Bu kadar fazla değişim de can sıkıyor açıkçası... Eski güzel günlerde bir gazete "Genç subaylar rahatsız" veya "Karargâh rahatsız" diye manşet attığında, sonunda rahatsızlar eyleme geçerdi.
Bugün ise bu tür manşeti atanları rahatsız edecek gelişmeler oluyor.1974'te Antalya'da askerlik yaparken bölük komutanımız "İstifham" kelimesini herhalde bilmediği için bize "Kafanızda izdiham olunca bana gelip sorun" derdi. Bugün ise artık "İstifham" kavramı yetersiz kalacağı için, "İzdiham" kelimesi gerçekten uygun kaçıyor bazı kafalardaki kargaşaya.
Eskiden "Kemalistler rahatsız" denildiği zaman önce subaylar gelirdi akla... Ama 15 Temmuz darbe girişiminden beri artık Kemalistlerin değil FETÖ'cülerin huzursuz olmaları daha fazla önemseniyor.
Galiba işin suyu son olarak "e-muhtıra" ile çıktı. Bu olayla anlaşıldı ki askerler askerlikle uğraştıkları zaman daha etkili oluyorlar. Aslında basının da darbecilikle değil gazetecilikle uğraşmasının daha doğru olacağı da bazıları tarafından 28 Şubat post-modern darbesinin sonuçlarına bakılarak anlaşılmıştı. Kartel kuran ve post-modern darbeye çanak tutan basın patronlarından bazılarının hapse girmelerinin herkesin kulağına küpe olduğu zannedilmişti. Ama demek ki bu tür beklentiler daha çok su kaldırırmış.
Mehmet Barlas/Sabah
Yeni anayasa sürecinin başladığı günden beri Hürriyet Gazetesi'nde yaşanan değişim dikkat çekiciydi! Son birkaç haftadır attıkları manşetleri şöyle bir gözden geçirirseniz ne demek istediğimi anlayacaksınız. Hatta, yazıişleri toplantılarımızda Hürriyet'in bu 'suya sabuna dokunmayan' manşetleri gündeme geldiğinde arkadaşlarıma bunun 'bilinçli yapıldığını' dile getirmiştim.
Önceki gün atılan "Karargah Rahatsız" manşeti haklı olduğumu bir kez daha ortaya koydu! 28 Şubat garabetinin yıldönümü arifesinde atılan o başlık basit bir editoryal tercih olamaz. Gazete yapanlar olayın bu kadar basit olmadığını bilir...
O manşet, hem Hürriyet'in eski alışkanlıklarından kalma bir algı operasyonudur hem de FETÖ'yle mücadelenin had safhaya ulaştığı bir dönemde ilişkilerinin ayyuka çıkmasının yarattığı psikolojinin bir sonucudur.
Biliyorsunuz Aydın Doğan'ın FETÖ'den tutuklanan Ankara Temsilcisi Barboras Muratoğlu'nun holdingin özellikle yargıyla ilgili sorunlarını örgütün üst kademeleriyle çözdüğünü ortaya çıkarmıştım. Bu yüzden yazarlarına talimat verip üzerime saldırtan Aydın Doğan'ın yaşadığı endişe her geçen gün büyüyor...
Murat Kelkitlioğlu/Akşam
Kılıçdaroğlu kafamızı karıştırdı. Hiç olmazsa bir konuda bunu başardı, vallahi helal olsun. Gençlere seslenerek bakınız ne demiş: "Mustafa Kemal Atatürk Türkiye Cumhuriyeti'ni benim kuşağıma değil size emanet etmiştir." Hoppala! Kılıçdaroğlu 1948 doğumlu, şu anda 69 yaşında. Emeklilik çağı, ama o emekli olmamakta direniyor.
SSK Genel Müdürlüğü'nden oldu, siyasetten olamıyor. Belki kurultayda "sevk edilir"... Atatürk'ün ölümünden tam on yıl sonra doğmuş, hatta bir ay fazlası da var. (Dersim katliamı için de "ben o tarihte henüz doğmamıştım, bilmem" şeklinde konuşmuştu.) Atatürk cumhuriyeti gençliğe emanet etmiş... Kaç yılında? 1927 yılında.
Yani, o tarihte yirmi yaşında falan olsalar, kabaca 1907 doğumlulara... Ama Atatürk öldüğünde o kuşak otuz yaşına varmış olsa, demek ki onlara değil emanet.
Kimlere? Bu hesaba göre 1917'lilere. Hayatta kalsalardı şu anda "dalya" diyeceklerdi, demek ki emanet onlara da değil. Peki, Atatürk, kendi ölümünden sonra doğacak olanları hiç mi düşünmemiş?
Düşünmüş tabii, "gençlik" diyor, bu muğlak bir kavram, sürekli yenilenen bir kitle. O kadar ki, Atatürk'ün ağzından "çakma" bir Bursa demeci bile uydurmuşlar, gençliğe "gerektiğinde polise taşla sopayla saldıracaksın" bile dedirtmişler, CHP gençliğinin 28 Nisan 1960 ayaklanması için bu yalanı bahane etmişler!
Kılıçdaroğlu'nu suçlamıyoruz canım, o tarihte kendisi on iki yaşında. Peki Atatürk, "yaşınız geçtiğinde, karta kaçtığınızda artık cumhuriyeti savunmayıbırakabilirsiniz" mi demiş? Dememiş.
Öyleyse 1948 kuşağı şimdi niçin görevi bıraksın? Atatürk bu sözü yalnızca 1997 doğumlular için söylemedi ya... Ben 66 yaşımdan gün aldım, bırakayım mı Sayın Kılıçdaroğlu? Ne zaman bırakmam gerekir, söyleyin şunu da içim rahatlasın. Neticede yorucu bir görev, büyük sorumluluk istiyor...
Engin Ardıç/Sabah
Hürriyet, kendisine yönelik eleştirilere cevap verirken nedense işin bu boyutunu hiç görmüyor. Veya görmek istemiyor. Sadece eleştirenleri eleştiriyor. Bunu da 15 Temmuz darbe gecesi sergilediği darbe karşıtı tutuma göndermede bulunarak yapıyor.
15 Temmuz gecesi, CNN Türk başta olmak üzere Doğan grubunun sergilediği tutum hiç kuşkusuz hepimiz tarafından alkışlanmıştır. Her ne kadar bu medya grubunun geçmişte 28 Şubat vb. darbelere nasıl arka çıktığı ve darbecileri nasıl arkaladığı bilinse bile… Dün dünde kaldı deyip yeni gündeki duruşuna bakarak alkışladığımız medya grubunun, kendi içindeki eski Türkiye alışkanlığına sahip editoryal unsurları niye bu kadar çok sahiplendiğini de anlamak mümkün değil.
Siz, "Karargâh rahatsız" manşetinin hemen ilk başına "başörtüsü kararı"nı oturtursanız, buradan çıkacak sonucu öngörmemek mümkün mü? Veya bu ilişki üzerinden nasıl bir algı oluşabileceğini kestirmemek mümkün mü? O editoryal ekibin sadece ve yalnızca gazetecilik veya haber saikiyle bunu yaptığına inanmamızı bekleyenler aklımızla alay ediyorlar.
Hürriyet; 15 Temmuz gecesindeki duruşuna anlamlı ve kararlı bir biçimde sahip çıkmak istiyorsa, sadece o gece sergilediği tutum üzerinden bir söylem geliştirmek yerine içindeki unsurların kendisine çektiği operasyonlar konusunda da duyarlı olmak zorundadır. Aksi takdirde bunun danışıklı bir işlem veya onaylı bir algı operasyonu olduğu sonucu çıkar ki, bu durumda da 15 Temmuz göndermesi anlamını yitirir.
"Karargâh rahatsız" manşetli haberin çıktığı gün Sabah muhabirine verdiğim cevapta, karargâhın asıl bu anlayışla atılan manşetten ciddi bir rahatsızlık duyacağını söylemiştim.
Nitekim de öyle oldu. Karargâh, bu manşetten ve bu manşet üzerinden yapılmak istenen algı operasyonundan duyduğu rahatsızlığı bir açıklamayla duyurdu. O açıklamadan da anlaşılıyor ki; koşulsuz bir biçimde sivil otoritenin, yani millet iradesinin temsilcisi olan hükümetin emrinde olan karargâhın, başörtüsü konusunda hiçbir rahatsızlığı yok.
Karargâh adına yapılan açıklamada başörtüsü konusunda tek yetkili merciinin sivil otorite olduğunun belirtilmiş olması, karargâhın demokrasiye ve sivil otoriteye bağlılığının göstergesi olarak alkışlanması gerekirken, bunun rahatsızlık nedeni sayılması hâlâ darbe beklentisi içinde olan çevrelerin birer manipülasyonundan ibarettir.
Genelkurmay Başkanımızın şahsında TSK'ya malum çevrelerce yöneltilen ithamlardan hepimiz çok rahatsızız.
Karargâhın bu yöndeki rahatsızlığına katılıyoruz. Hürriyet'i yeniden TSK'ya ve TSK üzerinden anti-demokratik operasyonların üssüne dönüştürmek isteyenler bilsinler ki eski Türkiye yok artık.
Mehmet Metiner/Star
Hatırlayın... Çipras'a yaltaklanan liberal/ sol görünümlü "beyaz" medyanın havasına uyduk, olup bitenleri geçiştirdik. Bizim solcular AB'yle antlaşmanın hemen arkasından istifa eden Maliye Bakanı Yannis Varufakis'in yakışıklılığını çok konuştular ama neden çekip gittiğini hiç sorgulamadılar. Şu an Yunanistan o havası bin beş yüz solcuların eliyle AB'ye (Almanya'ya da diyebiliriz) "satılmış" bir ülkedir. Bu nasıl mı oldu? "Kurtarma paketleri"yle oldu. Zaten hep öyle olur.
16 Eylül 2016'da Yunan parlamentosundan hızla geçirilen "Finansal Destek ve İlerleme" mevzuatı (Yunancaya çevrilmediği ve vekillerin doğru düzgün okuyamadığı iddia edilir) yoluyla ülkenin bütün kamusal varlıkları 99 yıllığına "Avrupa İstikrar Mekanizması"na aktarıldı. Bunları konuştuk mu doğru düzgün? Hayır!
Geçtim hava limanlarını falan, halka açık sahillerin bile Avrupa'nın karar ve tasarrufuna bırakıldığını biliyor muyuz? Hayır! Öyle ki, AB üzerinde hak kazandığı mal ve kaynakları istediği kişi ve kurumlara satabilecek hale geldi. Üstelik Brüksel'in bunu yaparken hesap vereceği bir demokratik temsil mekanizması veya bir meclis yok. Bu gerçeğin detayları hâlâ Yunan halkından gizleniyor. Fakat farkına vardığında isyan edecektir, şüpheniz olmasın!
İşin kötü tarafı, Almanya'ya bu bile yetmiyor artık. Çünkü alacakları büyüyor, Yunanistan'ın ödemesi imkânsızlaşıyor. O yüzden de Atina'yı zorluyor. Sonuç... Ne yazık ki, Atina artık efendilerinin manipülasyon aygıtı. Hepsi o kadar! Darbecileri bize vermeyenin Yunan halkının iradesi olduğunu sanıyorsanız, çok yanılıyorsunuz.
Haşmet Babaoğlu/Sabah
ABD'nin "Bizim çocuklar başardı" dediği 12 Eylül darbesi Yunanistan'ın NATO'ya dönmesini sağladı. Doğrusunu isterseniz, John McCain'in PKK/YPG ile alakalı o sorusuna Erdoğan'ın verdiği cevaba muttali olunca, bir an için, ABD "değişik yöntem" arayabilir mi diye düşündüm. Zira…
Türkiye'nin "bölücü terör örgütüyle" birlikte çalışmasını ancak bir "NATO darbesi" sağlayabilirdi. Lakin 15 Temmuz işgalini ordusuyla omuz omuza püskürten bu "gazi millete" darbe yapmak da o kadar kolay değildir. Semih Terzi'ler veya Talat Aydemir'ler her zaman vardır amaÖmer Halisdemir'ler artık tüm vatan sathındadır.
Biz ABD "değişik yönteme" de başvuramaz derken, Aydın Doğan'ın tescilli darbeci gazetesi Hürriyet'ten, "Karargah Rahatsız" manşeti geldi. Yanlış anlaşılmasın…
Bir süredir başta Sözcü gazetesi olmak üzere Genelkurmay Başkanı Org. Hulusi Akar'a ve onun şahsında TSK'ya yöneltilen haksız, mesnetsiz ve çirkin iftiralardan biz de çok rahatsızız. Savaştaki bir ordunun Genelkurmay Başkanı'na bu şekilde alçakça tezvirlerle saldırmak en hafif ifadeyle "bozgunculuktur."
Ne ki, başörtüsü konusunda meramını anlatmaktaki (ilgili haberde yer alan) sorunlu ifade, "Genç Subaylar Tedirgin" manşetlerini çağrıştıran "Karargah Rahatsız" manşetiyle birleşince, bu manşet de tescilli darbeci Hürriyet'te arzı endam edince ortaya bambaşka bir fotoğraf çıkmış oluyor.
Bu fotoğraf şudur: "Aydın Doğan rahatsız." Bu "fotoğrafa" gıkını çıkartmadığına göre anlaşılan o ki "Asuman da rahatsız." Aydın Doğan'ın adamları yaptıkları açıklamada, "Hürriyet'in demokrasiye olan taahhüdünü sorgulamak kimsenin haddine değildir" demişler. Hürriyet'in her darbeyi arkalayan hatta teşvik eden kirli tarihi hariç herhalde…
Salih Tuna/Yeni Şafak
Hürriyet, 2003'te Cumhuriyet'in attığı "Genç Subaylar tedirgin" manşetini 14 yıl sonra 28 Şubat'ın yıldönümünün arifesinde attı.
Gazete, kim olduklarını açıklamadığı bir grubun ağzından "Karargâh rahatsız" manşetiyle çıktı.
İcazetle iş yapan, dengeleri gözetip kendisine en uygun pozisyonu seçmek için hep bekleyen medya doğru düzgün görmese de halk ayakta.
Herkes varsa da yoksa da bu sinsi muhtırayı verene ve gazeteciliği ayaklar altına alıp bu metne aracılık edene ateş püskürüyor.
Dün baktım Hürriyet'ten savunmaya ilk kim geçmiş diye. Yenisi haber sunduğu için topa girmediğinden görev eskibaşkıroya düşmüş.
Çırpınıyordu köşesinden biçare:
"Anlamıyor musun komutan siyasi iradeye değil muhalefetin şom ağızlılarına cevap veriyor!"
Be hey zavallı, nesine yanıt verilebilir bunun.
Biz senin gibi cuntacılar şu siyasetçiye muhtıra verebilir, buna vermez demiyoruz;seçmeniyle, muhalefetiyle siyasete karışamaz diyoruz.
Eğer karışacaksa da, gazetelerin arkasına sığınmadan üniformasını çıkartır, öyle siyasete girer diyoruz.
Bence yenisi bile tarafsızlık pozlarını bir kenara koyup, bu eskibaşkıronun vasatlığına dayanamamıştır. Bugün kesin girmiştir kalelerine fena giren topa.
Bakalım o çıkartabilecek mi?
Melih Altınok/Sabah
Çağırmışlar Karargâh'a Hürriyet Ankara Temsilcisi Hande Fırat'ı… "Yaz kızım" demişler: "Bunlardan, bunlardan, bunlardan rahatsızız." Yedi maddelik açıklama yapmışlar. Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar'a -Sümeyye Erdoğan'ın düğününe katılmasının dışında- ulusalcı kesimin yönelttiği bütün 'birikmiş' eleştirilere cevap vermişler.
(Hande Fırat, kaynağının Genelkurmay Başkanlığı İletişim Dairesi olduğunu söylüyor. Bence Akar'ın kendisi.) Karargâh, Millî Savunma Bakanlığının kadın subay ve astsubaylara başörtüsü serbestisi getirirken kendilerinden görüş alınmadığını ifade etmiş.
Başörtüsü burada bir garnitür müdür yoksa açıklama yapmanın asıl maksadı mıdır? Mesele Akar'ın darbeci Mehmet Dişli ile ortak arsa aldıkları yönünde yayınlanan haberler midir? Mesajlar 'içeridekiler'den midir yoksa 'içeridekiler'e midir? Bunlar cevap bekleyen sorular.
Ama başörtüsü çıkışı hiç olmadı! Askerin sıraladığı -başörtüsü maddesi dışında- bütün 'rahatsızlıklar' Sabah gibi iktidara yakın bir gazetede yayınlansa, emin olun bu kadar tepki çekmezdi. Aksine paşa destek görürdü. Çünkü eski Türkiye kalıntılarının çifte standartlı yaklaşımı ve Akar'ı gözden düşürmeye yönelik söylemleri gerçekten rahatsız edici.
Haberin Hürriyet'te yayınlanmış olmasına gelince… Mevzubahis Hürriyet olunca insan altında bin türlü "Alicengiz oyunu" arıyor. Zira o gazetenin yakın dönemde attığı kirli manşetler hafızalarımızda taze.
Nitekim son haberde de "Karargâh rahatsız" başlığını kullandılar. Bu bilinçli bir tercihtir ve eski günlere duyulan özlemin yansımasıdır. Bir de "darbe kışkırtıcılığı yapmıyoruz" demezler mi, insanı saf sanıyorlar.
Fatih Selek/Türkiye
Hürriyet gazetesinin cumartesi günkü manşetinden bahsediyorum. Hürriyet'in haberi birinci sayfada "Yedi Eleştiriye Yedi Yanıt" başlığıyla, iç sayfada ise "Karargâh Rahatsız" başlığı ile sunulmuş. Haberin girişinde yer alan ifadelerse şöyle: "Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK), terör örgütleri DEAŞ ve PKK'ya karşı tarihi öneme sahip mücadele yürütüyor. Bu kritik süreçte Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi Akar'a yönelik eleştiriler ve bazı iddialar da gündeme geliyor. İddia ve eleştiriler, TSK'yı yıprattığı gerekçesiyle Genelkurmay'da rahatsızlık yaratıyor. TSK, 'Ayarı kaçmış eleştiriler ile gerçek dışı bilgilere dayalı bazı haberlerle' ordunun başarısının gölgelenmeye çalışıldığını düşünüyor." Bir kere şu memlekette "Karargâh Rahatsız" başlığını kim görse aklına "Genç Subaylar Rahatsız" manşeti gelir. 27 Mayıs'tan bu yana medyanın yürüttüğü darbe operasyonları hatırlanır. Hele ki bunu yapan Hürriyet olursa.
1997'deki, 2007'deki performansı göz önünde bulundurulur.
Bir on yıl sonra, 2017'de yaptığı ve başlığında "Karargâh Rahatsız" ibaresi olan bir haber de bu meyanda değerlendirilir. Eleştirilir. Diğer taraftan mevzu "orduda başörtüsü yasağının kaldırılması" meselesiyse ve burada "aslında Genelkurmay bu yasağın kaldırılmasına sıcak bakmıyor" mesajı verilmek isteniyorsa bu da bir başka eleştiri unsuru olarak öne çıkar.
Bir vakitler TBMM, üniversite öğrencilerinin başörtülü olarak eğitim hayatlarını sürdürebilmelerine imkân tanıyan değişikliğe destek verdi diye "411 El Kaosa Kalktı" manşeti atan Hürriyet'ten söz ediyoruz.
Peki bütün bunları Hürriyet'in editörlerinin, yazı işleri müdürlerinin, yayın yönetmeninin ve hatta patronajının bilmemesi mümkün mü? Elbette değil. Peki Hürriyet bu haberle ne yapmak istedi? Bana soracak olursanız Hürriyet'in açık ve çok katmanlı bir manipülasyonuyla daha karşı karşıyayız. Habere baktığınızda Türkiye'de ordunun siyasi bir odak, bir ağırlık merkezi olarak sunulduğunu görüyoruz. Dile getirilen "yıpratma unsuları" elbette sorunlu. Fakat bunlardan rahatsızlık duyup bunlara savunma refleksiyle cevap vermek de üzerinde durulması gereken bir diğer konu. Verilecek tek cevap, TSK'nın sivil otoritenin kararlarına bağlı olduğu, bu tartışmaların bir tarafı olmadığıdır.
Fahrettin Altun/Sabah
Daha aşağıda bir fotoğrafta kamyonun üzerinde bir Hummer cip. Fotoğrafın aynı gün çekildiği iddia edilse de hiçbir kanıt yok. Haberin başlığı ise "Türkiye'yi çok kızdıracak görüntü" olarak verilmiştir. Kendi ülkesinden "Türkiye" diye üçüncü şahıs olarak söz eden bir gazetedir Hürriyet. Hürriyet'in buradaki açık amacı da ABD'nin koşullar ne olursa olsun Türkiye ne talepte bulunursa bulunsun PKK-PYD'ye yardıma devam edeceği mesajını vermektir. Anlaşılan Aydın Doğan buna inanıyor ancak o halde bu gelişmeye karşı daha olumsuz bir tavır alması gerekirken aksine sevincini gizleyemiyor.
Hürriyet'in en önemli operasyon haberi ise "7 Eleştiriye 7 Yanıt" başlığını taşıyor ve Türk ordusuna yapılmış bazı hayali eleştirilere yine hayalet komutanların verdiği cevaplar sıralanıyor. Hürriyet'in bu yalanlarına tek tek değinmeye ve her bir kışkırtıcı cevabı özel olarak incelemeye dahi gerek yok. Bir kere "Hürriyet'in edindiği bilgiye göre" ve "Karargâhın bakışı" şeklindeki ifadeler bile klasik Hürriyet yalanlarıdır ve haber olduğu iddia edilen fitnenin masa başında hazırlandığı pek bellidir.
15 Temmuz mücadelemiz bitti mi?
Muhabirin adı haberin mazereti olamaz, 15 Temmuz'un gerçek hikâyesi de yazılmış değildir. Milleti direnişe davet edenler, direnenler, canları pahasına camilerden Sala okunması çağrısında bulunanlar bu ülkede yaşadıkça 15 Temmuz dosyasının öyle kolay kapanmayacağına da herkes emin olmalıdır. El çabukluğuyla yapılan bir-iki ufak kahramanlık makyajıyla yıllardır devam eden bir yıkıcı faaliyeti gizlemek mümkün değildir.
Ülkemiz Suriye'de DEAŞ ve PYD ile tüm dünyanın kaderinde öneme sahip bir savaş veriyor. Irak'ta yine en hassas noktalarda Türk askerleri var. Ülke içinde PKK operasyonları son hızla devam ediyor. FETÖ'yü karşı verilen tasfiye ve deşifre mücadelesi de yine ülkemizin bekası için hayati önemde bir konudur. 15 Temmuz darbesinden sonra OHAL ilan edilmiş ve milletimiz topyekûn bir direnişe çağrılmıştır. Hal böyleyken Hürriyet'in ve aklı bir türlü başına gelmeyen patronu Aydın Doğan'ın cephe gerisinde kargaşa çıkarma amacı son derece açıktır.
Almanya faaliyette
Ben Hürriyet'in sistematik yayınlarının arkasında PKK destekçisi Almanya'nın çirkin suratını görüyorum. Fırat Kalkanı operasyonumuz, özellikle El Bab'dan sonra sıranın Membiç'e gelecek olması Doğan Medya'yı epeyce rahatsız etmiş olmalı. Her zaman olduğu gibi yine belli bir kesim Türk medyasını dış güçler karıştırıyor. Gazete kâğıdının arasından Türk ordusunun şerefli üniforması değil Alman bayrağı sırıtıyor. Hiç kimse, hiçbir siyasal güç Türk milletiyle ordusunun arasını açamayacaktır. Bunu ne NATO, ne FETÖ, ne de Ergenekon kumpasçıları başardı, Hürriyet mi başaracak! 2017 Türkiye'sinde, hele 15 Temmuz'dan sonra Türk demokrasisini sorgulamak ve sorgulatmak Hürriyet'in haddine değildir.
Kayahan Uygur/Güneş
Toplumun tamamı 15 Temmuz sonrası FETÖ'den tiksinir haldeydi. Millet olarak mutabık olduğumuz tek konu bu FETÖ meselesiydi. Devlet de bu birlik tablosunu bilakis güçlendirmek istedi...
Hatta o dönem solcu ve ulusalcı kesimden isimlerin hatta eski generallerin daha çok çıkıp 15 Temmuz ve FETÖ'den bahsetmeleri teşvik edildi. Mesele hükümet değil ülke meselesiydi. Muhalif kesimlerin özellikle önü açıldı, desteklendi...
Gerçek olmadığı halde toplumun tüm kesimleri darbeye karşı hep birlikte sokağa çıkıp tanklara direndi gibi cümleler özellikle söylendi. Milli beraberlik ve ortak demokrasi ruhunun oluşması için büyük çaba ve sağduyu gösterildi...
Oysa bilimsel olarak gerçek ortadaydı ki dindar muhafazakârlar ve bir kısım yine dindar ülkücüler sokağa çıkmış ve tankların altına yatarak şehit olmuştu. Şehit olmak inancı ve cesaretini gösteren direnişçilerin kim olduğu belliydi...
Tüm bu iyi niyete rağmen, önleri açılmasına rağmen malum eski darbeci kesimin kötü huyları yeniden hortladı ve yeniden milletin çoğunluğunu hedef almaya başladılar. O tabiri maalesef söylemek zorundayım ki eski darbecilerin bitleri kanlandı...
Öyle ki FETÖ'yü bitiren lider Recep Tayyip Erdoğan'ın bile FETÖ'ye yardım yataklıktan tutuklanacağını söyleyecek derecede delirdiler. 15 Temmuz şehitlerini oluşturan dindarları yeniden alenen aşağılamaya başladılar...
Sonunda maalesef bu iyi niyet politikası işe yaramadı. Zaten 15 Temmuz ihanetine de katılmış olan bu eski darbeci kafa 16 Nisan referandumunda FETÖ ile işbirliğine geri döndü. İçlerindeki Erdoğan ve İslam nefretini yenemiyorlardı çünkü...
Ordudaki başörtüsü yasağının kaldırılması bu eski darbeci kesimin aklını tamamen başından aldı ve bir askeri hareketlenme içine girdiler. Sırf cuma namazı kıldığı ve demokrasiye bağlı olduğu için Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar'ın da düşmanı olan bu darbeci kafa 21 Mayıs 1963 benzeri bir intihar kalkışmasına girebilir mi? Eldeki verilerle Hayır demek o kadar kolay değil...
Elbette iktidara el koyamazlar ve başarılı olamazlar ama son bir umutsuz hamle yapabilirler. Bu milleti yenmeleri imkânsız. Bilakis bu kesimin üzerinden bu sefer milletin büyük çoğunluğu buldozer gibi geçer ve FETÖ'cülerin şu anki halinden beter hale gelirler...
Rasim Ozan Kütahyalı/Sabah
Yılmaz Özdil ve Müjdat Gezen'lerle tütsülenmemiş beyinler, Türkiye'de diktatörlük olmadığını zaten görüyor. Her meşrebine uymayanı "diktatör" diye yaftalamanın da asıl faşizm olduğunu… Ferrada paraya tamah ederse, Pinochet'yi iktidardan eden bir kampanyanın mimarlığı ardından, Türk tipi "Pinochet"ler yaratan bu sistemi destekleyerek kariyerini zedeleyecek. CHP'nin yıkıcılığı evrensel hale gelmiş olacak.
Yazının başında "Herkes elinden geleni yapacak" demiştim. CHP'nin bu çabası tüm yapaylığı içinde yine de meşru sınırlar içinde. Madem "hayır" diyorlar, ama yalan, ama dolan algıyı yönetmeye çalışacaklar. CHP bu… Ama geçen gün Hürriyet'in yaptığı öyle değildi. Bu, açık bir siyaset dışı girişimdi.
El-Bab'da birçok şehit vererek Türkiye için idam sehpası kurmak isteyenlere büyük bir şamar indirmiş siyasi liderlik/milli ordunun arasını açmaya dönük "Karargah rahatsız" manşeti, aslında siyaset dışı mekanizmaların çalışması için bir çıra yakma niyetiyle atılmış gibi.
Büyük bir sorumsuzluk… El-Bab'da, terörle mücadelede, 15 Temmuz'da şehit olmuş asker, polis ve vatandaşlarımıza büyük bir hakaret. Türkiye'nin bunca bedel ödeyerek bölgede elde ettiği üstün pozisyonuna zarar verecek bir hamle. Üstelik bunu AK Parti'nin referandum kampanyası açılışına denk getirerek hiçbir hüsnüzanna da müsaade edilmemiş. Adrese teslim bir manşet atılmış.
Oysa bu yıkıcı tavrın bundan sonra kimseye fayda getirmesi mümkün değil. Millet korku eşiğini aşmış durumda. Türkiye'nin dengesini yitirmesi halinde geçmişte olduğu gibi birileri için toplanacak bir parsa da olmayacak. Hiç değişmiyorlar. Çünkü sistem onların böyle davranabilmesine olanak tanıyor.
İşte EVET'in önemi de tam burada yine karşımıza çıkıyor. Milletin hilafına iş görmeye olanak tanıyan bu sistemi değiştirmek, ülkenin bekası için çok önemli. Emaneti millete teslim etmekten hiç kimse korkmasın. Bu gök kubbe altında bundan daha demokratik bir yöntem bulunabilmiş değil. Ferrada, bu manşeti görmüşse, Hayır'ın ne önerdiğini anlamış ve tasını tarağını topluyor olabilir. Ama biz seksen milyon buradayız. Başka vatanımız yok ve ona her koşulda sahip çıkacağız.
Markar Esayan/Akşam
Türk matbuatının 'öncü' gazetesi Hürriyet resmen bir çığır daha açtı. 'Adının açıklanmasınıistemeyen askeri yetkililer' sözlüğüne yepyeni bir kelime daha kazandırdı: 'Karargâh.' Neymiş efendim? Karargâh diye biri ya da birileri varmış. Bunlar rahatsızmış! Neden rahatsızmış? Medyada çıkan bazı haber ve yorumlardan...
Bu haberler neyle alakalıymış? Türk Silahlı Kuvvetleri'nde başörtüsünün serbest kalmasıyla, Akit gazetesine başsağlığıtelefonu açılmasıyla, Genelkurmay Başkanı'nın Cumhurbaşkanı ile birlikte umre ziyareti yapmasıyla vs.
Peki, kim bunlar? Belli değil. Tam da 'genç subaylar', 'Genelkurmay kaynakları' gibi kimliği belirsiz gazetecilik heveslilerinden kurtulduk diye düşünürken Hürriyet'in o eski 'amiral'lik günlerine duyduğu özlem hortladı; başımıza bir de karargâh çıktı.
Tamam, gazeteci haber kaynağını açıklamaya zorlanamaz. Kanunlarımız gazetecinin "bilgi ve belge dahil her türlü haber kaynaklarını açıklamaya ve bu konuda tanıklık yapmaya" zorlanamayacağını güvence altına almıştır, doğru.
Ama kanunun sağladığı bu hakka dayanarak manipülasyon da yapılamaz. Görevi, mevkii ne olursa olsun, birilerinin masa altından haber yaptırma hevesine alet olunmaz. Gizli kaynakların her söylediği haber olmaz.
Kaynağın güvenilirliğini sorgularsınız... Kaynağın kimliğini gizlemekteki amacını sorgularsınız. Ortada haber değeri taşıyan bir bilgi olup olmadığını sorgularsınız.
Bütün bu sorgulamaların ardından haberi yayımlamaya karar verirseniz kaynağı gizleme nedeninizi haberin içinde mutlaka açıklarsınız.
En önemlisi 'karargâh' gibi muğlak ifadeler kullanmazsınız. Peki ya ortada bir haber yoksa? Hürriyet'in manşetinde olduğu gibi olay sadece bazı yorumlardan ibaretse...
Bu konudaki temel ilke bellidir: "Bir kişinin ya da kişilerin duygu ve düşüncelerini aktarmak için asla kimliği açıklanmayankaynaklar kullanılmaz."
İbrahim Altay/Sabah
Haberin başlığı, "7 Soru, 7 Cevap..." Güya Ankara temsilcisi Hande Fırat, rahatsızlık oluşturan konularda askeri kaynakları aramış, onlardan aldığı cevaplar üzerine böyle bir haber yapmış. Muhteremin gazetesi kendini böyle savunuyor:
Hande Fırat, habercilik amacıyla Orgeneral Akar'a yönelik söz konusu eleştirileri ve suçlamaları Genelkurmay Başkanlığı İletişim Dairesi'ne sormuş, aldığı yanıtları da yine "gazetecilik ölçüleri" içinde haberleştirmiş. Haberi okuduğumuzda edindiğimiz ilk izlenim şu oluyor:
TSK'da (hem Akar'dan, hem mevcut iktidardan rahatsız olan) bir "cunta yapılaması" var... Zaten Hande Fırat da haberini böyle anlayalım diye kurgulamış.
İyi de, "cunta yapılanması"nı bildiren (ihbar eden) haberin başlığı neden "7 Soru, 7 Cevap?"
Daha uygun bir başlık bulunamaz mıydı? Hadi diyelim ki, Hürriyet'in çok akıllı editörleri, meseleyi köpürtmemek ve akla kötü şeyler getirmemek adına, haberi bu başlıkla duyurmayı uygun gördüler. Bir anlamda sorumlu ve sağduyulu bir tavır sergilediler.
Peki, devam sayfasındaki başlık neden yüz seksen derece değişiyor ve "Karargâh Rahatsız" haline getiriliyor? Bir rahatsızlık vakıa... Zaten gazete de, "7 Soru, 7 Cevap" diye kılıflayarak, bu rahatsızlığı duyuruyor. İyi de, rahatsız olan kim?
Birinci sayfa editörlerine göre, TSK'daki cunta yapılanması rahatsız... Devam sayfası editörlerine göre ise Karargâh (yani Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar ve maiyetindekiler) rahatsız... Hadi diyelim ki, cuntacılar Hulusi Akar'ın yönetiminden rahatsız. Peki, karargâhtakiler kimden rahatsız?
Hulusi Akar'dan rahatsız olanlardan mı rahatsız, mevcut iktidardan ve iktidarın kimi uygulamalarından mı rahatsız? Hangisi? Haberi dikkatle okuduğumuzda, karargâhtakilerin cuntacılardan rahatsız olduğu sonucunu çıkarıyoruz. Çünkü Akar'a yönelik eleştiriler ve suçlamalar Genelkurmay Başkanlığı İletişim Dairesi'ne sorulmuş, alınan cevaplar üzerine böyle bir haber yapılmış.
Fakat yine de tatsız ve tuhaf bir haber... Zamanlaması da oldukça manidar... Haberin dili ve atılan başlıklar (hele devam sayfasında atılan başlığın ima ettikleri) son derece problemli.
Öyle tuhaf bir haber ki, insanın, "Hayrola, eliniz gözünüz oynamaya başladı... Darbeye mi aşerdiniz?" diyesi geliyor. Fakat mesele burada kalmamalı.
Savcılar duruma el atıp, Hürriyet gazetesinin haber verdiği cunta yapılanmasını ortaya çıkarmalı. Hande Fırat'la, Genelkurmay İletişim Dairesi Başkanı'nın tanıklığına da başvurmalı.
Hatta demokrasinin yanında durduğunu söyleyen yiğit Aydın Doğan'ın da ifadesini almalı!
Ahmet Kekeç/Star
Bu malum iken, Hürriyet'in 28 Şubat haberciliğini andıran manşetlerle ülkeyi yeni gerilimlerin içine sürüklemeye yönelik gayreti asla kabul edilemez. Hiçbir gazetecilik numarası da Doğan grubunun kötü niyetli bu manşetini mazur göstermeye yetmez. Vakti zamanında FETÖ'cüler karargahta cirit atarken siz hiç Doğan medyasının "şu rahatsız, bu rahatsız" türünden bir haberine rastladınız mı? FETÖ'cüler kanlı 15 Temmuz darbesine hazırlanırken Doğan grubu her yer süt liman haberleri yapmaktaydı. Darbe patlayana kadar da "TSK çok güzel, karargâh şahane" haberleri yapan Doğan grubunun bu tutumu bilinçsizlikten yahut cehaletten değil, taraf olarak seçtikleri Türkiye karşıtı istikametin pusulası olduklarındandır.
Oysa 15 Temmuz öncesi AKŞAM gazetesi, "Karargâh'ta paralelci paşalar var", Sabah gazetesi, "Hava Kuvvetleri'ndeki pilotlar paralelci" haberlerini patlattığında, Doğan grubu bu haberleri yalanlamak için uğraşıyordu. Sözün özü Hürriyet, "Karargâh rahâtsız" manşetini hiç öyle "gazetecilik" edebiyatıyla açıklayamaz. Bu ülkede yapmadıkları tek iş gazeteciliktir. Bu da herkesin malumudur.
Doğan medyası, arkasına saklanacağı bir vesayet odağı kalmadığında muhakkak kışkırtacağı yeni bir güç odağı arayışına girer; ya askeri ya siyaseti yahut terör örgütlerini kullanarak Türkiye'yi istikrarsızlaştırmaya çalışır. "Karargâh rahatsız" manşeti de TSK'yı yeniden 28 Şubat günlerine çekme denemesi olarak kayıtlara geçecektir. Beka mücadelesi veren bir ülkede ordunun enerjisini basit iç tartışmalara yöneltmek, içeride ayrışma yaratmak kesinlikle kabul edilemez.
Devletin güvenliğini, milletin egemenliğini korumakla görevli askerin dikkat ve kudretini başka yöne çevirmek, ülkeyi savunmasız kılmak ve dış saldırılara açık hale getirmek anlamına gelir. Vatanı savunmakla görevli orduyu, "ordu başörtüsünden rahatsız" tartışmalarına taraf yapmaya çalışmak, bu millete yapılabilecek en büyük ihanetlerdendir. Bu tuzağa artık ne ordu, ne siyaset kurumu, ne de millet düşer.
Kurtuluş Tayiz/Akşam
Başörtüsü nedeniyle görevine son verildiği ile ilgili tebligat ulaştığında eşinin odasındadır. Eşi de üzgündür. Beklemektedirler aslında bu haberi ama yine de yürekleri yanar... Kendisine isterse biraz oturmasını, tebligatta yazanları daha sonra beraber okumayı önerir. Ancak her ikisi de o kağıtta neler yazdığını bilmektedirler. Aynı esnada İstanbul Üniversitesinin özel ve çok görkemli bir salonunda daha evvel emekli olan bir başka hoca ile ilgili veda merasimi yapılacaktır.
Eşinin istersen eve gidelim teklifine itiraz eder.
"Hayır o salona gideceğiz, el ele tutuşacağız ve dimdik orada kendimizi göstereceğiz" der. Çünkü oradaki öğretim üyeleri arasında bu iğrenç ve adaletsiz kararın altında imzası olanlar da vardır. Bu kişilerin en başında Nur Serter yer almaktadır. Onlarla karşılaşmak ve gözlerine bakmak ister... Ağır ağır Nur Serter'e yaklaşır, o ise karşılaşmamaya ve göz göze gelmemeye çalışmaktadır. Israrla takip eder. Elini yakalayıp sıkıca tutar. Gözlerinin içine bakarak:
"Bu daha ilk raunt... Bugün siz galip geldiğinizi zannediyorsunuz... Bu zulüm sona erecek... Bir gün biz bu makamlara ve görevlere geri geleceğiz... Ama siz olmayacaksınız" Salonda çıt çıkmıyordu. Bu sözler sonrasında salonda duygular sel oldu.
Ben de dahil olmak üzere salondaki herkesin gözleri nemlendi. İnsanlar coşku ile alkışladılar. Bu sözler, Prof. Dr. Sevgi Kurtulmuş'a ait... Eşi de şimdi Başbakan Yardımcısı ve Hükümet Sözcüsü olan Numan Kurtulmuş...
28 Şubat sürecinin mağdurlarından.
İşte diğer sözleri: Kendi oğlum bile "Anne neler yaşamıştın bize anlatsana" diyor... Ne acılar çektik ama belli bir nesil bunları hiç bilmiyor... Yaralar hala tam sarılmadı.
Hala mağduriyeti giderilmemiş olanlar var. Kalabalıklar sizi ve bizi yanıltmasın. Bizim gibi görünenler bile bizi yalnız bıraktılar..
Erkan Tan/Takvim
Hürriyet gazetesinde manşetten verilen ve iç sayfada da "Karargâh Rahatsız" dev başlığı ile askerin hükümetin kararlarından ve Genel Kurmay Başkanı Orgeneral Hulusi Akar'ın tutumundan rahatsız olduğu iddia edilen haber tam bir "28 Şubat" klasiği. Tamamen masa başında askeri hükümete karşı kışkırtmaya yönelik bir yayın… Ama Hürriyet kritik dönemlerde bunu hep yaptı ve yapmaya devam ediyor.
Bazıları 15 Temmuz'dan gerekli dersleri almamışa benziyor ve yine bulanık sularda balık avlamaya çalışıyor… Manşetin ve yapılmak istenenin ne olduğu çok açık… Ama arkasında ne var onu daha iyi anlamak lazım.
Yani bu iş ordu içinde hala yuvalanmaya devam eden bir cuntacı kesimin marifeti mi yoksa birileri Hürriyet'in içinde gazete sahibi Aydın Doğan'a rağmen cuntacılık oynamaya mı soyundu?
15 Temmuz kanlı darbe girişimi her ne kadar Fetöcülerin işi idiyse de orada bazı eski cunta heveslileri askerlerin de bu işin içinde oldukları ve Fetöcüler çuvallayınca ya kenara çekilip arazi oldukları ya da ele geçirilip darbeci olarak hapsi boyladıkları şüpheleri var. Yani hala TSK'da bazı darbe heveslileri olabilir ve bu manşet onların marifeti de olabilir.
İkinci konu ise, Hürriyet gazetesi içinde "bu gazeteyi Aydın Doğan kontrol ettiğini sanıyor ama esas buraya hâkim olan biziz" zihniyeti ile çalışan ve 28 Şubat'ta da çok etkin rol oynayan kendine gazeteci diyen ama kökten cuntacı olan şahıslar var. Bu işte bunların parmağı da var. Yani görünen o ki bunlar bir koalisyon kurmuşlar 28 Şubat'ta olduğu gibi ortalığı karıştırıyorlar. Yani "anayasa değişikliği" için yapılacak referandum kampanya sürecini karıştırıp olayı karakola götürmeye çalışıyorlar…
İşte bunlara artık dur demek lazım. Bu da 28 Şubat'ın hesabını adam gibi sormakla olur… TSK'daki bütün cuntacıları ayıklamakla olur. Cuntacı düzenin anayasasını değiştirip 15 Temmuz'u sırtlayan halkın anayasasını ve düzenini tesis eden anayasayı resmîleştirmekle olur. Yani esasında 16 Nisan'da "evet" bunun ilk adımı olacak.
İlnur Çevik/Yeni Birlik
Kampanyanın içerisinde bunca pozitif siyaset içeren yöntem olmasına rağmen, etrafta AK Parti'nin negatif bir siyaset izlediği dedikoduları var. Halbuki göründüğü kadarıyla "Evet" cephesi "Hayır" cephesine oranla daha pozitif siyaset izliyor. CHP ve HDP çizgisinin pozitif kampanya kurguladığını söylemek neredeyse imkânsız.
Biri "seni başkan yaptırmayacağız" çizgisinde. Öbürü "eli sopalı tek adam geliyor" diyor başka da bir şey demiyor.
"Evet" cephesinde ise hem AK Parti hem MHP olması gerektiği gibi pozitif ve negatif argümanları beraber kullanıyor. Seçmene neden "Evet" demesi gerektiği anlatılırken, "Hayır" demenin de ne anlama geldiğinin anlatılması kadar doğal bir şey olamaz. Bu nedenle AK Parti de seçmene "Hayır" dediğinde ne sonuçlar doğuracağını hatırlatmak zorunda.
Kendisini "Evet" cephesinde konumlandıran bir siyasetin "hayırcıları" eleştirmesi doğaldır.
Tarihi bir referanduma gidiyoruz. Yıllar içinde bu sistemin işlemediği şimdi ise tıkandığı ortaya çıktı. Bunun yerine yenisini getirmek istiyoruz. O gelmezse işler kötü demek "evetçi"lerin hakkıdır. Bu bir tehdit olmak zorunda değil.
Elini vicdanına koyan herkes kabul eder ki, eğer hayır çıkarsa Türkiye kısa vadede toparlanamaz. Dolar, FETÖ, PKK, PYD ve diğerleri hepsi pusuda bekliyor.
Böylesi bir istikrarsızlık durumunda başlarını gösterecekler. Karmaşadan çıkmak en iyi ihtimalle bir yılı alır. Yeni seçimler, yeni uzlaşmalar ve yeni düzenlemeler derken ülkenin geleceğini elinden alabilecek olaylarla karşılaşabiliriz. "Hayır" çıkarsa dolar uçar mı uçmaz mı? FETÖ ülkenin birçok kurumuna saldırı başlatır mı başlatmaz mı? PKK sahneye çıkar mı çıkmaz mı? 7 Kasım seçimleri sonrası "Kazandık biz artık" demediler mi? Hendek siyasetini başlatmadılar mı? Şehir savaşına başvurmadılar mı? "Sallayın az kaldı hükümet yıkılacak" lafları yine piyasaya dökülür mü dökülmez mi? Hiç kimse kusura bakmasın. Bu hayır verenlere teröristsiniz demek değildir. Bu hayır çıkarsa bir maliyeti var demektir. Ve bunu söylemek siyaseten hem doğru hem gereklidir. "Hayır" oyu vermek sizi terörist yapmaz ama bilin ki tüm teröristler "Hayır" oyu verecek..
Hasan Basri Yalçın/Takvim