Türkiye'nin en iyi haber sitesi
HİLAL KAPLAN

Beyazlar, bizim beyazlarımız...

Her ülkede 'beyaz' diye nitelenen, doğuştan bazı özellikleri ve aileleri sebebiyle, diğer kesimlere göre hayata avantajlı başlayan toplumsal gruplar vardır. Nasıl ABD'de bu gruplara Beyaz, Anglo- Sakson- Protestan'ın kısaltması olan 'WASP' deniyorsa, bizde de 'Kemalist' olarak nitelenenler uzun süre bu kategorideydi. Tabii onların da kendi içlerinde ayrılması gerekiyordu. Neticede Koç ailesinin bir ferdi ile orta sınıftan bir Kemalisti eşitlemek sadece haksızlık değil, sosyolojik analiz açısından da hatalı olurdu.
Yine mesela bir Kürt veya Alevi, istediği kadar aynı söylemleri kursun, aynı yerlerde yemek yesin, aynı partilerde sosyalleşsin, bu beyaz sınıfla asla eşitlenemez. Aleviler veya Kürtler, beyazlarımızın uygun şartlarda kullanacağı ama 'son kullanma tarihi' de üzerinde olan, işlevsel manivelaları olabilir sadece. Beyazların çözüm süreci başladığında, PKK Gezi'ye 'teşrif etmeyince' Kürtleri keşfetmeleri bir tesadüf müydü sizce? Ya da birden Alevi sevgilerinin depreşmesi ve iktidarında 800'den fazla cemevi açılan Ak Parti'yi elbirliğiyle 'Alevi düşmanı' ilan etmeleri tesadüf müydü? Batılı ülkelerde beyazlık, aynı zamanda 'beyaz suçluluğu' (white guilt) diye bir kavramla da beraber anılıyor. Kabaca, ezilen sınıflara baskı uygulayıcıları 'beyaz' sınıftan olduğu için, geçmişte yapılan ve sonuçları nesiller boyu süren ayrımcılığın duygusal yükünü, o cürmü işlememiş olan beyazların da hissetmesi anlamına geliyor. Bizde bu kavrama asla yer olmaması size de garip gelmiyor mu? Farklı grupları ezmenin bir asra yakın sürdüğü bir geçmişten geliyoruz. Ezen belli bir 'beyaz' sınıfı hep olmuş. O sınıf, bugün hâlen ekonomik ve kültürel iktidarı elinde tutuyor.
Ama hiç 'beyaz suçluluğu' içeren bir söylem kurulmuyor, bir kitap çıkmıyor, bir film çekilmiyor.
Hatta bunun tam tersine, daha başörtüsü ayrımcılığı 'yasal' zeminde alabildiğine sürerken, Gezi'deki beyazlarımız hayat tarzlarının tehdit altında olduğunu söyleyip ülkeyi ateşe vermeye kalkmıştı. Başörtülü kadınların özgürce okuması, çalışması ve mecliste yer almasının yasak olduğu bir dönemde, gece 10'dan sonra marketten içki alamamayı hayat tarzı savaşlarına dönüştürmüşlerdi. Siyasal iktidar, o dönem hâlâ, uzlaşma adına başörtüsüne özgürlük getirmeyi erteliyordu oysaki. Başörtüsü meselesinin, uzlaşmaya her hal ve şartta kapalı olduğunu ilan eden Gezi ayaklanması ertesinde çözülmesi bir tesadüf değildi yani.
Meclise ilk başörtülü vekiller girdiğinde de hiçbir 'beyaz suçluluk' emaresi görememiştik. Bilakis, 'iyi, artık mağdur edebiyatı yapamayacaksınız' argümanı revaçtaydı. Mağduriyetin, kadınlara seçme ve seçilme hakkının tanındığı 1934'ten 79 yıl sonra giderilmiş olması, onlar için hiçbir şey ifade etmiyordu. Bir mağduriyet ortadan kalktığı, Kemalist rejimce gasp edilmiş temel bir hak nihayet iade edildiği için sevinçli de değillerdi. Aksine daha da bilenmiş, daha da hınçlı bir halleri vardı. Şafak Pavey'in skandal 'hakkınızı alın, başınıza çalın' temalı meclis konuşmasını hatırlayın mesela.
Mevzunun bam telini, bu ülkede, örneğin ABD'den farklı olarak, dindarların siyasetteki değişimi ve dönüşümü temsil eden ana damar olması oluşturuyor diyebiliriz. Beyazlarımız da bu yüzden çok hınçlı ve hatta yenilmeye mahkûm olduklarını hissettikleri için nefret dolu diyebiliriz. Yine de Obama seçildikten sonra ABD'de 'beyaz liberaller' tarafından, 'apartheid' rejimi sona erdikten yarım asır sonra bile siyahların hâlen sistematik olarak ayrımcılığa uğradığı tezinin savunulduğunu unutmayalım. Hatta 'Siyah hayatlar önemlidir' hareketinin son iki yılda ABD'de yükseldiğini ve en büyük desteği bu beyaz liberal gruptan aldığını da...
Geçenlerde Metin Münir 'darbeci generalleri özlediğini' yazdı. Hasan Cemal bu yazıyı onaylayarak paylaştı. Cengiz Çandar da darbenin hâlen bir olasılık olduğunu ve ne de güzel bir olasılık olduğunu yazdı. Gülenciler mütemadiyen darbe çağrısı yapıyor zaten. Böyle bir ülkede, Ak Parti'ye yakın olduğunu söyleyen isimlerin de aynı beyazlıktan nasibini almış olduğunu görmek üzücü.
Erdoğan'ın muhtarlarla buluşmasına burun kıvıran ama babası köy okulundan mezun olan, Gezi'den beri küfürlerle, 17-25 Aralık'tan beri iftiralarla ailesine saldırılan Erdoğan'ı yine ailesi üzerinden vuran, Erdoğan'ı savunan kimliği ve duruşu belli yazarlara hatta milletvekillerine troll diyebilen 'Ak Partili Beyaz'lar var artık. Fanon'un, 'yüzünü pudralayan zenciler' metaforunun akla gelmemesi mümkün mü?

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA