Türkiye'nin en iyi haber sitesi
HASAN BÜLENT KAHRAMAN

Modern modernlik

Türkiye'nin modernleşmesi konusunda önemli bir yanılgı Tanzimat konusunda yaşanıyor. Uzun süre belli aydın kesimince dışlandı Tanzimat. Batı eliyle yapılan, "işbirlikçi aydınların" gidip katıldığı dönüşüm hareketi olarak değerlendirildi. "Kökü dışarıda" sayıldı. Ziya Gökalp de eleştirdi onu, Attila İlhan da.
Bir dış etkinin olduğu muhakkaksa da Şerif Mardin'in yıllar yılı yaptığı araştırmalar başka bir gerçeği ortaya çıkardı.
Toplumsal dönüşüm birilerinin haydi değiştirelim demesiyle olmuyor.
O ihtiyacı sağlayan iç şartların, içeriden hadiseyi iten mekanizmaların işlemesi gerek. Tanzimat konusunda da gerçek bu. Ama fazlası var: Tanzimat sanıldığı gibi tepeden tırnağa yabancılaştırıcı, "halktan kopuk" aydınların tepede saltanat kurma faaliyeti değil. Aksine, Tanzimat Cemil Oktay'ın bir makalesinde işaret ettiği gibi, halka dert anlatacak bir dilin "icat" edilmesinden bendenizin "kamusal alanın keşfi" dediği hadiseye kadar geniş bir yelpazeyi kapsıyor ki, bunların hiçbiri "burnu büyük aydın" meselesi değil, aksine, bir "yerli" yaklaşımın sonucu.
Ama bu tablo dahi, modernleşmemizin yeteri kadar kendimize ait bir dinamikle işlemediği hakikatini ortadan kaldırmıyor. Batı bu bakımdan önemli bir kaynak. AB müzakereleri başlamasaydı, bugünkü noktaya gelir miydik sorusuna "evet" yanıtı vermek hayli meşkuktur. Aynı şekilde, önemli iç olaylar yan yana gelmeseydi, son dönemde yaşadığımız değişimi de kapı dışında bırakacaktık.
Siyasal kültürümüzün bir sonucu bu "atalet", yani kendi kendimize fazla bir şey yapmak istemeyişimiz. Neresinden bakarsak bakalım, siyasal ve toplumsal modernleşmemiz, kendi kendisini yenileyen bir sistem kurmayı, sürekli değişimi ilke olarak benimsemeyi öngörmedi. Biraz kıta Avrupası'nda da bu böyledir. Buna mukabil Amerikan siyasal kültürü tam tersi bir yaklaşımı içerir.
Eğer 27 Nisan 2007 muhtırası olmasaydı, o 367 saçmalığı ortaya çıkmasaydı, yargı ve asker bürokrasisinin sultasını kırmak için hükümet bu kadar tutkulu davranır mıydı derseniz, "hayır" derim. İç dinamikler, evet, ağır basacak ve epey bir süredir mayalanan değişim kendisini hissettirecekti ama bu şekilde hızlı ve keskin bir yaklaşımla değil.

***

Benzer bir durum şimdi de görülüyor.
Örneğin hükümet Özel Yetkili Mahkemeleri kaldıracağını açıkladı. Daha doğru bir karar olabilir mi? Gelin görün ki, söz konusu görüşü 3-4 yıl önce Cumhurbaşkanı Gül dile getirdi; açıklamalarında eski özel yetkili mahkeme olan DGM'lerin kaldırıldığını ama ÖYM'lerin devam ettiğini söylemişti.
Geçen sürede hiçbir girişimde bulunmadı yürütme. Üstelik 2010 Referandumuyla yargı bürokrasisi kırılmak isteniyordu. Buna rağmen adım atılmadı. Ama yaşanan son olayların tesiriyle, belki, bu beklenen, hatta çok gecikmiş karar alındı. Adalet bakanı yaptığı açıklamada seçimlere kadar yasanın Meclis'ten geçeceğini belirtiyor. Umarız...
Bunları hep aynı şekilde yorumluyorum: modernleşmemizin tarih öncesi döneminin kapanması. Paradoksal görünebilir, modernleşmenin tarih öncesi olur mu diye sorulabilir. Olur! Biz modernleşmeyi yerleşik, kendine ait bir olgu şeklinde tasarlamadık; içerdiği rasyonellik bağlamında muhakeme etmedik. Modernliğin, akıl temeline oturmuş kurumsal yapılar olarak, sistemi belirleyeceği düşüncesi, daha doğrusu potansiyeli bize uzaktı. Aksine, onu biçimsel bir gerçeklik kabul ettik ve "tarihsel kuvvetlerin" yani yönetici elitin, yargı ve asker bürokrasisinin ve iktidarın müdahalesine açık, onlarca yönlendirilecek bir biçimsel kurgu olarak tasarladık modernliği. Sistem insanlara ve kurumlara değil, insanlar sisteme ve kurumlara hâkim oldu. Modernleşme bu nedenle güdük kaldı.
Modernleşmenin tarih öncesi bitti diyorum, şimdi tarihi başlıyor, yani tabiri caizse, modern modernlik!

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA