Uzayda hayat var mı sorusunun en güvenilir cevâbı , hiç şüphesiz,
Mûcize olduğu kanıtlanmış olan, kendisinden başka tanrı olmayan Allâh’ın kitabı Kurân’dadır.
iki âyette açıkça bildirilmiştir, uzayda hayat vardır .
1- Kur’ân’ın 16’ncı sûresi olan Nahl sûresinin 49’uncu âyeti :
“ve Allâh’a secde eder ne (var) göklerde ve ne (var) yer(yüzün)de dâbbeden (kımıldayandan, canlıdan) ve melekler ve onlar büyüklenmezler .”
2- Kur’ân’ın 42’nci sûresi olan şûrâ sûresinin 29’uncu âyeti
“ve O’nun (Allâh’ın) âyetlerinden (belirtilerinden) , yaratılış
(tarz)ı gökler ve yer(yüzünü)n ve ne yaydı o ikisinde dâbbeden (kımıldayandan, canlıdan) ve o (onların)toplanmalarına dilediğinde kadîr (çok iyi ölçüler koyan) .”
Bu iki âyette bahsedilen gökler, uzaydır . Gökler kelimesi her ikisinde de çoğuldur, bu da bildiğimiz evrende her yerde hayat olduğuna delildir . İkinci âyetteki yaydı kelimesi tozun yayılmasını ifâde eden “besse” fiilidir . Bu fiil ile ifâde edilen yayılma, tozun yayılması gibi, üste, alta, öne, arkaya, sağa, sola, her yöne yayılmayı anlatır . Öyleyse âyette bu fiille anlatılan , göklerde, uzayda yayılmadan anlaşılan, evrenin her bölümünde hayatın varlığıdır . 24’üncü sûre olan nûr sûresinin 45’inci âyetinde, bu iki âyette Bahsi geçen “dâbbe” kelimesi tarif edilmiştir.
Bu âyette anlatılan dâbbe târifi :
1- Her dâbbe (kımıldayan, canlı) su’dan yaratıldı .
(öyleyse uzayda her yerde su var)
2- Dâbbenin (kımıldayanın, canlının) bir kısmı karnı üzerinde gider, yâni sürüngendir .
3- Dâbbenin (kımıldayanın, canlının) bir kısmı iki ayağı üzerinde gider .
4- Dâbbenin (kımıldayanın, canlının) bir kısmı dört üzerinde gider . (dört ayaklılar ve iki ayak, iki kol üzerinde giden maymun türleri gibileri)
Kur’ân’da târif edilen dâbbe (kımıldayan, canlı) târifi budur. Göklerde, uzayda var olan hayat budur. Yâni dünyâdaki hayat gibidir uzaydaki hayat.
Bâzı âlimlerin, tefsircilerin dâbbe ,meleklerdir demeleri, büyük bir hatâ, bu kur’ân âyetlerini inkardır . 16’ncı sûre olan nahl sûresinin 49’uncu âyetinde “ne (var) yer(yüzün)de dâbbeden ve melekler” sözünde “dâbbe” ve “melekler”in ayrı ayrı anılması da “dâbbe” ve “melekler”in farklı varlıklar olduğu anlaşılıyor . Ayrıca meleklerin su’dan yaratılmadığı ışıktan yaratıldığı hakkında hadis vardır . Böylece hiç şüphesiz anlaşılıyor ki kur’ân, göklerde, yâni uzayda hayatın varlığını bildiriyor . Ayrıca göklerde, uzayda hayatın varlığına dâir hadisler var. Bu da ayrı bir delil olarak kur’ân’la uyumludur.
Böylece bu konudaki hadislerin kur’ân’a uygun olduğu kesinleşir . Örnek bir hadis : “bilim süreyyâ’da (ülker takım yıldızları’nda) olsa, onunla birbirine kavuşur fars oğullarından (îranlılardan)adamlar”
Uzayda akıllı canlılar.
Uzayda hayat varmı konusu son yüzyılın insanlarının en çok merak ettikleri konulardan biridir. İslamın bu konuda ne bildirdiği kur’ân ve hadislerdeki apaçık delillere rağmen tartışma konusu olmuş , bu konuda ihtilaf edilmiş. Hiç şüphesiz kur’ân ve hadislerle bildirilen gerçek uzayda hayâtın varlığıdır. İki âyetle açıkça bilrildiği gibi uzayda dâbbe (kımıldayan) denilen canlı türleri vardır.
Bu konuyu açıklayan “kur’ân’da uzayda hayat” adlı yazımda buna dâir bilgi edinebilirsiniz. O yazıda delil olan iki ayet ve bir hadis sundum. O iki ayet ve hadis şunlardır:
1- Kur’ân’ın 16’ncı sûresi olan nahl sûresinin 49’uncu âyeti :
“ve allâh’a secde eder ne (var) göklerde ve ne (var) yer(yüzün)de dâbbeden (kımıldayandan, canlıdan) ve melekler ve onlar büyüklenmezler ”.
2- Kur’ân’ın 42’nci sûresi olan şûrâ sûresinin 29’uncu âyeti. “ve o’nun (Allâh’ın) âyetlerinden (belirtilerinden) , yaratılış (tarz)ı gökler ve yer(yüzünü)n ve ne yaydı o ikisinde dâbbeden (kımıldayandan, canlıdan) ve o (onların) toplanmalarına dilediğinde kadîr (çok iyi ölçüler koyan) ”.
3- hadis
“bilim süreyyâ’da (ülker takım yıldızları’nda) olsa, onunla birbirine kavuşur fars oğullarından (îranlılardan) adamlar”.
Bu konunun anlaşılması için öncelikle bilinmesi gereken , âlemler kelimesinin anlamıdır.
Âlemîn nedir:
Kuranda alemin kelimesini tarif eden ayetler var.
26 şuara 23’üncü ayette firavun musaya soruyor
1 - gökler ve yer ve ikisi arasında ne var ise hepsi (mekansal ; yükseklik ve alçaklık)
2 – şimdikiler ve ilk var olanlar (zamansal ; şimdi ve geçmiş)
3- doğu ve batı ve arasında ne varsa hepsi ( yüzeysel ; enlilik)
yani kuranda bahsedilen alemin kelimesi çok boyutlu olarak evren ile ilgili bir kelimedir.
Alemin en az bunlardır ve bunlar içinde dünya okyanusa nisbetle bir damla su kadar yer tutmaz. Alemin dünyadır
iddiası olanlar bir toz zerresinin dünya olduğunu iddia etmekten bile daha beter bir küçültme yapmaktadırlar.
Kuranda Alemin hakkındakiler bunlardan ibaret değil. Konuyu çok uzatabilecek bir tartışmaya sebep verebilir ,
açıklanması zor bir konu olduğu için devamından bahsetmiyorum.
Kur’ân’da uzayda akıllı canlıların varlığını bildiren âyetler ise şunlardır;
(25 furkân 1) “mübârek oldu (o) ki inici etti (gerçeği , yanlışı) farkettireni (furkân’ı) kuluna , olur diye
evrenlere bir uyarıcı”.
(6 en’âm 90) “(işte) onlar (onlar) ki (gerçeğe) iletti allâh böylece (gerçeğe) iletenine onların aynı şekilde uy ,
de , değil istiyorum (istemiyorum) sizden üzerine onun bir ücret, o (kur’ân) ancak hatırlatmadır evrenler için”.
(12 yûsuf 104) “ve ne istiyorsun (istemiyorsun) onlardan üzerine onun her hangi bir ücretten (bir şey) , o ancak
bir hatırlatma evrenler için”.
Furkân kur’ân’ın niteliklerinden bir niteliktir. Bu kelime kur’ân’da 7 adeddir. 7 aded olması ile evrenlerin
kurandaki tariflerinden bir tarifte “gökler ve yer ve ne varsa arasında o ikisinin” cümlesiyle tarifinden
anlaşıldığı gibi uzay ve ondakiler evrenlerdir. Kuranın bildirmesi ile bildiğimiz gökler 7 kattır. Bu ilişkide
kuranın matematik mucize yapısına işaret etmekle birlikte furkan kelimesinin gök katları adedince olması , bu
ayetle ilgilendirilince furkanın gök katlarının 7 adeddinin hepsine gönderildiğine işaret olur.
Furkan , iyiyi , kötüyü , doğruyu, gerçeği , yanlışı ayırd ettiren , farkettiren anlamındadır.
Furkân kur’ânda
1- Salat ve selam ona yüce allâh’ın elçisi muhammede indirildiği bildirilir ve kur’ân hakkında nitelik , vasıf
olarak kullanılır. ( 2- bakara 185) (3 âli imrân 4) (25 furkân 1).
Ayrıca yevmel furkân (gerçek ve yanlışı ayırd ettiriren gün)
Olarak kullanılır. (8 enfâl 41).
Ayrıca mü’minlere furkan (gerçeği , yanlışı ayırd ettiren , fark ettiren) va’dedilir. (8 enfâl 29)
Böylece salat ve selam ona yüce allâh’ın elçisi muhammed ve ümmeti hakkında 5 âyette geçer, bunlardan biri selam
onlara yüce allâh’ın elçileri mûsa ve hârun ve îsâ hakkında ortak kullanılır.
2- salat ve selam onlara mûsâ ve hâruna indirildiği bildirilir
(2 bakara 53) (3 âli imrân 4) (21 enbiyâ 48).
Böylece 3 âyette selam onlara yüce allâh’ın elçileri mûsâ ve hârûn hakkında kullanılır , bunlardan biri salat veselam ona yüce allâh’ın elçisi muhammed hakkında ortak kullanılır.
Sonuç : furkan kelimesi kur’ân’da 3 peygamber hakkında kullanılır.
1- salat ve selam ona yüce allâh’ın elçisi muhammed.
2- selam onlara yüce allâh’ın elçileri mûsa ve hârun.
3- ayrıca 3 âli imrân 4 numaralı âyette incilin de anılması sebebiyle selam ona yüce allâh’ın elçisi îsâ bupeygamberlere dâhil olabilir.
Furkân evrenlere ,yâni 7 kat gökler ve yer ve o ikisi arasında ne varsa onlara uyarıcı olsun diye allâh’ın kuluna , yâni muhammede indirildi.
Öyleyse 7 kat gökler ve yer ve o ikisi arasında ne varsa onlarda , yâni evrenlerde uyarılması gereken akıllıcanlılar var. Eğer evrenlerde uyarılması gereken canlılar olmasa idi furkân’ın onlara uyarılmaları için indirilmesi anlamsız, saçma olurdu.
Uzayda akıllı canlıların varlığına bu hadis delildir. İşte o hadis:
“bilim süreyyâ’da (ülker takım yıldızları’nda) olsa, onunla birbirine kavuşur fars oğullarından (îranlılardan) adamlar” Ülker’de ilim yada îmân varsa , hiç şüphesiz orada akıllı canlılar vardır.Kur’ân’da furkan kelimesinin bahsedilen 3 peygamber hakkında kullanılmış olmasının da özel bir anlamı var. Anlaşılan bu peygamberler dünya dışındaki bu canlılara da peygamber olmuşlar. Buna dair hadisler de var .
Öyleyse furkan evrensel iletişim gücü ile ilgili bir özellik olabilir.Kaynağı nakledilmeyen bu hadisi (berakat yayınevinin , “altıparmak peygamberler tarihi” adlı kitaptan , “miraçtan sonra zuhur eden vakıalar” başlıklı bölümden alarak , açıklamalar ekleyerek aşağıda yazılmıştır.)
Ayrıca aynı kitapta birinci göğe çıkmadan önceki gökte dünyâ göğünde (aşağı gökte) mi’râc’ın başlangıcındagördüklerini anlatarak salat ve selâm ona yüce Allâh’ın elçisi şöyle diyor:
1 - “bir deryâya eriştim denizde ve karada ne kadar hayvan var ise o deryâda mevcût idi. muallakta (asılı olarak havada) duruyor ve bir damla damlamıyordu”. (ayrıca birinci kat göğe kadar olan bölümün yıdızların tümünün içinde bulunduğu dünya göğü (alt gök) olduğu birincigöğün dolayısıyla 7 göğün bu göğün üzerinde olduğu bu hadisin devamından anlaşılıyor.) Anlaşılan bu hadiste bildirilen canlılar insan ve cin türü ileri akıl seviyesinde olmayan hayvan türü canlılardır. Âyetler ve hadislerle bildirildiği gibi hayvanlarında aklı vardır. Ancak asıl konu edindiğimiz , insanların akıl seviyesine benzer akıllı canlılardır. Aşağıdaki konular bu tür ileri akıl seviyesindeki canlılara dâirdir.
2 - Ye’cûc ve me’cûc
Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) buyurdu ki, “Cebrâîl aleyhisselam beni ye’cûc ve me’cûc tâifesine iletti. Onları îmâna ve allâh’u teâlâya ibâdete da’vet ettim. Açıklama; Hakkında pek çok hadis olan ye’cûc ve me’cûc’un mi’râc konusunda olması göklere yapılan yolculuk sebebiyle , uzaydaolması muhtemel canlılar olarak düşünülmesi mümkün. Ancak buna dair şüphesiz bir delilim yok. Ye’cûc ve me’cûc’un dünyâda olmasıda mümkün olabilir. Zülkarneynin onları hapğsettiği ile ilgili âyet ve hadisler var. Zülkarneynin onları dünyada bir yerde hapsetmiş olması mümkün olsada buna dâirde kesin bir bilgim yok. Uzayda olması muhtemel akıllı canlılara bunlar örnektir. Öyleyse ye’cûc ve me’cûc ile ilgili tüm âyetler ve hadisler uzayda hayat konusuyla ilgili olarak incelenmelidir. Bu kavmin akıllı canlılar oldukları fakat insan olmadıkları bildilmiştir.
3 - “Sonra beni şehre ilettiler ki , biri meşrıkta ( doğuda) , diğeri meğribde ( batıda) idi. Bu şehirlerin her birininiki bin kapısı var idi. İki kapısının uzaklığı bir fersah idi” (bir fersah yaklaşık 5 kilometre). Açıklama; 2000 kapı var ve her kapı arasındaki uzaklık 5 kilo metre . Öyleyse bu şehirlerin çevresi 2000 x 5 = 10 000 kilometre. Eğer bu şehirler dairesel şekilde iseler. 10 000 bölü 3,14 = 3 184 , 713 . Yani eğer bu şehirler dâiresel şekilde iseler genişlikleri 3 bin 184 kilo metre olur. Bu kadar büyük bir şehir dünyada yok, bilinen tarihtede yok. Öyleyse bu şehirler dünya dışında , uzayda olan şehirler olabilir.
Ev durumu hesabı;
3 184 000 metrelik çapı olan bu şehrin yarı çapı 1 592 000 metre , alanı 1592 000 x 1 592 000 x 3. 14 = 7 958 216 000 000 metre kare ortalama 2000 metre kare alanabir ev olsa 7 958 216 000 000 bölü 2000 = 3 979 108 ev yapılabilir. Aşağıdaki hesaba göre 44 milyar 160 milyon olan nüfusa göre; 44 160 000 000 bölü 3 979 108 = 11 097 kişi bir evde yaşamak zorunda olacaktır. Öyleyse bu canlıların
evleri çok katlı olmak zorundadır . Bir ailede 6 kişi olsa bir evde (11 097 bölü 6 =) 1849 daire olmak zorundadır.
Bu türde bir ev ileri teknoloji gerektiren gökdelen türü ev olmak zorundadır. Bu tür bir yerleşimin mümkün olması ,dünyanın genişliği ile hesaplanırsa , dünya nüfûsu arttıkça dünyanın insanlar için yeterli olmayacağı endişesinegerek olmadığı , gelişen teknoloji ile uygun çözümlerin bulunabileceği anlaşılır.
İbrânî dili konuşurlardı.
Kur’ân ve hadislerde bahsedilen âd kavmi ile ilgili tüm bilgiler uzayda hayat konusuyla ilgili olarak incelenmelidir. Bu kavmin akıllı canlılar oldukları , islamı kendilerine tebliğ eden peygamberleri olduğu , cennete çağırıldıkları ve cehennemle uyarıldıkları âyet ve hadislerle bildirilmiştir. Selam ona sâlih peygambere îmân etmiş olmalarına gelince. Âd kavmine pek çok peygamber gönderilmiş , sonunda selamona hûd peygamber gönderilmiş ve kur’ân’da hûdun kavmi olarak târif edilmişler. Hûd’a îmân etmedikleri için helak edildiler. Ardından semûd kavmine sâlih peygamber gönderildi. Âd kavminden olan mü’minler ise helak edilmediler. Bu hadiste bildirilen âd kavminden kurtulan mü’minlerin semûd kavminin peygamberi sâlihe de îmân ettikleridir.
Mağribde (batıda) olan şehir ise süryânî lisâniyle konuşurlardı. Her kapıda on bin kişi silâhıyla beklerdi. Her ay bu on bin kişi gider başka on bin kişi gelirdi. Kıyâmete kadarböyle olup , bir gelene bir daha nöbet gelmez.
Tahmînî bir hesap ;
2000 kapı , her kapıda 10 000 asker. 2000 x 10 000 = 20 000 000 (20 milyon asker). Peygamberimizin yaşadığı çağdainsanların toplamı bile ancak bu kadar olabilir. Öyleyse 20 milyon askeri olan iki şehrin dünyâda olması imkansız. Aradan geçen 1400 küsür yılda insanların nüfûsu en az 1000 kat artmış olmalı. Buna rağmen , yeryüzünde 20 milyonlu askeri olan hiç bir ülke yok. Onların sayısı da artıyordur...
20 milyon asker çıkaracak bir toplumun nüfûsu asker sayısının en az 4 katı olmak zorundadır. Öyleyse bu iki şehrin her birinin nüfûsu : (20 000 000 x 4 = 80 000 000 ) 80 milyon her ay , her kapı için 10 000 asker çıkaran topluluğun nüfûsu . Ümmeti muhammed gibi ortalama 65 yıl yaşıyorsalar , 20 yaşında asker oluyorsalar , 65 yaşına kadar kendilerine nöbet sırası gelmemesi için ; 65 - 19 = 46 yıl başkaları nöbet tutmalıdır. Öyleyse 46 yılın her
ayı için(46 x 12 =) 552 ay için , her kapı için 10 000 asker çıkaracak toplum adedinin 552 katı bir toplum var olmalıdır . Öyleyse her kapı için 10 000 asker çıkaran toplum adedi (80 000 000) 80 milyonun 552 katı bir toplum olmalıdır. 80 000 000 (80 milyon ) x 552 = 44 160 000 000 (44 milyar 160 milyon) . Yani bu toplumun nüfûsu 44 milyar civarında olmak zorundadır. Dünyanın şimdiki nüfûsu tahmini olarak 7 milyar civârındadır. Bu iki toplum 1400 yıl önce dünyanın toplam nüfûsunun 6 katı nüfûsa sahip imiş. Aradan geçen 1400 yılda 1000 (bin) kat artmış olsalar her birinin şimdiki nüfusları (44 160 000 000 x 1000 = 44 160 000 000 000 ) 44 tirilyon 160 milyar olmalıdır. Bu durumda bu iki şehrin her biri dünya nüfûsunun ( 44 160 milyar bölü 7 milyar = ) 6 308 (6 bin 3 yüz 8) katınüfûsa sahiptirler.
Onları dine da’vet ettim ve ibâdet ta’lim ettim. Kabul ettiler. Cümlesi islâma geldiler. Onlar bizimkardeşlerimizdir. Onların iyileri , bizim iyilerimizle , onların kötüleri , bizim kötülerimizle olurlar.
Sonra beni üç tâifeye daha ilettiler ki , onlar hâlâ Allâh’u teâlâdan gayri düşman bilmezler (Allâh’ın düşmanlardırlar). Adları (mensek) , te’vil) ve (mâiris) dir. Onları dîne da’vet ettim, kabul etmediler. Cümlesi cehennemde olurlar.
Hazreti Habîbi Ekrem “Sallallâhu Aleyhi ve Sellem” buyurdu ki , hak teâlâ (Allâh) mi’râc’dan dönüşte beni Mûsâ Aleyhisselâmın kavmine iletti. Onlara selâm verdim. Selâmımı aldılar. Cebrâîl aleyhisselâm beni onlara tanıttı. Benim âhir zamanda geleceğimi , nübüvvetimi (peygamberliğimi) ve vasfımı kitablarında görmüşler ve peygamberlerinden işitmişlerdi. Cümlesi koşup yanıma geldiler ve bir birlerine müjdeler verip etrâfıma toplandılar. Onlara islâmı arz ettim (sundum). Cümlesi (hepsi) islâmı kabul ettiler ve dediler ki , hak teâlâ (Allâh) , mûsâ aleyhisselâma senin peygamberliğini haber vermiş idi. Mûsâ aleyhisselâm bize vasiyet etmiş idi. Biz senin gelmeni bekliyorduk ve senin cemâlini (güzelliğini) görmeye âşık idik. Elhamdu lillâh bu devlete (ni’mete) vâsıl olduk
(ulaştık).
Resûlullâh “sallallâhu aleyhi ve sellem” buyurdu ki, onların arasında bir çok şeyler müşâhede ettim. Benizleri sarı, elbiseleri yünden idi. Evleri hep aynı yükseklikte ve tek kat idi. Kabristanları evlerine yakın, mescidleri evlerine uzak ve kapıları açık idi. İçlerinde zengin ve fakir yok, hepsinin mâlî vaziyeti aynı. Dükkânları açık. Kendileri mescidlerde i’tikâf ederler. Çocukları doğsa ağlarlar. Bir kimse ölse sevinirler. Onlara süâl ettim (sordum) : (siz ne din üzeresiniz?) Dedim. Dediler ki: (allâhü tâlâya ve meleklerine ve kitaplarına ve peygamberlerine îmân ettik. Kazâsına (bize ne uygularsa) râzıyız. Ni’metlerine şükrederiz , belâlarına sabr ederiz bir birimize düşmanlık etmeyiz.
Cümlesinin (hepsinin) malları aynıdır. Tâ ki kimse diğerine hased etmesin. Hak teâlânın (Allâh’ın) rızâsını,nefislerimizin hevâsına (isteklerine) tercih ederiz. Bilmediğimizi öğrenmeye çalışırız ve bildiğimiz ile amel ederiz. Aslâ gıybet etmeyiz. Mâlayânî (boş söz) söylemeyiz. Gündüzleri oruç tutar , geceleri ibâdet ederiz. İbâdetten maksadımız (amacımız) derecâtı âhirettir ( âhiret dereceleridir) ve rızâyı rabbul izzettir (azîz allâh’ın rızasıdır). Emri bil ma’rûf (iyiliği emreder) ve nehyi anil münker ederiz (kötüğü bilinenden men ederiz). Her ne gelirse sabrederiz. Dünyâ fakirliğini, âhiret zenginliği için isteriz. Ni’meti fânîyi (geçici ni’meti) , ni’meti bâkî (kalıcı ni’met) için kabul etmedik. Mûsâ aleyhisselâm bize ne vasiyetler etti ise ona göre amel ettik. Ömrümüzün sonuna kadar bu hâl üzere olmağa kasd etmişiz).
Resûl aleyhisselâm buyurdu ki, onlardan süâl ettim (sordum) :
------- Benizleri neden sararmıştır?
------- Allâhuteâlânın korkusundan, dediler.
------ Kaftanlarınız niçin hep yündendir?
---------peygamberlerin elbiseleri böyle olduğu için.
------- Evleriniz neden hep aynı boydadır?
---------Bâzımız bâzımız üstünde olmak istemeyiz ve rüzgârı ve güneşi bir birimizden men eylemeyiz.
---------Kapılarınız niçin hep açıktır?
---------Aramızda hâin ve hırsız yoktur.
---------Dükkânlarınız niçin açıktır?
---------Bir kimseye bir şey lâzım olur ise, alıp, parasını koysun diye açık tutarız.
---------Mescidleriniz niçin uzaktır?
---------Adımlarımız çok olsun ve sevâbımız ziyâde (çok) olsun diye.
---------Kabristanlarınızı (mezarlıklarınızı) niçin evlerinize yakın yaptınız?
--------- Ölümü unutmayalım diye.
---------Çocuklarınız olsa ağlarsınız, ölse gülerseniz, neden?
---------Doğan zindana ve habis hâneye gelir. Ölen rabbisine gider, zindandan kurtulur da ondan.
---------İçinizde hiç hasta görmedim, niçin?
---------Hastalık günahlara keffârettir. Biz günah etmeyiz. Faraza (var sayalım) bir kimse günah işlese, gökten ateş gelip onu yakar, helâk eder.