Türkiye'nin en iyi haber sitesi
YÜKSEL AYTUĞ

İnsan ile hayvanın farkı

Ülkemizin coğrafyasını ve o farklı coğrafyalarda yaşayan insanların "gerçek" durumunu görmemiz için ne yazık ki felaketler yaşanması gerekiyor. Plazaların dışına çıkamayan yeni gazetecilik anlayışı ne yazık ki memleketin ücra köşelerini ancak deprem, sel, yangın gibi felaketlerde görüyor, görüntülüyor. Bu kez de öyle oldu. Kerpiçin ne demek olduğunu kentli insan Elazığ Depremi ile öğrendi. Ve Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının bir bölümünün 2010'da hâlâ "mağaradan bozma" toprak sığınakları "ev" niyetine kullandığının o zaman farkına vardı. Mardin-Diyarbakır arasındaki bir köyde dolaşırken arazinin orta yerinde bir çanak anten gördüm. Aynı anda bastığım toprağın altından konuşmalar geldiğini fark ettim. Dediler ki, "Şu anda bir evin damında dolaşıyorsunuz..." Aynı şaşırtıcı tecrübeyi, bundan yarım yüzyıl önce babamın memuriyeti sırasında Tunceli'nin Ovacık kırsalında annem ile babam da yaşamış. Demem o ki, memleketin bazı yörelerinde insanlar zaten yıllardır "göçük altında" yaşıyorlar. Depreme ne hacet? Ama o insanlar öyle "can" ki, en büyük felaketlerde bile "insanlıktan" çıkmıyorlar. Mutlaka siz de görmüşsünüzdür. Haber bültenlerinde anneleri telef olmuş 2 buzağı üşümesin diye sırtındaki montu çıkartıp, onlara giydirmeye çalışan, onları sevgiyle bağrına basan küçük çocuğu... Bence o fotoğraf sadece "Hayvansever Kampanyalarının" değil, içinden "karşılıksız sevgi" geçen her insani organizasyonun, her tavrın, her duruşun simgesi olmalı... O miniğin hayvanlara gösterdiği karşılıksız sevginin onda birini "mağarada yaşamak zorunda kalan" insanımıza gösterseydik, depreme bunca kurban verir miydik?

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA