Türkiye'nin en iyi haber sitesi
ÜLKÜ TAMER

Sinemanın onurunu koruyan bir aydındı

Bugün sinemaya gidecekseniz, bazen seçim yapmak zorunda kalıyorsunuz. Bir yerde mutlaka gönlünüzce bir film bulabiliyorsunuz. Ama 1970'lerde, 1980'lerin ilk yarısında öyle değildi. Sinema seyircisi yok olmuştu sanki. Kayıplara karışmıştı. Tenha salonlarda yirminci sınıf serüven filmleri ya da Beş Dakkada Beşiktaş'lar oynatılıyordu.
O dönemde sinemanın değerini bilen, onun onurunu koruyan bir avuç insan vardı sadece. Onların başında da Orhan ve İsmet Kurtuluş kardeşler...
Kurtuluş'ları yayıncılık yaptığım sıralarda tanıdım. Lanetliler Gemisi filmini getirmişlerdi. Ben de o sıralarda yapıtın romanını yayımlamak üzereydim. Filmin ne zaman gösterime gireceğini sormak için aradım onları. Telefonda tanıştık. Kısa bir görüşmeden sonra filmle kitabın aynı günde "piyasaya çıkmasını" kararlaştırdık.
Film kitabı, kitap filmi destekledi. Başarılı sonuç bizi daha yakın bir işbirliğine itti. Kurtuluş'lar getirtecekleri filmlerin listesini verdiler bana. Ben de onlardan bazılarının kitap haklarını aldım. Aynı anda pazarlama yöntemimiz sürüp gitti.
Günün birinde, "Hep aynı şeyi yapıyoruz," dedim Kurtuluş kardeşlere. "Getirttiğiniz filmin roman haklarını alıyorum. Bir de tersini yapsak..."
Emile Ajar'ın Onca Yoksulluk Varken romanını yayımlayacaktım. Kitap sinemaya da aktarılmıştı. Filmini almalarını önerdim.
Bir hafta sonra telefon geldi: "Filmi aldık. Ne zaman çıkıyoruz?"
Okur, Ajar'ın Madame Rosa'sını bir de sinemada Simone Signoret'den seyretti.

***
1980 yılıydı. Tanıdığım ne kadar film ithalatçısı varsa, hepsine, on yıl önce izlediğim Amarcord'u neden getirtmediklerini sormuştum. Yanıt hep aynıydı: "İş yapmaz."
"Sanat" filmlerinden acıklı örnekler veriliyordu. Hiçbirinin iş yapmadığı söyleniyordu. Hele Fellini ! "Daha o kadar çıldırmadık!" deniliyordu.
Dilimden anlayan iki kişi çıktı: Kurtuluş kardeşler. "İstersen filmi sen getir; biz işletmesini yaparız," dediler.
"Şimdi bir de filmciliğe mi başlayalım?" dedim.
"Neden olmasın?"
Sahi, neden olmasın! Oracıkta, "Peki," dedim. Amarcord'un Türkiye haklarını satın aldım.

***
Hiç kimse filmin afişte üç günden fazla kalacağını sanmıyordu. Hele bazı ithalatçılar! Benimle resmen dalga geçiyorlardı.
Filmin kopyası geldi. Çevirisini Rekin Teksoy'a yaptırdık. Altyazılar basıldı, afişler, gazete ilanları hazırlandı. O arada beni destekleyen, yüreklendiren tek kişi çıktı: İsmet Kurtuluş. Sevgili İsmet Bey, filmin başarısı için elinden geleni yaptı. Onun büyük desteğini unutamam. Yüzünden hiç eksilmeyen gülümsemesiyle bir güç kaynağı oldu.
Yine İsmet Beyin yardımıyla bir de görkemli gala düzenledik. Yazarlar, oyuncular, yönetmenler, gazeteciler Emek Sineması'nı doldurdu.
Üç gün bile afişte kalamayacağı ileri sürülen Amarcord, ilk gösteriminde 19 hafta kapalı gişe oynayacaktı. Sinemanın yöneticisi Hikmet Dikmen çok iyi hatırlar, filmi görmek için kalkıp İzmir'den gelenler bile vardı. Amarcord, daha sonra iki yıl içinde üç kere daha gösterime girecek, aynı ilgiyi görecekti.

***
Sinemacılık serüvenine atılmıştık. Yola çıkmıştık bir kere. Artık duramazdık. İkinci filmimizi Macaristan'dan aldık. Zoltan Fabri'nin Macarlar'ını getirttik.
Yine eleştiriler başladı. Açık açık yüzüme söylüyorlardı: "Bir balık yakaladın. Attığın zar düşeş geldi. Macar filmi alınır mı! İşte şimdi batacaksın."
Üstelik filmi Macarca oynatacağım duyulunca resmen dalga geçmeye başladılar. Bugün zaman zaman çok önemli filmler getiren bir işletmeci kahkahayı basıyordu: "Milletin kulaklarının pası silinecek. Macarcayı özlemişlerdir. Sayende iki saat 'egeş şegere' dinleyecekler!"
Ben ağzımı açmıyordum; ön eleştirileri İsmet Kurtuluş aslanlar gibi göğüslüyordu.
Macarlar da büyük iş yaptı. Filmin üçüncü haftasında, benimle "egeş şegere" diye dalga geçen işletmeci, elinde bir listeyle geldi. "Yahu, Ülkü," dedi, "şuna bir göz atsana. Hangi filmleri alayım? Sen yeter ki söyle, ne dersen alacağım. Değil 'egeş şegere' li Macar filmi, isterse 'çukçi mukçi'li Eskimo filmi olsun."
Bir an durdu; ekledi: "Vallahi, sana da, bizim seyirciye de akıl erdiremedim."

***
Kan Davası, Merhaba Dünya ve Tess'den sonra filmciliği bıraktım. Ama İsmet Kurtuluş her zaman aradığım, görüşme olanağını bulamadığımız zamanlarda da yüreğimdeki sıcak yerini koruyan değerli bir dost olarak kaldı.
Sevgili İsmet Bey'i toprağa verdik Cuma günü. Sadece sinema salonu işleten biri değildi o. Bugünün seyircisinin oluşmasına birinci dereceden katkısı olan önemli, nitelikli, düzeyli bir aydındı.
O olmasaydı sinemamız bugün tanık olduğumuz gelişmeyi çok daha geç yakalardı.
Nur içinde yatsın.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA