Türkiye’nin şu sıralar en çok konuşulan ismi Can Bonomo. Ama çoğunluk onu hiç tanımıyor. Bonomo “Bu, hayatımda üstlendiğim en büyük görev. Müziğin dini, dili, ırkı olmaz ama bir bayrağı temsil eden bir vatandaş olarak çıkıyorsun oraya, ” diyor
Cihangir'deki evinin yakınlarında, Salon Bahçe’de buluştuk Can Bonomo’yla. İçeri girdiğimde gazeteciler sırasını bekliyor, Can Bonomo’ysa kameraların karşısında Nefise Karatay’ın sorularını cevaplıyordu. Can Bonomo’nun şu sıralar yoğunluktan nefes alamayan menajeri, sevgili arkadaşım Ece Çelebioğlu’nun telefonlarıysa susmuyor. “Tamam Yılmaz Bey,” diyor telefondakine. Kapatınca “Hangi Yılmaz?” soruma, “Özdil,” yanıtını alıyorum. Anlayacağınız, şu sıralar herkes onun, Can’ın peşinde. Koparabildiğini koparmaya çalışıyor. Adını daha önce duymamış olanların bir kısmı “Kim canım bu çocuk?” diye aklınca küçümsüyor, diğerleri de “Can’ı ben keşfettim”in derdinde.
Konserlerine gelenlerin, festivallerde sayıları binlere ulaşan hayranlarınınsa keyfi yerinde. 24 yaşındaki Can aniden gelen bu ilgiden henüz bunalmamış, hem tadını çıkarıyor hem de işini yapıyor. Önceki rastlaşmalarımızın da tanışıklığıyla gelip “Merhaba,” diyor. “Nefes al biraz,” diyorum. Sabahtan beri ağzına tek lokma bile koyamamış. Oturup bir şeyler atıştırıp konuşmaya başlıyoruz, kim bu Can Bonomo diye...
- Son bir haftadır muhtemelen hayatının en yoğun günlerini yaşıyorsun. Nasıl gidiyor her şey? - Çok güzel, çok mutlu, çok keyifli geçiyor. Öte yandan, bir o kadar da yorucu... - Yorucu olan nedir? Eurovision’a katılacağının açıklanmasının ardından çok fazla şey değişti mi hayatında? - Hayatımda hiçbir şey değişmedi aslında. Daha fazla insan beni tanır oldu. Daha fazla dinlenir, sesi duyulur oldum ama bana göre hayatım aynı. Yoğunluk yüzünden sabahın köründe kalkıp, gecenin bir yarısında yatmak dışında tabii.
BİZİ TRT’DE GÖRÜP BEĞENMİŞLER
- Herkesin senin hakkında konuşmasından rahatsız oluyor musun? - Yapıcı eleştiriler ve yıkıcı eleştiriler arasında gidip geliyor konuşulanlar. Herkes fikrini söylüyor konuyla alakalı. Eurovision öyle bir olay, herkesin söz sahibi olduğu bir şey. Ben Türkiye’yi temsil ediyorum. İnsanlar da ‘Biz de Türkiye’yiz, sen nasıl şarkı seçiyorsan, biz de onun hakkında fikrimizi söyleriz,’ gibi bir psikolojiye giriyor. Rahatsız olmuyorum ama.
- Bu insanların büyük çoğunluğu da seni tanımıyordu...
- İlk başta insanlar haklı olarak ‘Kim bu Can Bonomo?’ dedi. Çünkü ben popüler müzik yapan bir adam değilim. Tamam, halk beni tanımıyor olabilir, çünkü ben onların dinlediği türde bir müzik yapmıyorum, dolayısıyla bazılarına ulaşmak mümkün olmamıştır. Ama müzik otoritelerinin de bir kısmı ‘Can Bonomo kim?’ diyor. E sen bilmeyeceksen, kim bilecek?
- Sözde müzik otoriteleri bile seni bilmiyorken TRT nereden duymuş adını? - İsmail Güngör, (TRT Müzik Kanal Koordinatörü) videolarımızı çok beğenmiş. Bizi görüşmeye çağırmadan bir hafta önce TRT Müzik’te bir müzik programına katılmıştık. Çok keyifli, güzel geçmişti. Program esnasında, zaten delagasyon bizi izliyormuş. Bizim için test gibi bir şeymiş aslında. Oradaki hali, tavrı da beğenince aramaya karar vermişler.
- TRT’den ilk arandığınızda ne konuştunuz?
- Bizi toplantıya çağırmışlardı. Ben önce yeni bir program yapacaklarını, bana da sunuculuk önereceklerini düşündüm. ‘Bugün geliyorsunuz,’ dediler. O gün de çekimimiz var. ‘Hayır gelemeyiz,’ diyoruz. İnatla ‘Geleceksiniz,’ diyorlar. İsmail Güngör’le görüştüreceklermiş. ‘İşimiz geç biter,’ diyoruz. ‘Bekleriz,’ diyorlar. Önce evde, kendi kendimize gülüştük telefonu kapatınca, ‘Eurovision’a mı çağıracaklar?’ diye... Toplantıda Eurovision teklifini duyunca, TRT kamera şakası yapıyor diye düşündük.
- Kısa sürede çok yol aldın. ‘Eurovision’a katılır mısın?’ denildiğinde ne hissettin?
- Çok gurur duydum teklif geldiğinde. Heyecanlandım. Sonuçta Türkiye’yi temsil ediyorsun. Bence bu çok güzel bir şey. Dediğin gibi, çok kısa sürede gerçekleşen bir olaydı. Albüm yayınlanalı daha bir sene bile olmamıştı. TRT’nin cesaretini kutlamak lazım bir kere. Onca isim konuşuluyordu. Hepsi abilerimiz, ablalarımız. Kendi tarzlarında iddialı işler yapan kişiler. Birdenbire ‘Abi bu çocuk enteresan işler yapıyor, bunu gönderelim, tutar bu,’ deme cesareti bence takdir edilmesi gereken bir şey. Öte yandan genç müzisyenlerin de desteklendiğini, sesinin duyulduğunu gösteriyor. Gerçi bizi müzik otoriteleri tanımıyormuş ama bak işte, TRT biliyormuş.
TRT’YE ÜÇ ŞARKI VERECEĞİZ. BİRİ TÜRKÇE, İKİSİ İNGİLİZCE
- Nasıl bir şarkıyla katılmayı düşünüyorsun?
- Aslında ilk teklif geldiği zaman aklımda sadece Türkçe vardı. Ama sonra aramızda Eurovision matematiği meseleleri konuşuldu, ‘Kazanan ne yapmış?’ diye. Türkiye için İngilizce şarkı yapmak daha hayırlı olurmuş gibi geldi. Dolasıyla çalışmalarımıza da bu yönde devam ediyoruz. TRT’ye üç şarkı vereceğiz. Bunlardan ikisi İngilizce, biri Türkçe olacak muhtemelen.
- Tamamen yeni şarkılar besteleyecekmişsin. Kısa süre sorun değil mi?
- Evet, tamamen yeni şarkılar olacak. Süre kısa, bu sorun değil. İşimiz bu. Kaydetmesi zor olacak sadece. Ama zaten sadece seçilecek olan şarkıya tam bir kayıt yapılacak. Bir tek o mix, master boyutuna gelecek. Diğerleri demo’dan hallice olur.
- İlk albümün Meczup’ta çalıştığın ekiple mi çalışacaksın yine?
- Evet, Can Saban’la çalışacağım yine. Her akşam birlikteyiz. Gerçi şu an pek vakit bulamıyoruz çalışmaya ama, şu ilk yoğunluk bitsin...
- Sekiz yaşında gitara başladığın konuşuluyor hep. Nasıl oldu?
- Sekiz yaşındayım, anneannemin evindeyiz. Annemler oturmuş çay içip, kadın muhabbeti yapıyorlar. Sıkılıyorum ben tabii. Birden yan taraftan elektro gitar sesi geliyor. Kopuyor ortalık. Anneannemin komşusu Zafer Abi. O da o aralar 20’lerinde falan. ‘Git oğlum bak, Zafer abin coştu,’ diyorlar bana. Ben koşarak gidiyorum. ‘Gel sana bir şeyler çalayım,’ diyor o da bana. The Beatles, The Kinks falan çalıyor. Gitarı bana da veriyor. Çok istiyorum çalmak ama beceremiyorum tabii ki...
- Hemen bir gitar almak istedin herhalde?
- Anneme gittim hemen. ‘Bana gitar al, gitarist olacağım,’ diye. ‘Oğlum daha yeni raket aldık, hiç oynamadın,’ diyor o tabii. İki hafta yalvardım, aldı sonunda. Ders almaya başladım. Dört sene kadar klasik gitar eğitimi aldım. Ama çok sıkıldım. Zafer abi orada yıkılıyor, ben klasik gitarla tıngır mıngır. Hiç gerek yok. Sonra bırakıp şiirle, resimle uğraşmaya başladım.
- Vardı elbette. Bir, iki yerde çalabildik ama. İlk kez sahneye çıktığım yer, muhtemelen lisedir. Avni Akyol Lisesi. Cover çalıyorduk. The Cranberries’ten Animal Instict’i, Zombie’yi söylüyordum. O zamanlar, çocukken sesim tam bir kız sesiydi. O şarkılara yakışıyordu. Sonra kalınlaştı işte, böyle oldu.
- Yazdığın o şiirlere ne oldu sonradan?
- 17 yaşında İzmir’den İstanbul’a taşındım üniversite için. Bilgi Üniversitesi’nde sinema okumak için geldim. Tanıştığım arkadaşlarım da, müzik yapan insanlardı. Yıllar sonra gitarı yeniden çıkardım ben de. Hatta deneysel bir grup da kurmuştuk. Ama ciddi anlamda deneysel. Çanaklarla, çömleklerle müzik yapıyoruz. Ben onun yanı sıra kendi çalışmalarımı da yapıyordum. Çok küçük yaştan bu yana yazdığım şiirler yavaş yavaş beste olmaya başladı. Sonra onlardan bir demo yapıp Can Saban’a gönderdim işte. Gerisini artık herkes biliyor.
540 sene ÖNCE Türk İYE’YE GELMİŞİZ
- Yahudi oluşunun bu kadar çok konuşulması seni rahatsız ediyor mu?
- Ben Sefarad Yahudisiyim ve İzmirliyim. Benim babam da İzmirli, onun babası da İzmirli. Türkiye’de 36 ayrı etnik köken var. Sefarad Yahudileri bunlardan en eski olanlardan bir tanesi. Biz 540 küsur sene önce Türkiye’ye gelmişiz. 540 senedir de Türküz. Yani ben her şeyden önce Türküm. Dolayısıyla bunun ötesinde söylenecek hiçbir şey yok.
Ben Türkiye’yi, Türk bayrağının altında, kendi memleketim, kendim ülkem adına, bir Türk olarak temsil edeceğim. Zaten müziğin dili, dini, ırkı olmaz. Olmamalı. Böyle şeyler konuşulmamalı. Böyle şeyler konuşulmaz. Her şeyden önce Türk müziğini öne çıkarmaya çalışacağız. Bu konuyla ilgili konuşulacak bence daha fazla hiçbir şey yok. Bundan sonra gelecek hiçbir soru da bunun ötesinde mantıklı olmayacaktır.
HIRSIZ HAYRAN
- Sahnedeyken başına gelen en ilginç şey neydi?
- Kızın biri ayakkabımı çalmaya çalışmıştı.
- Nasıl yani?
- Evet (gülüyor). Ben kesinlikle fark etmemiştim. Hatta başarılı olmak üzereydi. Çok şaşırmıştım. Roxy’deydik. Ben sahnedeyken o yavaş yavaş bağcıkları çözmeye başlamış. Tam alacakken fark ettim.
ANNEM EN YAKIN ARKADAŞIMDI KAYBETMEK BENİ KÖTÜ ETKİLEDİ
- Seni buraya getiren, hayatının kırılma noktaları nelerdi?
- İlk ciddi kız arkadaşım beni çok etkiledi. Üç senelik bir ilişki yaşamıştık. O bir dönüm noktası, ayağımı kaydıran bir şeydir.
- O sevgilin seni nasıl şekillendirdi?
- Beni sanat yapmaya ikna eden odur. Yaptığım şeyleri insanlarla paylaşmam konusunda beni o ikna etti.
- Başka şeyler de var seni etkileyen. Başın sağ olsun, geçen sene annen vefat etmiş...
- Bu beni iyi etkilemedi elbette. Annem benim en yakın arkadaşımdı. Kötü etkiledi...
- Peki, Eurovision’a geri dönelim biz. Üzerinde bir baskı var mı? Türkiye’de bu iş çok ciddiye alınıyor.
- Alınmasaydı da baskı olurdu. Çünkü bir bayrağın altında, o bayrağı temsil eden bir vatandaş olarak çıkıyorsun oraya. Ama bir baskıdan ziyade, daha çok heyecan, şevk veriyor. Bu, hayatımda üstlendiğim en büyük görev bir yandan da. Altından da kalkabileceğimi düşünüyorum. Yoksa kabul etmezdim.
- Eski Eurovision kayıtlarını izliyormuşsun şu sıralar. Onların arasından gözüne çarpan, favorin var mı?
- Söylüyorum öyle de... Daha bir retrospektif yapmış değiliz. Vakit bulamadık. Bozma bizi (gülüyor). Norveçli Alexander Rybak’ın şarkısı Fairytale çok güzeldi ama. 2009’da Eurovision’u kazanmıştı. Onu çok beğeniyorum.
- Şimdi pek vakit bulamıyorsun, onu anladım. Eurovision’a katılacağın açıklanmadan önce neler dinler, ne okurdun?
- En son Patti Smith’in kitabını (Çoluk Çocuk) okumuştum. Çok güzel kitap yazmış. Şimdi de Lewis Carroll’dan Through the Looking-Glass’ı (Aynanın İçinden) okuyorum. Alice Harikalar Diyarında’nın devamı. Haberim bile yoktu öyle olduğundan. Eskiden durmadan okurdum. Şimdi hiç zamanım olmuyor. Haftada bir kitap okurduk. Annem öyle alıştırmıştı, tam bir kitap kurduydu.
- Müziğini etkileyen isimler var mı? The Beatles’ın ismi de seninle birlikte çok anılıyor...
- The Beatles’ın benim yaptığım müziği etkilemesi pek mümkün değil aslında. Sadece sözleri açısından etkilenirim. Bence müzik, müzisyeni etkilerse o işten iyi bir şey çıkmaz. O yüzden ben şiirden etkilenmeye çalışıyorum. Turgut Uyar, Nâzım Hikmet okumak beni etkiliyor. Ya da Baudelaire. The Beatles en sevdiğim gruptur ama dediğim gibi, müzisyenlerden etkilenmemeye çalışıyorum. O yüzden sanatın diğer mecralarına yöneliyorum. Fotoğraflardan, filmlerden, (Roman) Polanski’den, (Stanley) Kubrick’ten etkileniyorum.
- Yönetmenler seni bu kadar etkilediğine göre, onlar gibi olmak istediğin bir dönem de geçirmişsindir..
- Küçük yaştan bu yana asıl istediğim yönetmen olmaktı. Mezun olduğum zaman albümüm çıktı. Uzun metraj bir filmde çalışamamış olmak içimde hep uktedir mesela. Ben eğitimime de devam etmek istiyorum. Usta bir yönetmenin yanında çalışıp, sonra kendi filmimi çekebilecek seviyeye gelebilirsem mutlu olurum.