İşte Abdulhamit Güler'in sabah.com.tr için kaleme aldığı o yazı:
Karton Kale'den Kertenkele'ye top atışı
İmam Efendi, şadırvanın başında abdest alıyordur. Bizimki koşa koşa yanına varır. Konuşmaya başlarlar. Önce genç konuşur:
- Kara sevda olmuşam, anam beni okutacah sana.
- Heç ele bi' hal görmirem sende.
- Bi' yüzlük var sana helalinden. Çarem de şu Gülo ile evlenmem. Anamı razı et.
- Çok az. İki yüzlük, bi' de horoz. Hemi de diri.
- Nerden bulam horozu!.. 150 gayme verem sulh olah.
- Gurtarmaz, bi' de tavuh…
İmam'ın cebine parayı sıkıştırır. İmam şadırvandan kalkar, abdestini bitirmiştir. Camiye doğru yol alır.
Sahne tanıdık geliyordur. En az iki nesil bu sahne ile büyüdü. Daha birçok kuşağın de eğlence anlarında bu diyaloğa şahit olacağı kesin. Tahmin edeceğiniz üzere Kemal Sunal'ın Kibar Fezyo filminin bir sahnesi.
Sizce bu sahnenin ana fikri ne? "İmamların bu ülkede ne kadar namuslu olduğu ve insanlarımıza, cemaate de yardım ettiği", öyle mi?
Peki bir başka sahne örneği verelim…
Bir hastane odasında İmam ile kanun kaçağı konuşur. Önce İmam lafa girer:
- Geçmiş olsun... Çok mutsuz görünüyorsun.
- Nasihat vermeyi düşünüyorsan çeneni hiç yorma...
- Öyle bir niyetim yok. Sadece kendini kötü hissediyorsan Allah'a şükür et. Madem ki Allah var dert yok, sıkıntı yok, tasa yok... İnsan sadece 'hazreti insan' olduğu için saygıya layıktır. Makam mevki mal mülk şan şöhret, güzel kıyafetler ona değer katmaz.' der, Mevlana'yı çağrıştırırcasına.
- Allah bütün kapıları yüzüme kapatıyor.
- Hayır kardeşim, Allah hiçbir kulunun yüzüne kapı kapatmaz. Bütün kapıları ardına kadar açıktır onun. Sonsuz rahmet sahibidir...
- Bana değil ama! Unuttu beni
- Allah yarattığı hiçbir kulunu unutmaz. İnsanlar kendini unutur sadece, yani nefsini, öz benliğini...
Bundan sonrasında İmam ile konuşan 'kanun kaçağı', cübbe ile sarığı alır ve kaçar. Daha doğrusu kaçabilmek için bunları giyinir. Sonrasında kılığına girdiği 'İmam' gibi davranmaya çalışır. Bir süre sonra bunu başarır. Yani toplumdaki 'imam algısı'na uygun şekilde, 'imamlık' müessesesini idealize eden, öven şekilde karakterinde iyileşmeler başlar.
Peki buradaki ana fikir nedir?
Şöyle desek:
"Filmde karakterize edilen 'sahte imam' tiplemesi toplumsal saygınlığı olan din görevlilerimizi derinden yaralamıştır. Açıklamada, 'Geçmiş dönemlerde kaldığını düşündüğümüz bu tarz senaryoların cübbeyle, sarıkla ve bu kıyafetlerin taşıdığı değerleri küçük düşürücü tiplemelerle bir dizide karakterize edilmesini tasvip etmek asla mümkün değildir. İmamın sosyal dünyasındaki yeri ve rolü hakkında gerçekliği tahrif ederek ortaya konan bu tipleme geçmişte yaşanan acı hatıralar hala hafızalardayken, dini değerlere saygıda bir seviye kazanan yayın hayatımızın tekrar bu seviyenin altına inmesini en hafif ifadeyle dikkatsizlik ve özensizlik örneğidir."
Olmaz mı dersiniz?
Ancak oldu. Bu paragraf Diyanet'in açıklamasına ait. Yani Diyanet'e göre söz konusu sahne ve benzeri sahnelerde İmam tiplemesi hakir görülüyormuş.
Diyanet'in 'geçmiş dönem' vurgusu yapması çok önemli. Yazının başındaki sahne örneğini de bu yüzden verdim. Hala televizyonlarda 'çarşaf çarşaf' dönem bu sahne ve benzeri onlarca örnek ile ilgili bir açıklama yapılıyor mu? Elbette hayır.
Kemal Sunal filminden sonraki tırnak için bölümdeki 'çıkarım' ne kadar saçma ise Kertenkele dizisiyle ilgili Diyanet açıklaması ve benzeri tepkiler de o denli manasız.
Düşünün ki dünya iyisi bir adam, gün gelir ve holding sahibi, çalıp çırpan birinin yerine geçmek zorunda kalır. Esasında boğazından haram lokma geçmemiştir. Ancak bulunduğu konum gereği bunları yapmaya başlar ve sonunda hırsızın teki olur. Senaryo budur.
Bu kurmaca hikaye ile ilgili Seyşeller İş Adamları Derneği çıkıp açıklama yapsa ve "İyi birinin çalan-çırpan iş adamı yapılması çok güzel. Ülkemizde görmeyi özlediğimiz manzaralardan biri bu. Yapımcıları tebrik ediyoruz. Böylesi iyi insanların da iş adamı olabileceğini göstermek, 'iyi iş adamı' tiplemesi kullanmak başarılı bir girişim" dese, acaba erkekler favorisi ile kadınlar da küpesiyle gülmez mi?
Apaçık değil mi ki, ortada 'iyi iş adamı' tiplemesi yok. Tıpkı Kertenkele dizisinde 'sahtekar imam' tiplemesi olmadığı gibi… Kertenkele'de sahtekar biri imam olmak durumunda kalıyor ve iyi biri olmaya doğru yol alıyor. Kurmaca hikayede ise iyi biri iş adamı oluyor ve sahtekar olmaya doğru gidiyor.
Aslında bu meseleyi böylesi 'basit' bir şekilde ele almak istemezdim. Ancak mevzu tam da bu. Gayet basit bir durum –kendilerince- içinden çıkılmaz hal almış.
Kertenkele dizisinde eleştirilecek şey elbette var. Keşke oralara değinselerdi.
Çağrım Diyanet'e; dizinin esinlendiği İran yapımı 'Kertenkele' filmini de izlemenizi tavsiye ediyorum. O vakit Türkiye'deki uyarlamayı daha iyi anlarsınız.
İran gibi bir yerde bile "Mollaları küçük düşürüyorsunuz" tepkisi doğmamış da ülkemde nasıl bir 'sahte imam' infiali çıkmış hala anlamış değilim.
İşin acı yanı da şu: Meseleyi doğru anlamak için televizyoncu, sinemacı, senarist, vs. olmanıza gerek yok. Çok çok basit bir manzara var; Sahtekar biri imam olmuş. Herhangi bir imam sahtekar değil. Aksine, sahtekar kişi, imam cübbesi altında gayet düzgün işler yapıyor.
Diyanet'in bu tür mevzularda hassasiyet göstermesi gerçekten takdire şayan. Lakin adres yanlış. Sanki bir 'gaza gelme' durumu var.
Şu an ekranlarda aile bağlarını, kişilik gelişimini, manevi değerleri hiçe sayan, alt üst eden ve hatta –kesin olarak söylüyorum ki- hedef alan onca yapım varken, gayet risksiz, anlaşılır ve anlatılabilir bir işe atış yapılması tam bir ıskarta.
Çağrım Diyanet'e; diziler başta olmak üzere sinema filmlerinde bu tür mevzulardaki 'sakatlıklar' ile alakalı bir çalışma başlatılsın. Uzun senelerdir bu tür mevzularla alakalı düşünüp, yazıp, anlatmaya çalışan biri olarak her türlü katkıyı yapmaya hazırım. Seve seve katkı yapacak çok insan tanıyorum.
Diyanet illa da bir şey yapacaksa; memlekette televizyon müptelası olmuş genç kitleler ile ilgili neler yapılmalı, sinema gibi sanatlara olan alaka nasıl artırılmalı gibi başlıklara eğilsin ve doğrudan çözüme yönelik somut adımlar atsın.
Ve bir şey daha var. Olay sadece Diyanet ile bitmiyor. Resmi bir kurum olarak konudaki şaşı bakışa dikkat çekmek için Diyanet'in tavrını irdeledik. Peki ya bazı kesim insanlarına, medya kuruluşlarına, dini cemaatlere ne oluyor? Herkes mi aynı 'gaza' geldi? Bu kadar mı yorumdan yoksunlaştık?
Hayır yani İslami kesimin meşhur eserlerinde 'hidayet' yok mudur? Hep o 'hakikati buluş' ile gönlü huzur bulmadı mı insanların? Bir hidayet söz konusu olması için önce kötülük ve yanlışlık olması gerekmiyor mu? 'Sahtekar adam' tiplemesinin varlığı da bu sebepten 'elzem' değil mi? Ve bu sahtekar şahsın hidayete erebilmesi için bir şeylerin ve birilerinin vesile olması gerekmez mi? Neden bir 'imam' ve 'sarık-cübbe' olmasın?
Sorular çoğaltılabilir. Ancak şu saatten sonra bir işe yaramayacak. Daha fazla soru sorup kalem oynatmak abesle iştigal mesabesine ulaştı.
İnsanların fikretme ve zikretme yetilerini kullanmalarını temenni etmekten başka bir şey kalmadı.