Türkiye'nin en iyi haber sitesi
BAŞYAZI MEHMET BARLAS

Gerçekten Türk'ün Türk'ten başka dostu yok mudur?

Bir Türk gazetesinde köşe yazan kişi için, bilgiye ulaşmak ve bunu okurlarına aktarmak, dünyadaki gelişmeleri okurundan önce öğrenip yorumlamak öncelikli uğraş konusu değildir. Hepimiz her sabah "Acaba karşıt görüşü temsil eden köşelerde bana ve benim görüşüme saldırı var mı" diye gazeteleri açıyoruz. Köşe yazarları, kendi düşüncelerini açıklamak yerine, rakiplerinin görüşlerini ve kişiliklerini çürütmek için güne başlıyorlar. Ya da yaşını başını almış gazete yazarları "Erdoğan saplantılı" hezeyanlarını yazılarına döküyorlar.

Türk'ün dostu var mı?

Demokrasiye farklı açılardan bakan güç blokları ise, meydanda birbirlerini yıpratan medya kavgacılarını hem seyrediyor, hem de bu karşılıklı yıpratma sürecinden mutluluk duyuyorlar. "Türk'ün Türk'ten başka dostu yoktur" söyleminin "Türk'ün Türk'ten başka düşmanı yoktur"a dönüştüğünü görmekte gibiyiz adeta... Ama galiba bu hep böyleydi.
Tek Parti CHP'nin ilk demokrasi denemesinde Serbest Fırka'yı tutan "Muhalif" gazeteciler hakkında "Hâkimiyet-i Milliye"nin başyazarı Falih Rıfkı'nın 29 Teşrinisani (Kasım) 1930 günkü yazısını okuyarak, bu nefret geleneğinin kaynağına inelim mi? "Atatürk'ün sözcüsü" olarak da bilinen Falih Rıfkı (Atay) şöyle yazmış:

Alçak muhalifler
"Hiç şüphe etmeyiniz. Bütün bu muhalif gazeteciler, hepsi bir kelime ile alçaktırlar. Balkanlar'dan Amerika'nın öbür ucuna kadar böyle mahluklar, casus ve baba katili gibi en iğrenç mücrimlerle bir sıraya konulur ve şahsi hürriyetleri bile kendi ellerine teslim edilemez. Biz ise gazete denilen müesseseyi teslim etmişiz."
Eski "Rejim"in muhalif olmaya ilişkin görüşü böyle değil miydi?

Ahmet'in hikâyesi

Bilinen hikâyedir... Köyden gelip kente yerleşen çiftçi, girişimciliği sayesinde gecekondudan apartmana geçmiş. Bir daire kiralayıp, taşınmış. Bir süre sonra aklına köyde bıraktığı yeğeni Ahmet gelmiş. "Şu Ahmet'i çağırıp konuk edeyim, amcasının başarısını görüp kendine örnek alsın" diye düşünmüş. Yeğeni Ahmet'i kente davet etmiş. Apartman dairesinde yeterli sayıda oda olmadığı için Ahmet gelince ona salonda bir döşek sermişler. Ahmet o gece misafir sofrasında ağırlanmış, yemiş içmiş.

Kaktüs çözümü

Gece olunca salondaki döşeğe yatıp, uyumaya çalışmış. Ancak yemeğin ölçüsünü kaçırdığı için uyuyamamış. Karnına giren sancıyla da döşekte dönmeye başlamış. Kalkıp "Tuvalet nerede" diye sormaya, amcasını, yengesini uyandırmaya cesaret edememiş. Bakmış salonun köşesinde koca bir saksıda bir kaktüs var. Kaktüsü köküyle ve toprağı ile saksıdan kaldırmış. Sonra saksıya büyüğünü de küçüğünü de yapmış. Arkasından kaktüsü yeniden saksıya yerleştirip, yatmış, uyumuş. Ertesi gün de köye dönmüş.

Nereye ettin?

Aradan iki ay geçmiş. Bir gün köydeki Ahmet'e, kentteki amcasından bir telgraf gelmiş. Şöyle yazıyormuş telgrafta:
- Yeğenim Ahmet... Nereye ettinse acele telle. İki ev değiştirdik ama hâlâ kokunun yerini bulamadık.
Kıssadan hisse çıkartmayı deneyecek olursak, "20'nci yüzyıldan 21'inci yüzyıla taşınırken ve tek partiden çok partili demokrasiye geçerken beraberimizde neyi de taşıdık ki, zaman zaman ortam nefes alınamaz oluveriyor" sorusunu seslendirebiliriz...

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA