Ezel yine muhteşemdi. Dizi öyle havalı, öyle güzel ve özenli ki, bazılarının "Ezel karşıtı cephe oluşturmasına" hak veriyorum yani... Bu hafta enfes oyunculuk düetleri vardı. Hangi birini yazsam ki? Eyşan'ın, kardeşi Bahar ile yaptığı "hayat muhasebesi" gibi konuşma... Bahar'ın sahilde Ezel'den hesap sorduğu o kareler... Ezel ile Ali'nin boynuz tokuşturması... Ali'nin başını Bahar'ın dizlerine koymasıyla sonlanan o enfes diyalog... Eyşan ile Cengiz'in açık görüşteki "üstü kapalı" düellosu... Ramiz Dayı'nın Ezel karşısında çözülmesi... Ezel'in Cengiz'i hapishanede ziyaret ettiği sahnede intikam şerbetini yudum yudum, tadına vara vara içmesi... Ve Ezel ile Bahar arasındaki havaalanı sahnesi... Her biri ayrı ayrı konservatuvarlarda oyunculuk dersi olarak okutulacak kadar başarılıydı. Diyaloglar çok sağlam yazılmıştı. Işık, kamera ve kurgu, o yoğun duyguları izleyiciye geçirmek için "imece" yapmıştı. Buna Kenan İmirzalıoğlu'nun, Cansu Dere'nin, Sedef Avcı'nın, Barış Falay'ın, Yiğit Özşener'in ve Tuncel Kurtiz'in ayakta alkışlanacak oyunculuk performansları da eklenince, "Ezel" bu bölümüyle bir dizi olmaktan çıkıp, adeta "yetenek senfonisine" dönüşüverdi. Gelelim, Bahar'ın durumuna... Hani geçen hafta dedim ya, "Hikayedeki tek gerçek ve günahsız karakter olmasına rağmen, en fazla ceza gören o" diye... Sonunda Ezel de bu gerçeğin farkına vardı. Onun yeniden güvenini kazanabilmek için en değerli varlığını, yani kendisini, yani Ömer'i ona verdi. Peki bu ödül mü, yoksa ceza mı? Bahar bu gerçeği merhem olarak yaralarına mı sürecek, yoksa bu yükün altında daha mı ezilecek? Her hafta pazartesi günlerini iple çekmemize neden olan da bu sorular değil mi?