Bizim evin sokağında bir çiçekçi var.
Aslında 2.5 senedir burada oturuyorum ve o hep var. Tam karşımda.
Kapısında renk renk çiçekler, ağaçlar var.
Salonda koltuğa oturduğumda, sol tarafımda çiçekçi... Camdan bakınca görüyorum.
Zaten ben, hep kocaman masanın başındaki bu koltukta oturuyorum.
Yazı yazma, yemek yeme, internette dolaşma, arkadaşlarla muhabbeti koyultma koltuğum benim.
Bugüne kadar hiç çiçeğim yoktu benim.
ALİ YİNE ANLADI BENİ
Aslında bir kere denedim, iki haftada çiçek ölünce bakamam zannettim. Hem kâh evdeyim, kâh dışarıda; ondan olmaz yani.
Unutkanımdır, biraz da bundan olmaz.
Geçen gün, gözüm takıldı salonun iki küçük balkonuna.
Bir şey istiyorlardı ama ne?
Balkon dediğime de bakmayın. Kendini balkon zanneden, bir adımlık çıkıntılar işte.
Fransız tipi mi ne?
"Çiçek" dedi Ali, yine anladı beni.
Kalktım gittim karşıdaki çiçekçiye. Öyle güzel ki... Çeşit çeşit isimlerini bilmediğim çiçekler. Hiç görmediğim saksılar. Mini mini ağaçlar. Limonlar, portakallar, Japonlar...
Elinde makası, çiçeklerle uğraşan genç bir kızla göz göze geldim.
Konuyu hemen kapatmak isteyerek, dedim; "Ben bakamam ama şu balkoncuklara bir şeyler koysak..."
ORMANDA GİBİYİM
O da gülerek dedi; "Bakarsınız..."
Gitti küçük küçük çamlar getirdi.
Gitti şahane taş saksılar getirdi. Gözlerim parlayınca, "Siz eve gidin" dedi.
Ertesi gün elinde saksılarla kapıyı çaldı. Balkonları süsledi. "İki günde bir, birer bardak su vermelisiniz" talimatıyla gülümseyerek evden ayrıldı.
Şimdi, hep perdelerimiz açık. Yine aynı koltukta ama ayrı bir mutlulukla oturuyorum.
Sürekli ağaçlarıma bakıyorum.
Yeşillerine dalıp gidiyorum. Sanki serinliyorum. Komik ama kendimi ormanda gibi hissediyorum. Yenilenmiş hissediyorum.
Her sabah menekşelerine şarkılar söyleyen anneannemin bir bildiği varmış.
Bugün anlıyorum...