Bir yıl bitip diğeri başlarken; sevincin kıyısında belki hüzün ile gezinen insan, aslında varlık ile yokluk rüzgarları arasında kalan yeryüzü misafiri. Zaman kavramı, bu misafirlikte ne çok göreceli. Geçen yıl bitmeden örneğin, Büyük Okyanus'taki Samoa ve Tokelau adaları, en büyük ticari ortakları Avustralya ve Yeni Zelanda ile 'aynı tarihe' geçmek için, takvimdeki bir günü atladı; 29 Aralık sona erdiğinde, 30 Aralık es geçildi, takvim 31 Aralık'ı gösterdi.
Ada insanları, bir günlük takvim sıçramasını da 'geleceğe dönüş' adıyla kutladı.
***
Kim bilir, insanlık bir 'takvim' değişimiyle, bugünden geleceğe döner ya da dünden bugüne gelebilir mi?
Şimdilik bu soru, tam takvimlik.
Çünkü akan bu göreceli zamanda, takvimlerin gösterdiğinden çok; insanın
neyi yaşayıp ne hissettiği önemli. İnsan ancak bu yeryüzü sahnesinde varlığının kendisine
'ödünç' verilmiş olduğunun farkındalığını taşırsa, takvimler değer kazanıyor. Yoksa Büyük Okyanus'taki adaların insanlık hafızasında, o takvim atlanışı da sadece
hoş bir seda olarak kalıyor.
***
Asırlar önce yaşayan, binlerce satırın sahibi Buhari; "Ben onu sevince, onun işitme, görme, konuşma ve dokunma yetisi (kuvve), 'Ben' olurum." demiş.
İşte zamanın ardında,
zamanı ortadan kaldıran cümle.
Arif (bilen) ile marufun (bilinenin) buluştuğu nokta; acaba zamanı sonsuzlukta yeniden keşfetmek mi? Takvimlerden sıyrılarak, insani algıyı sonsuzca genişletmek mi?
İnsan en güzeli, sevginin sihirli dilinde
kendi deruni özüne ulaşmalı.
***
Bir tren düdüğü çalar gibidir bazen her insanın içi.
Kalbinde
eski garlardan kalma, birikmiş siyah hüzünler.
Merkezinden uzaklaşılmış
incinmişlik hali. Varoluşun sessiz sancılarına tutunurken, kendi hakikatine ulaşamayınca, iç sıkıntıları taşıran, taşıyan insan. Oysa 'bir görüp, bir'den hisseder de, kendi 'anlamı' ile huzur yellerinin serinliğinde buluşursa, rahatlar insan. Zaten yeryüzünün kosmozdaki yeri de, koca şair
Nazım Hikmet'in o güzelim rübaisindeki gibi değil mi:
***
"...bu bahçe, bu nemli toprak,
bu yasemen kokusu, bu mehtaplı gece
pırıldamakta devam edecek,
ben basıp gidince de,
çünkü o ben gelmeden,
ben geldikten sonra da,
bana bağlı olmadan vardı
ve bende bu aslın, 'sureti' çıktı sadece..."
***
İnsan sadece kafasıyla değil,
kalbiyle de öğrenmeli.
Zamanın derinliği ancak kalp ile algılanır çünkü.
Sezginin sessiz yollarında, eğer ılık coşkuyu kalbi ile bilmez ise insan, Bayburtlu Zihni'nin o ünlü 'koşma'sı, ağızlarda hep bir türkü olur hazan vakti: "
...vardım ki yurdumdan ayağ göçürmüş,
yavru gitmiş, ıssız kalmış otağı;
camlar şikest olmuş, meyler dökülmüş
sakiler meclisten çekmiş ayağı..."
***
Ve işte takvimden bir yaprak daha döküldü. Yeni bir yıla girdik.
"Yeni bir yıla girmek mi, yenilenmek mi önemli?" diye mırıldanırız hep. Ama genelde yenilenilmez, değişim çok sancılı çünkü.
Örneğin filozof Sokrat'a, çok uzun yolculuktan dönen birinden söz edip, "Bu yolculuk onu hiç değiştirmedi." demişler. Sokrat da, "Çünkü giderken yanında kendisini de götürmüştür" diye yanıtlamış. Yanınızda "sadece yürekten istediğiniz 'kendinizi' götürebileceğiniz" yıllar diliyorum.
Takvimlerin değil, insanın değişmesi değerli çünkü.
Sevgiyle; iyiye, güzele, hep umutlu olana doğru.