soruysa kimin genel başkan olacağıydı. Teşkilatın her kademesinin kanaati aynıydı: Yeni partinin genel başkanı R. Tayyip Erdoğan olmalıydı. Biz bu tartışmaların içindeyken, duyduk ki ‘Fazilet Partisi’ adıyla yeni bir parti kurulmuş bile.”
Parti kararını cezaevinde verdi ERDOĞAN, kitapta parti kurma fikrinin ilk kez Pınarhisar Cezaevi’nde düşündüğünü şu sözlerle anlatıyor: “Siyaset yapan birçokları gibi ben de siyasetin nihai noktalarına Başbakanlığa, Cumhurbaşkanlığına ulaşmayı elbette düşünmüşümdür. Ama bunları hep siyasete başladığım yapı içinde ve doğal gelişmelere bağlı olarak düşünüyordum. Milli Görüş’ten ayrı bir siyaseti ve liderliği ilk kez hapishanede düşündüm. Yoksa benim bir gün lider olacağım (olumlu/olumsuz) hep konuşulurdu.
Hatta RP’nin kapatılmasına doğru, kapatılmanın kaçınılmaz olduğu anlaşıldığı günlerde yeni kurulacak partinin genel başkanı kim olsun diye yapılan bir araştırmada yüzde 85 benim adım çıkmıştı. Bunu ben bildiğim gibi ilgili herkes de biliyordu. Ankara’da toplantılar yapıldı, benim de katıldığım bu toplantılarda katılımcılar da teşkilat gibi benim Genel Başkan olmamı istediler. Ben de üzerimize düşenin gereğini yaparız dedim. Ancak buna rağmen Hoca, Recai Bey’i işaret etti; o, hareketi büyütecek adamdan çok kendine tabi olacak birini arıyordu. Öyle olmasaydı olaylar böyle gelişmezdi. O zaman da şartlar müsaitti. Başarılı sonuçlar alırdık, ben hep buna inanmışımdır.”